trt 1 de 12 martta başlayacak dizidir. dizi patronu halil isyanın nı konu edinir. kaliteli oyunca kadrosuna sahip dizinin tutup tutmayacağı salı günü açıklanan reyting sonuçlarına bakılarak belli olacaktr.
bu akşam 19:50 de trt 1 de yayın hayatına başlayacak dizi. geniş oyuncu kadrosu, sağlam senaryosu ve kurgusuyla türk televizyon tarihindeki yerini alacak.
fırat tanış ve teoman kumbaracıbaşı'nın kadroda olması izlemem için yeterli olan dizidir. harem merkezli bir dizi olmamasını umut ediyorum. leyla ile mecnun'dan önce iyi gidecektir kanımca.
başrolünde türkan şorayın iii.ahmedin kız kardeşi hatice sultanı canladnırdığı dizi. ayrıca tolga karel de var. muhteşem yüzyılın aksine haremden çok diğer olaylara ağırlık vereceklermiş gibi duruyorlar.
dinamizmi eksik dizi... bir beş on dakika seyrettim. o göğse kuş koyup sahte yemin etme hikayesi, yahudi masalıdır. sabetay sevi için falan söylerler. konuya nasıl monte edildiğini görünce, filmi seyretmemeye karar verdim...
ekleme: pardon sanayici bahsetmiş zaten olaydan...
an itibari ile trt' de yayınlanmışolan yeni osmanlı dizisi. ne tam olmuş ne de tam olmamış diyebiliyorum. Zira üzerine düşülmüş, gayret edilmiş, farklı bişeyler yapılmaya çalışılmış ancak konu şu an itibari ile çok açık ve süpriz bir şey sunacağa benzemiyor. Tolga karelin kendi kendine konuşarak intikam yeminleri etmesi dizinin geleceği açısından da kalitesi açısından olumsuz olmuş. Ayrıca türkan şoray'a gözüm bi türlü alışmadı.kamera teknikleri ve kullanılan mekanlar güzel seçilmiş. ancak pek beklenileni sunabilecek bi dizi izlenimi vermedi bana.
gayet hoş bir dizidir efendim. fırat tanış patrona halil rolüne cuk diye oturmuş. hele şu canseza hatun'u canlandıran hanım kızımız bir içim su. bir tek türkan şoray biraz sırıtmış, o da o yaştan sonra bir zahmet. sanırım izleyeceğim tek diziyi buldum.
insanların hassas noktalarını sömürme yolunda hızla ilerleyen bir yayıncılık anlayışımız olduğu için, reyting için, para için her kanalda bir tane osmanlı dizisi görebiliriz artık. bu dizi de ona örnektir. daha da devamı gelir bu furyanın...
"muhteşem yüzyıl diye bir dizi yapmışlar, biz neden yapmayalım?" mantığıyla çekilmiş, lakin işin içine memur zihniyeti girince de son derece boktan bir yapım olduğu daha ilk bölümden hissedilmiştir.
yanarım yanarım da bu dizi ile birlikte fırat tanış, cemal hünal ve aslı tandoğan mundar olacaklar ona yanarım...
1. bölüm spoyler
aslında spoyler kullanılmayacak bir dizi, zira kimse seyretmeyecek ve/veya beğenmeyecektir.
efendim, dizimiz nevşehirli damat ibrahim paşa ve "lale dönemi"ni konu almakta ve de patrona halil isyanı ve isyan öncesi ahval ve şeraiti gözler önüne sermeyi amaçlamakta.
padişah ve kardeşi adeta birer etkisiz elaman. iii. ahmet rolünde bir star yok, ama kardeşi rolünde türkan şoray var ve türkan şoray yerine bu diziye sokaktan geçen 50 yaşlarında bir ablayı koysalar daha iyi bir performans sergiler kesin.
bu da şu demek oluyor, trt herhangi bir projede olmayan ve kariyerinin sonundaki türkan şoray'a biraz para kazandırmak istemiş.
bu dizi bir memur zihniyetinin ürünü olduğu için sevişme sahnesi yok, am göt meme yok. olmalı mıydı? kesinlikle...
