eğer çocuklara daha küçüklüklerinden beri tanrı gibi davranmaya başlarsanız, büyüdüklerinde şeytan gibi hareket etmeleri muhtemeldir.
ünlü polisiye yazarı p.d.james.
onu yanlış eğitip yanlış yönlendirmektir. bu şekilde yapıldığında, hayatı kararmış olacaktır. zira ahlaktan yoksun bir evlat yetiştirmek, hiç var etmemekten daha acıdır.
Ezmek, eleştirmek, taktir etmemek, bütün yaptıkları hataları yüzüne vurmak (ek olarak daha aklı dengesi yerine gelmediğinde yaptıklarını 12 13 yaşlarında yüzüne vurmak) dinlememek, kendini geliştirmesi için imkan vermemek.
ülkenin gerçeklerini öğretmeden büyütmektir. atasının, bayrağının, özgürlüğün ve insanlığın ne olduğu gerekirse zorla öğretilerek büyütülmeli tüm çocuklar. ufakken baskı gibi gelen şeyler hayata adımını attığında gerekliliğe dönüşecekler zaten..
O çocuğa yapılacak en büyük kötülük , bu devirde sevmeye layık gördüğünüz eşinizin o çocuğu dünyaya getirmesini sağlamaktır . Bu iktidar başta oldukça , #direncondom .
herhangi bir konuda kandırmaktır.
çocuktur kanar dememek gerekir. zira güveni bu kadar erken kırılan bir insan için hayat ileride yaşaması çok zor bir hal alır.
esas olan, ona her ne ise doğrusunu anlayabileceği şekilde anlatmaktır.
belki de onu ötekileştirmektir.
küçüktüm, 9-10 yaşlarında. diğer çocuklara göre çabucak yorulurdum herhangi bir şey yaparken. ailemden gizli gizli peçete, gazete kağıdı, kumaş parçaları, toprak yerdim ve belki de başımın zaman zaman çatlar gibi olması da bu yüzdendi. neyse, bir müddet sonra görenler bende bir solgunluk sezmişti (o gıda dışı bir şeyler yememden bağımsız olarak söylüyorum bunu). komşular anneme benim yanımda sürekli "bu çocuğun yüzü neden bembeyaz, sarı bir hal içinde? sarılık var gibi." diyip dururlardı. bu cümeleleri artık daha da sık duyardım. neyse, okula gider, sırama geçerdim ama öğretmenim beni kenara çeker ve annemi çağırmamı isterdi. derslerimde çok başarılı olduğum için zaten o konuda bir sorun olmadığını bilirdim ve hemen anlardım "galiba ben hastayım. o yüzden çağırıyor annemi." diye. annemi çağırdım ve öğretmenim ben yanındayken anneme "bu çocuğu hastaneye götürün. yüzü sapsarı. sarılık var gibi. diğer çocuklara geçmesin." annem ağlamaya başladı, ben de ağlamaya başladım. ertesi gün ben yine okula gittim ama öğretmen beni içeri almadı, eve yoladı. ertesi gün bir daha gittim, yine almadı, eve yolladı. annem ağladıkça ben de ağlardım. bu arada sürekli eve gelen, evimizden çıkmayan komşular birden ziyareti kesmişlerdi. gelseler bile çok durmazlar, evimizden bir şey yemezlerdi. sanıyorlardı ki ben sarılık hastasıyım, hastalık onlara da geçebilirdi. sonra hastaneye yattım ve öğrenildi ki sarılık- ya da tıbbi ismiyle hepatit b- değildim. sadece demir ekikliğim vardı, kan değerlerim düşüktü. gıda dışı maddeler yiyişim de bu yüzdendi. kısacası anemiydim.
evet, komşular bu hastalıkların bulaşıcı olmadığını bilmeyebilirler ama daha hasta olup olmadığını bile bilmeyen bir çocuğun yanında sürekli "bu çocuk neden böyle? suratına bak, bembeyaz, sapsarı.", "bu çocuğu hastaneye yatırın. diğer çocuklara da bulaştıracak." gibi cümleler kurmak onun psikolojisini nasıl bozar, bir düşünün-ki hasta olduğunu bilse bile böyle iğrenerek, sanki ölümcül bir şeyin içine düşmüş gibi bahsetmek bile mantığın, aklın alacağı bir davranış değil...
tek basına biseyler yapmasına engel olmaktır. cocuktaki mücadele ve başarma yetisini törpüler. koy yemeği önüne döksün saçsın ama kendi yesin. puzzle da bi parcayı takamadı dur yardım edeyim deme bırak kendi bulsun. sandalyeye tırmanmaya mı calışıyor tutup kaldırma düşsün kalksın ama kendi başarsın. cocukları rahat bırakın kardesim.