ölmesinden en çok korktuğunuz insanın ölüm haberini almanızla birlikte beyninizde ve hareketlerinizde yeni bir süreç başlar. hiç olmadığınız kadar güçlü hiç olmadığınız kadar sabırlı ve gözü dönmüş bir insana dönüşü verirsiniz. morg kelimesi bile soğukken, ne o morg soğuktur ne de ürkütücüdür. ölünüz kalbinizde, ilk geceyi cenaze evi klişeleriyle geçirirsiniz ve biraz da inanmamaktasınızdır, can yoldaşınızın gittiğine.
ertesi gün olur, iki gündür birşey yememekte olduğunuzu unutmuş olarak oturursunuz kahvaltı masasına yine bir şey yiyemeden kalkıverirsiniz. bugün büyük gündür. doğduğunuzdan beri yanınızda olan, yeryüzünde en çok sevdiğiniz kıymetliniz önce zincirlikuyudaki gasilhanede yıkanacak sonra evin önüne gelip helalliğini alacak sonra da cenaze namazının ardından toprağa verilecektir. bunların hepsi yerine getirilmesi gereken görevlerdir o anda.
evden çıkarsınız doğru zincirlikuyuya. mezarlığın girişindeki "her canlı ölümü tadacaktır" sözü bu kez daha çok canınızı sıkar. gasilhanenin önünde oturur, ailenizin diğer bireylerinin gelmesini beklersiniz. sonra, ulan napıyorum ben burda içeri gireyim de melek yüzlümü son bir kere kimsecikler yokken doya doya göreyim dersiniz ve onlarca ölünün bulunduğu odaya girer, başlarsınız kendi ölünüzün bulunduğu dolabı aramaya. ismi görünce önce bir tuhaf olursunuz, sonra yanlış yazıldığını fark eder içten içe yazana kızarsınız ve açarsınız kapağı. son kez öpüp sevdikten sonra, tekrar çıkarsınız kapının önüne. herkes gelmiştir. sıra beklenmektedir.
sonra görevliler ölünüzün adını söylerler. gidip çıkartırsınız dolaptan ve bir sedyeye yatırırsınız. orada herkes gelir görür, öper, sarılır, ağlar. aslında 1 2 dakika bile sürmez bu ama insana ömür gibi gelir, önemlidir saniyesi bile.
sonra gasilhaneye alırlar sizi ve ölünüzü. karşınızda cansız bir beden kımıldamadan yatmakta ve iki kişi onu yıkamaktadır. öylece dikilirsiniz orada, bir tas su da size döktürürler. aslında bunlar insanın ömrünün en zor sahneleridir, en zor dakikalarıdır ama o an allah insana bir güç verir, bayılmazsınız, parmaklarınız uyuşur aklınız başınızdan gider, ama bir güç gelir. öldüğüne inanırsınız, ölüme inanırsınız, bir gün sizi de öyle yıkayacaklarını düşünürsünüz. hatta sanki biraz da özenirsiniz.
sonra dini vecibelere uygun olarak yıkanma işlemi tamamlandıktan sonra sarar sarmalarlar gülünüzü, sonra yakınları gelir başında birer dua okur. ve tabuta konmak üzere başka bir bölüme alınır. kapının önünde beklemeye başlarsınız. herkes arabasına binip eve doğru yol almaya başlar, sonra çok da tanımadığınız bir akrabanız neden beklediğinizi sorar. "e babanemi bekliyorum arabaya bindirmeyecekler mi?" dersiniz. "sen artık babaneni bekleme. onu burada biraz tutup öyle bindirecekler arabaya, gelmesi 2 saati bulur daha öğlene var" der acımasız sesiyle.
sonra helalleşmeler cenaze namazları ve mezarlık safhası derken o gün öyle biter. eve gelirsiniz onu sizin kadar olmasa da çok seven ama o safhalara katılamamış bir yakınınız sorar. "ne yaptınız yavrum" der, "napıcaz ablam yıkadık, toprağın altına gömdük geldik" dersiniz, sokulup kollarında ağlamaya başlarsınız. o gün öyle bitmiştir ve o günden sonrası artık çok da önemli değildir.
eğer yıkadığınız kişi çok yakınınız* ise hayata bir süre ara vermenize sebep olur. çünkü herşey anlamını yitirmiştir artık. zaman durmuştur sanki. kuşlar uçuyor mudur acaba o anda, yoksa havada donup kalmışlar mıdır sizin gibi, bilemezsiniz. çünkü sizin de kalbiniz durmuştur o anda, atmaz olmuştur. hareket edebiliyorsunuzdur ama makineleşmiştir bu hareketler ve engellenmektedir 100 ton olmuş kollarınızın ağırlığı ile. garip bir sükunet ve bilgelik çöker üstünüze, salya sümük ağlamak isterken.
cenazeden birkaç gün sonra kalkar üstünüzdeki bu hal. zamanla unutursunuz tümüyle. yine normal bir adam olarak yalan olduğunu artık bildiğiniz hayatınıza devam edersiniz. ama arada bir o anı hatırlarsınız ve kalbinizde bir şimşek çakar, hayatınızın anlamsızlığını tekrar yüzünüze vurur. "umarım beni de yıkarlarken en azından bir sevenim olur aralarında" diye düşünürsünüz ve "görüşmek üzere" diye geçirirken içinizden, kalbinizde bir tebessüm belirir.
13 yaşımda yaşadığım deneyimdir. o yaştayken ölü dendiğinde bile geceleri etrafı güzelce kesmeden uyuyamayız; gel gör ki üstüne bir tas su döktüğün pamuk deden ise onun yanından ayrılmayı bile istemeyebilirsin.
o çok övündüğün bedenin cansız halinin et yığınından başka bir şey olmadığını anlamaktır.şayet çok yakının ise ölen kişi, çok farklı duygular hissetmeye sebep olur.dokunurken hani bir tepki verse umudu taşır insan.velhasıl ölümün yüzü soğuktur,mesafesi vardır çok yakınınız dahi olsa.
boşluktur.gözleri açık kalmışsa üstelik, başka zaman korkarken o an korkmazsın buz gibidir, kanı çekilmiştir. öpmek, uyandırmak istersin ama bir duvar vardır sanki aranızda.düşünemezsin, konuşamazsın. kabul edemezsin.bembeyazdır, pamuklara sarılıdır. bir taşın üzerinde öylece uzanmıştır. donup kalırsın. dakikalar geçer, zaman akar sen yinede hissetmezsin.