bir yaratıcıya inanma ihtiyacı

entry18 galeri0
    18.
  1. önce çevrenin öğretisi, ardından ihtiyaç devreye girer.. sonra sorgulama başlar ve inanç azalması yaşanır.. ardından kimisi azalan inanç üzerine din adı altında dünya üzerinde yapılan saçmalıkları görerek tamamen uzaklaşır, kimisi bi yandan inanır gibi kalır ama ne araştırır ne sorar ne de kitabı okur, kimisi de sorgulamasını derinleştirir, kitabı okur, farklı bakış açılarını inceler, bilime de yönelir, işin felsefik boyutunu da inceler ve ardından tüm bunların ışığında, sadece canlılık denen kavramın bile rastgele, şans eseri, kendiliğinden olamayacağını kavrar.. kaldı ki o canlılık bir de değişimlere uğrayıp olumlu yönde müthiş bir gelişim geçirsin.. sonucunda da yaratıcının varlığı bilimsel, fiziksel, felsefik bir zorunluluk olarak ortaya çıkmış olur..
    0 ...
  2. 17.
  3. "tanrı, insanın kendi çaresizliğini telâfi etme isteğinden doğar" savını öne sürmek, allah ın insanlar tarafından var ya da hayal edildiğini kanıtlamaya yetmiyor. aslına bakarsanız bir "ilah" ihtiyacının "i" sini dahi kanıtlamıyor. tarih boyunca mazlum-allah yakınlığı mazlumların kendilerine bir allah yaratma ihtiyacından değil, allah'ın mazlumları gözetmesinden kaynaklanmıştır. Mazlumlardaki ilaha yakınlık refleksi bu gözetilme hissinden ileri gelmektedir.

    üstelik bu mantığa göre bir ilahın varlığına inanmanın hayatı kolaylaştırması gerekir. ancak ilah inancının kişinin hayatını yer yer zorlaştırdığı da olur. ihtiyacı varken çalmamak bireyin hayatını zorlaştıran bir şeydir örneğin. buna sebep olansa bir ilaha inanıyor olmasıdır yerine göre.

    tabi bu ilah inancıyla birlikte hayatın zorlaşması o kişinin sapkın "kolay hayat" anlayışına göre değişkenlik gösterir.
    0 ...
  4. 16.
  5. allah kendi katındaki yüz rahmetten birini yeryüzünde ki canlılara serpmiştir. içimizdeki birçok duygunun kaynağı budur. bir yaratıcıya inanma ihtiyacı da buradan gelir.
    1 ...
  6. 15.
  7. 14.
  8. El fatır'dan gelen fıtri bir temayüldür.
    0 ...
  9. 13.
  10. insanın acizliğinden gelir. Dinlerin sebebidir. insan sonsuza kadar yok olmaktan korkar, ve onu sürekli koruyup gözeten biri olduğunu düşünmek ister. Dünyada ki adaletsizliklerin yüce bir güç tarafından öcünün bir gün alınacağını düşünmek ister.
    1 ...
  11. 12.
  12. Olsun veya olmasin, insanüstü bir şeyden yardım isteme, manevi rahatlama ihtiyacıdır.
    0 ...
  13. 11.
  14. var edilmeyen bir şey var olamaz düşüncesinden ortaya çıkar. hele süleyman mabedi ve saire araştırdığınız zaman bu düşünceniz kavileşir. bende öyle oldu yani. sanırım başka bir dine mensup olsaydım o dinin doğru olup olmadığını da yine müslümanlıkta olduğu gibi araştırırdım.

    islam kelimesi, türkçede doğru anlamına gelir. yani islama inanmak, doğruya inanmak anlamına gelir. kime göre doğru? onu zaman gösterecek.

    belli bir şeye inanmak ya cenneti yada cehennemi kabullenişken, hiçbir şeye inanmamakta ya hiçliği yada cehennemi kabulleniştir. herkesin araştırması ve üzerine düşünmesi gereken konudur din. neye neden inanılır ki? bu sorunun cevabı insan bünyesinde, hatta varlık bünyesinde vardır zaten.