oyunculuklar zorlama, dövüş sahneleri sanki ağır çekim. ulan insan az biraz spartaküs falan seyreder, ne bileyim türkan şoray'a verilecek parayla yurtdışından bir dövüş teknikleri uzmanlık ekibi falan getirtilebilirdi.
tolga karel her zamanki gibi itici.
dizinin bir sonraki bölümlerinde olacakları ilkokula giden oğlum bile çözdü;
"cemal hünal'ın karısı öldürülecek o da 'yeminimi bozdum hülayn' diyerekten olayları çözecek" falan... 1. bölüm spoyler
sözün özü;
once upon a time ottoman-kıyam...son derece başarısız...sana puanım 10 üzerinden 3 panpa...
dün akşam istanbul city's nişantaşı avm'de galası gerçekleştirilen dizidir.
efendim, çiçeği burnunda dizimizle ilgili kuru bilgimizi verdikten sonra, dilerseniz gala izlenimlerimizi paylaşalım.
gala programına gitmek için motive edici başat unsur, çocukluk ve ilk delikanlılık yıllarımda, aşkın bedene bürünmüş sembolü olarak kabul ettiğim, sebla gözlerinin her bir kıvrımında imana geldiğim türkan şoray'ın orda olacağını öğrenmekti.
hayallerde büyütüle büyütüle nerde başlayıp nerde bittiği belirsizleşen bir dilber'in, gönüllerde birike birike uçları gökleri tarayan uzun kirpiklerin ve sözcüklerin etkileyicilik kazanmak için kapısını çalmaya mahkum olduğu hilal kaşların temaşası... her bir oynayışında bana kadınlığı, her bir duruşunda bana anaçlığı, bana sıcaklığı ve bana efsunlu dünyaları nakış nakış anlatan o zeytin karası gözleri... işte, dilim varmıyor ama, birimizden birimiz gözlerini kapamadan bu dünyaya, iki çift gözden biri çürümden toprak altında, dünya gözü ile görmek istedim aşkın tarifi olan gözlerini...
neyse efendim, vardık nişantaşına. daha avm'ye girer girmez doğa rutkay'la karşılaşmak, bu gecenin oldukça renkli geçeceğinin habercisiydi. kokteylin verileceği alana geçip de gerekli hazırlıkları yaptıktan ve iş paylaşımını tamamladıktan sonra konukların teşriflerini beklemeye başladık. dantelli minili hanımefendi kokoşların teşrifleri ve yerli malı justin bieber makyajlı concon veletlerin ortalıkta afili cakalarla turlanmaları ve her ortamda aynı bok olan lakin böylesi bir ortamda isminin önüne beyfendi sıfatı yerleştirilen erkeklerin ortama doluşmaları ile yavaş yavaş hareketlendik.
onca sosyetik simanın arasında gözüme ilk çarpan kişi, yine bir çocukluk sevdam oldu. mütevazı adımlarla kalabalığın arasından geçen ve ilerde biryerlerde gösterimin başlamasını tek başına bekleyen kişi, hakan ünsal'dan başkası değildi. fotoğrafçıyı ardıma takıp usul ama heyecanlı bir yürüyüşle yanına gittim.
+hakan abi... (hakan bey falan değil.) hakan abi, nasılsın?
-(oldukça mütebessim ve samimi bir yaklaşımla) eyvallah kardeşim. iyiyim sağol. sen nasılsın?
+(mutluluktan sorduğu soruyu pas geçerek) abi, biz seninle büyüdük. mutluluğumu tahmin dahi edemezsin.
-eyvallah kardeşim. sağolasın.
+abi bi fotoğraf...
