sonrasında tükettiği şeylerin olanca yükü omuzlarındayken ve yaşayamadığı dostluklara yaktığı ağıtlar kulağında dolanırken geri dönüş yolunu tutturmak niye diye sordu kendisine. neden insanoğlu yaptıklarına ve yaşayamadıklarına bir suçlu arar bilemedi çocuk. Peki gerçekten bilmez miydi insaoğlu dünya sadece kendi etrafında dönmüyordu?
hangi şey rahatlatırdı çekip giden bir insanın vicdanını?
kabullensem, evet artık dostum değilsin desem, haketmedin onca uykusuz geceleri çünkü, bilemedin kıymetimizi desem benim vicdanım da rahatlar mı dedi çocuk. oysa onun vicdanı hep rahattı.
çekip gidecek yüreği buluyorsa adam kendisinde, tek kalemde silebiliyorsa onca uykusuz geceyi, verilen onca emeği bir dostluğa dair, karşılıklı dökülen onca gözyaşını, üstelik ortada tek bir neden yokken harcıyorsa harcıyabiliyorsa dostunu, asla geri dönüp bakmamalı dedi çocuk.
çünkü hiçbir harcanmış yürek, kırıklarını topladığı kapının önünde beklemez.
Yaraları saracak elbet bir liman bulunurdu. ağır bir romanın satırları kimisinin kalbini acıtır ama acı acı güldürür, kimisini ağlatırdı ayna karşısında.
peki keyfi bir zamanda, keyfi bir sebeple, unutmuştum aslında kandırmacasında, yapaylığında ve evet banalliğinde ardına bakıp da vazgeçilmiş o kalbi bıraktığı yerde bulamadığında kızmak niye?
oysa kendisi de biliyordu, farkındaydı ki bu kızmalar vicdanınaydı. bırakıp giden kendine kızıyordu, kaybettiklerine yanıyordu ve bulduğu tek suçlu onu beklemeyen o candı.
onca gitmeleri aynı içtenlikle beklemiş birine yapılmış büyük haksızlık diye geçirdi içinden çocuk.
anahtarı bilinmeyen bir bedende gizli, yedi kat zindanlarda çürümesi için belki de taşınan bir kalbe yapılmış bir haksızlık...
beklemek...
sadece ve sadece gerçekten seven içindi...
bir ömür biriktirdim ben dedi çocuk.
ve yaşamak ağır bir romandı.
sadece gitmeyen dostlarım olsun dedi. baktı ki en sıcak dostluk bile son bulandı.
ve sonrasında, bir yalnıza özendi çocuk...