    dini yanlış anlatan, yanlış yaşayan insanlara kızıp ateistliği veya başka bir dini seçen insanlarla dolu ortalık. bu kadar ciddi bir karar alırken keşke daha fazla düşünselerdi.
    1 ...
  15. 10.
  16. umut ışığı ve tek sığınak arayışıdır.
    0 ...
  17. 9.
  18. Acikca Evrimle alakili bir davranis bicimi.
    0 ...
  19. 8.
  20. hissettirdikleri görecelidir tabi ama bana göre rahatlatıcıdır, ihtiyaçtır.
    0 ...
  21. 7.
  22. 6.
  23. esasında bir idealdir. yüzlerce yıllık bir alışkanlıktan bahsediyoruz. nedir o? hakikati aramak. hakikat nedir? gerçek bilgiye nasıl ulaşılır? bu yüzdendir ki uzun bir zaman boyunca -özellikle orta çağda bunu görüyoruz filozoflar aynı zamanda alim, aziz, papaz veyahut hiç fark etmese yine teoloji eğitimi almış kişiler tarafından, ilgi çekmiş bir konu.

    19.yy'da başlayıp 20.yy'da ayyuka çıkan "hakikati aramanın saçma bir şey olduğu" durumu pozitivist dünyanın bir sonucudur. açıkçası akılcı yaklaşım, pozitivizmin etkisi 20.yy'a iki dünya savaşı birden sığdırmıştır. aslına bakarsanız bu düşünce tarzının dünyaya pek de iyi sonuçlar getirmediğini görmekteyiz. bunu her gün gazeteleri, tv haberlerini açtığımızda da görebiliriz. gündemden örnek vermek gerekirse: "gazze olayı". birbirinden çarpık açıklamalar, gazze'nin haklı bir mücadele sonucu ateş altında tutuluyor olmasını doğru bulan bir pozitivist anlayış, tamamen pragmatist ve "aman bana bir şey olmasın" dünyası.

    tüm bunların sonucu olarak gelenek ve göreneklerine, üst metinlere değil de aile büyüklerinin yaşamışlığının güvencesine bağlıyız. bir şekilde akıl, iki arada bir derede kalır diyebiliriz. inancı sorgulamak veya onu anlamaya çalışmak toplumca dışarı itilmiştir. kötü gözle görülmüştür. çünkü ezelden beri "biz öyle görmedik" oyunu oynarız.

    benim naçizane fikrim, bunun bir ihtiyaç mı yoksa alışkanlıklara dayalı bir toplumsal dayatma mı olup olmadığını çözmek. yani bir yaratıcıya olan inancın varlığı bizi mutlu ediyor mu? eğer böyle bir şey olmasa gerçekten mutlu olabilir miydik? bu tarz sorular. varlığı veya yokluğu arasında bir kanıtlamaya girmek beyhude. ben burada ne kadar olmadığını anlatmaya çalışsam, olduğuna inanan da bana o kadar anlatmaya girişecek. yani ortada bir dayatma söz konusu. nedir bu? düşünceyi yıkma isteği, yerine kendi düşüncenin doğruluğunu savunan argümanları koyup yabancı bilgiyi def etme isteği.

    biraz romantizmi ve muhafazakarlığı bırakacak olursak olay çok farklı boyutlara gidiyor mesela. sürekli mucizelerden filan bahsedilir veyahut hikayelerde bahsi geçen şeyler vardır. o zamanki hikayelerin yüz hatta bin kat daha fenaları hatta kitlesel biçimde katliamlar şeklinde meydana gelmiş. bir şey olmuş mu? olmamış mesela. geçtiğimiz yüzyıl bu olaylara gebe. en basitinden bunu örnek gösterebiliriz. bunu peygamberler düzeyinde konuşma konusu yaptıktan sonra durum çok daha kötü yerlere gidiyor. bu nedenle inanç meselelerini veya yaratıcının varlığının tartışmasını veya muhakemesini yaparken çok dikkat edilmeli. en azından bir dinler tarihi ve felsefenin iyi bir şekilde özümsenmesi şart. benim dinler tarihim eksik açıkçası. ortaya bir argüman sunduğumda bir teolog çıkıp, bir de şu açıdan bak dediğinde ortada kalabilme ihtimalim var. çünkü bende inanmak istiyorum. ve asıl mesele de budur.