-tabi tabi... ne demek.
sonrasında bir parça daha muhabbet ve ardından, işten dolayı yanından ayrılmak... küçük hakan orda öyle yalnız bir şekilde gösterimin başlamasını beklemeye devam etti. devam etti ya, samimiyeti ve sıcakkanlılığı ile, hayallerimi cilaladığı ve sempatimi pekiştirdiği için gönlümde büyüdükçe büyüdü.
neyse efendim kokteyl başlamıştı. şarap şişeleri ardı ardına boşalmakta, ortalıkta dolaşan görevliler, servis tepsileri ile hanımefendilerin ve beyfendilerin mezelerini taşımakta ve flaşlar ardı ardına patlamaktaydı. gazetecilerin hayhuyu, yüksek sosyetik ve güncel medyatik simaların dedikoduları, servis elemanlarının koşuşturmacası falan derken, ortam iyice kıvama gelmişti. bu esnada dikkatimi çeken birşey oldu. servis elemanlarından birisi, sigara böreği türevi * bir meze ile doldurulmuş tepsiyi taşımaya çalışıyordu. mezeyi tepside, tepsiyi de havada gören yüksek sosyetik zevatın, kibarlık sınırlarını fazlası ile aşan hamleleri ve adeta mezeyi avuçlama mücadeleleri gerçekten görülmeye değerdi. eleman onların arasından zorla sıyrılıp da ilerlediği vakit, onu beklediğimi hissedercesine yanıma yaklaştı.
+abi, insanı insan eden para değil; kültürdür. dedi.
güldüm.
güldü.
güldük... sonra o işine, ben işime...
tolga karel'in gelmesi, şehvetli kadınları; ıssız adam'ın gelmesi zamane aşk manyaklarını dalgalandırdı. tabi şu gazetecilerin, görüntü kapma çingeneliği yok mu... arkadaş, her ortamın içine ediyorlar bunlar. tamam, işindir amenna... tamam en iyisini yapmak istiyorsun amenna... ama bunu yapmak isterken izdihama sebep olmak, insanları germek, ortamı tatsızlaştırmak da nedir arkadaş... işte böylesi bir hayhuy içinde yıldız yağmuru başladı. elimi sallasam bir ünlüye denk geliyor, başımı çevirsem, bir ünlünün nefesi nefesime karışıyor; nefes alacak olsam, onlarca ağdalı parfümün ağırlığı içimi sersemletiyor... böyle bir şey işte. artık ortam öyle bir hal aldı ki, o ortamda en imtiyazlı insan kimdir diye soracak olsaydınız, istisnasız bütün parmaklar beni gösterirdi. çünkü bir ben vardım aralarında ünsüz olan, aralarında farklı olan ve tabi ki bir tek ben vardım, aralarında caka satılacak olan. ee haliyle bütün gözler bana çevrilmişti. Ne tarafa gitsem, kıçımın dibinde bir ünlü bitiyordu. Hadi benimle fotoğraf çektirmek istesin, hadi beni pohpohlasın, Hadi bana hayran olduğunu söylesin diye yanımda biten ünlüler; onların bu beklentileri boşa çıktıkça daha da ateşlenip birbirlerini iteklemeye başladılar. Neyse efendim, ortam gerginleşmesin diye lavaboya çıkmaya karar verdim.
Lavaboda ellerimi yıkayayım dedim. Yanımda kır saçlı biri bitti. Başımı doğrultup aynada yüzüne baktım. Göz göze geldik. Gördüğüm gözler;
+metin uca ile aynı lavaboyu kullanıyorsun ahbap. Tadını çıkart; şeklindeydi.
Ben de bakışlarımla cevaben;
-bu ortamda caka satabileceğin tek insan benim. Asıl sen hizaya gel dostum; şeklinde mukabelede bulundum ve ellerimi (bkz: sensörlü kağıt havlu makinesi)ne uzattım. Anında avuçlarıma temas eden kağıt havluyu görünce, bizim emektar sensörlü makineye içten içe selamlarımı yolladım. Ve metin uca'ya göz ucuyla dahi bakmadan lavabodan çıktım.
Arkadaş, bunlar salgın bir virüs gibi... her yeri doldurmuşlar.
Cafeye oturmak geçti içimden. Hay geçmez olaydı. Karşı masada, Kır sakallarını entel patinajlarla sıvazlayan Sinan çetin'e haz yaşatmak istemiyordum çünkü. Göz göze geldik.
+beni görmek, seni mutlu etti anlaşılan; demek üzereydi ki, gözlerimle kestirik bir mukabelede bulundum:
-bana caka satma mutluluğunu o kadar rahat elde edemezsin ahbap dedim ve boğaza bakıp içli bir şekilde sigaramın ilk ve son nefesini çektim. Sigaramı küllüğe basıp cafeden çıkarken, koridorun karşı ucundan bana doğru mesafe kat eden kırmızı pijamalı adamı fark ettim.
