güneş, rüzgar, jeotermal v.s. gibi alternatif enerjileri alt alta toplayın yine de ihtiyacı karşılamayacaktır.
hes, termik, doğalgaz gibi fosil yakıtlı santraller v.s. arttırılarak ihtiyaç çevre kirliliği ile karşılansa da doğal olarak en kolay ve en temiz yöntem nükleer enerjidir.
nükleere karşı isek tek bir dayanağımız var, ters bir durumda nesiller etkilenecek. sadece biz değil, ve çevre değil, doğmamış çocuklarımız etkilenecek.
eğer nükleer santraller olmazsa nükleer yakıtla çalışan denizaltı ve uçak gemilerini nasıl üreticez madem güçlü devlet olmak istiyoruz akdenizi kontrol etmemiz gerek en azından kontrol edenlere katılmalıyız. dolayısıyla 3 tarafı denizlerle çevrili ülkemizde daha çok deniz kuvvetlerine yatırım yapmalıyız ve yine dolayısıyla nükleer santrallere ihtiyaç var. sadece elektrik üretmek için değil.
entry'me cevap yazıldığı için;
1.rüzgar potansiyeli olması başka oradan elektriği üretecek verimli tesisleri kurup üretmek, işletmek başkadır.
2. türkiye'nin rüzgar enerjisi potansiyelinin şu anda tükettiğimiz elektriğin 2 katını karşılamaya yetiyor ibaresi doğru değildir.
3. nükleer santrale karşıyım
diye cevap yazdığım entrynin altında bulunduğu tartışma.
(bkz: adalet herkes için var olmalıdır)
daha büyük yavşaklık için afrika nın yer altı zenginliklerine ortak olmak için yapılan 1 milyon dolarlık yardım.
sanki kendi rezervlerimizi kullanabiliyormuşuz gibi, afrika dan pay alabilmek için sözde yatırım!!! kendi ülkesinde çıkan altını bile yabancı şirketlere aratan bir ülke, bütün enerji kaynaklarımızı tüketmişizcesine nükllere saldırıyolar.
enerjisiz bir kalkınma ve sanayileşme olamayacağına göre konu gerçekten üzerinde durulup düşünülmesini gerektirecek kadar önemli.
günümüzde, akarsular, rüzgar, güneş ve hatta deniz dalgalarından dahi enerji üretilebiliyor ki bunların tümü, ekosistemimiz içerisinde gerçekleşen meteorolojik olayların bizlere bahşettiği nimetler. bu tür yenilenebilir enerji kaynaklarının öncelikli olarak kullanımı elbette ki tüm ülkelerin birinci tercihi fakat önemli bir risk taşıyorlar; o yıl yağmurların beklenenden az olması, rüzgarın az esmesi, dalgaların beklenen düzeye ulaşamaması, güneşin genellikle bulutların ardında kalması gibi sıkça rastlanabilecek durumlarda enerji üretim değerleri çok düşüyor ve tesisler rantabl olmaktan çıkıyorlar.
çalışan bir fabrikada üretimi üstelik de üretim malına ciddi bir talep varken; doğa olaylarına, yıllık iklim değişimlerine bağlı olarak düşürmeniz mümkün olamadığından, fosil yakıtlara yöneliyor ve doğal gaz, kömür, akaryakıt kullanarak elektrik üretmek zorunda kalıyorsunuz. bunda da malesef dışa bağımlısınız.
ülke kaynaklarına dayalı kömürlü termik santraller yapılmaya kalkılsa, "çıkan gazlar doğaya zarar veriyor" denilerek, derin vadilerdeki su kaynaklarında hidroelektrik santrallere yönelinse, "ağaçlar kesiliyor, doğa katlediliyor" denilerek, ağacın-yeşilin bulunmadığı alanlarda tarihi mirasların sular altında bırakıldığı söylenerek, çevre örgütleri, arkeologlar ve sivil toplum örgütleri ayağa kalkıyorlar.
haksızlar mı? haklılar elbet! pekiyi! nükleer santrallere yönelik verilen bu tepkiler malumken çözüm ne? önümüzdeki on yıl içerisinde hızla artması beklenen enerji açığı hangi yolla ya da yollarla kapatılacak?
görünen o ki,
ya! sanayileşme ve kalkınmaktan vaz geçip üretimi düşüreceksiniz,
ya! ham maddesi dışa bağımlı ve pahalıya elektrik üreteceksiniz,
ya da nükleer enerjiye geçeceksiniz.
2023 yılına kadar 10 adet elbistan-afşin daha inşa etmemiz gerekiyor ki başta bu ölçekteki santralleri aynı anda işletecek kömür rezervlerine ve ocak kapasitesine sahip değiliz. su kaynaklarının yüzde 85'ini zaten kullanıyor olduğumuz gerçeği ise gözler önünde. kalan yüzde 15'lik bölüm ise karadeniz'in doyumsuz doğal güzelliğe sahip ormanlık dik vadilerinde ve bunun için de çevre örgütleriyle hükümet arasında "yaparsın! yapamazsın!" tartışması kıyasıya sürüp gidiyor zaten.
bu hızla bir sanayileşme, dolayısı ile kalkınmayı göğüsleyecek enerjiyi üretebilmek için 1 veya 2 de yetmiyor! 2023 yılına kadar en az 1500 megavat kurulu güce sahip 3 nükleer santrale ihtiyaç olduğu meslek örgütlerince de kabul ediliyor.
yalan dünya dizisinde vasfiye teyze'nin dediği gibi,