    iyi geceler.
    2 ...
  24. 5.
  25. her ne kadar kabul edemesek de aciz varlıklarız. kainatın düzenine ve varlığını bu kadar muntazam bir şekilde devam ettirebilmesine anlam veremiyor, bunu mucizelere bağlamak istiyoruz. sanırım aklımızı sürekli kurcalayan ve cevabını da bulamayacağımız bir soruyla uğraşmak istemiyoruz.

    bir de bunların yanında egolarımızdan doğan kişisel ihtiyaçlarımız var. mesela yok olmayı, silinip gitmeyi kabullenemiyor, iyi ya da kötü kalıcı olmak istiyoruz bu veya başka bir dünyada. ruhu ve benliği olmayan, beyin tarafından yönetilen, organlardan oluşmuş makineler olduğumuzu kabul etmek de istemiyoruz.

    vardır ya da yoktur bilemem ama asırlar, bin yıllar geçse de insanın doğasında olan ve her zaman ihtiyaç duyacağı ne varsa veriyor din ve tanrı kavramı bize. bilimsel açıdan olmasa da psikolojik açıdan gerçekten her devrin kitabı olma özelliği kazandırıyor bu da ona, onlara.
    3 ...
  26. 4.
  27. "tanrı, insanın kendi çaresizliğini telâfi etme isteğinden doğar" her şeyi açıklamaktadır.
    Yok olmak insanın kabul edemeyeceği bir durumdur.
    Zira aklının gelişmesiyle beraber insanlar kendini diğer canlılardan farklı görmeye başlamış ve hayatlarının bir amacı olduğuna kendilerini inandırmak istemişlerdir.
    Bunun için öncelikle bilmedikleri şeylere kendi isteklerine göre anlam yükleyip kendilerini inanmaya zorlamış ve böylece huzur bulmaya çalışmışlardır.
    Tek yaratıcı ise bu ilkel inançların gelişimi ve zamanla akla uygun hale getirilişidir.
    2 ...
  28. 3.
  29. Kimi zaman sebebi sadece ego olur.
    Benlik duygunuz, bencilliğiniz, o narsist tarafınız yok olmayı kabul etmez. Siz yok olamazsınız. O kadar değersiz misiniz?
    Önünüzde bir sonsuzluk, hak ettiğiniz gibi sınırsız zevk olmalı.
    Boşluğa gitmek kabul edilemez.
    2 ...
  30. 2.
  31. Islamiyetin kaynağıdır.

    Yoksa başka bir numarası yok yani.
    1 ...
  32. 1.
  33. insanoğlunun en büyük nimeti ve de en büyük düşmanıdır akıl. kimi zaman derin dehlizlerden uzanan bir yardım merdiveni kimi zaman da dipsiz kuyulara atan hain bir arkadaş gibidir bizler için. kişi bu dipsiz kuyulardayken daha çok arar kendisini kurtaracak bir erk sahibini, bir otoriteyi. içine girdiği o koca boşlukta ufacık bir ışık tanesi arar. bu noktada ortaya çıkar yaradan'a olan özlem ve arayış. mutluyken, keyfi yerindeyken aramaz yaratıcısını. anlık zevklerini tadarken başka şey düşünmek istemez. ne zaman aciz hale düşsek ışık hızında bir yardım bekleriz birilerinden belki evrenden!

    freud'a göre ; 'Tanrı, insanın kendi çaresizliğini telâfi etme isteğinden doğar ve bir kişinin hem kendi çocukluğunun hem de tüm insan ırkının çocukluk döneminin çaresizlik anılarının izlerini taşır ' yaratıcı kavramını baba kavramıyla özdeştirir. bir çocuğun babanın otoritesine ne kadar ihtiyacı varsa insanoğlunun da belirli dönemlerinde sihirli kutsal bir gücün varlığına ihtiyaç duyar. bu boyutta ise çevrede gözlemlediğimiz her imgede tanrının bir yansımasını görürüz. bu panteizme yakın bir görüş olsa da islamiyete göre de edep herşeyde allah'ı görme derecesidir. nefes alan ve almayan herşeyde. böyle düşününce insan belki o sonsuz yalnızlığından bir nebze de olsa soyutlar kendinden.

    peki ya koskoca boşluk olan şu evrende ise kum tanelerinden bile küçükken insan egolarının esareti altında nasıl da mağrur davranır... ilginç değil mi?
    4 ...
© 2025 uludağ sözlük