Aradaki mesafenin azalmasıyla doğru orantılı olarak, detayların belirginleşmesine tanık oldum. Göğüslerinin çatalına kadar inmiş dar bir body ve üstüne salaş bir ceket ve çuval göt- boru paça kırmızı bir pantolon ve kaba kaba çirkin botlar... yüzündeki şımarık ve heyecanlı atikliği görünce, yine aynı diyalog diye geçirdim içimden. Canım sıkıldı. Adam gözlerini gözlerime dikerek bana yaklaştı.
+ahbap, tolga karel'e bu kadar yakın olmak nasıl bir his; demesine fırsat vermemek için, tuttum yanımdan geçen görevliye salon kapasitesi ve davetli sayısı hakkında sorular sordum.
O esnada omzuma çarpan bir omuzu hissettim de, tolga'nın hezeyanıdır diyerek dönüp bakmadım bile.
Sonra... sonrası işte işin en zor olanı...
işin gırgır şamata kısmı bir yana, o artistten o artiste koşan, misal, ali ağaoğlu'nun yanındaki kızın dedikodusunu yapanlar ya da istanbul valisi ile aynı karede bulunmak için çaba sarf edenler, riyakarlıklar, hileler, aptallıklar, anlamsızlıklar, maskeler bir yana...
hepsi bir yana...
ben o gözlerin ardı sıra gitmiştim. O gözleri devasa bir mıknatısa çeviren, nakış nakış işlenmiş hayallerimin ve tasavvurlarımın motivasyonuyla gitmiştim. Bir çift göz demedim. iki kaş, birkaç kirpik demedim. Efsunlu bir tebessüm demedim.
Ben oraya, inançlarımın bir kadın simasında nasıl tecelli ettiğine şahit olmak için gittim.
Ben, bir hasbihale gittim ki, mahiyetine ben bile yabancı kaldım.
............
Uzaktın. Bunaltılmış bir haldeydin. Belli ki, dinginliğe ihtiyaç duyuyordun. Belki de ben öyle olmasını arzu ediyordum. Yüzlerce gözün, yüzlerce riyakar maskenin menzilindeydin. Gözlerin dolaşıyordu insanların yüzlerinde. Ellerini tutarak yeni yetmeliklerini kamufle etmeye çalışan oyuncularla birlikteydin.
Ama sen başka bir derinlikteydin. Tebessümün bile emanetti. Bakışların kaçamak...
ve ben bir köşede durmuş öylece seni izliyordum. Duygularım dolup dolup gözlerime kadar yükseliyor, yüzümdeki maskenin tazyikiyle gerisin geri aşağıya inmeye mahkum kalıyordu.
Bakıyordum sana, bazen içim ezilerek. Bakıyordum sana, bazen dudaklarımı kasıntılar içinde bırakan hayranlıklara gark olarak.
Ben, öylece durmuş, seni izliyordum. Ömrüm kadar uzun olan benden habersizliğini kanıksamış bir halde, seni izliyordum. Ta ki, sen beni afallamalara gark edene değin. Ki bıraksalar, bir ömrü, yüzünün kıvrımlarında olgunlaşan tefekkürlerle tüketebilirdim. Hem nerden bilebilirdim ki, aniden kafanı kaldırıp da onca insanın içinde, onca hayhuyun içinde başka hiç kimseye ve başka hiçbir yere bakmadan doğrudan doğruya gözlerimin içine bakacağını... ve öylece gözlerini gözlerimde takılı bırakıp yumuşak bir tebessümde karar kılacağını...
hepsinden gözlerimi kaçırdım, hepsinden kaçtım da, işte senin o tebessümünde, senin o yorgun yüzünde tam yirmi beş yıl öylece asılı kaldım.
1724'de, üçüncü ahmet döneminde yaşanmış patrona halil isyanını konu almış olan dizi. biraz aksiyonsuz başladı gibi. ama anladığım kadarıyla osmanlı saraylarını değil de osmanlı sokaklarını konu alacak. bu da önümüzdeki bölümlere aksiyon katacak gibi.