bir vazgeçiş olarak vücuda ahmet kaya zerk etmek

entry1 galeri0
    1.
  1. Saat yaklaşıyordu. kim tahmin edebilirdi o anda gök gürültüsü korkusu olan o ağlamaklı kız çocuğunun bir gün daha da ürkütücü bir sesin varlığını düşünebileceğini ? hani ahmet kaya şarkısında şehirlere yağan bombalar çığlıklarıyla ancak yaratabilirdi bu korkuyu. hani sur üflense o an,o kadar ürperirdi insanoğlu.

    adam ise daha dirayetli görünüyordu. yine bir Ahmet kaya şarkısındaki güneşten ışık yontan sert adamdı tabir-i caizse. beklenen ses duyulduğunda o mahur besteyi çaldırmayacak,ne kendisini ne de müjgan'ı ağlatacaktı.

    aslında beklenmeyen,istenmeyen ama afili cümlelerin içinde hep ''beklenen o an'' olarak geçen kasvet dolu an geldiğinde hoparlörde tok sesli bir kadın beliriverdi.

    -713 sefer sayılı istanbul-manchester uçuşu yolcularının dikkatine,bekleme salonuna gelmeniz rica olunur.

    o an..

    nasıl bir andı öyle ? o mahur beste çalmamıştı belki kulaklarda ama nasıl da bangır bangır bağırıyordu her bir yan;

    ''avutulmuş çocuklar çoktan sustu bir ben kaldım ortasında gecenin..''

    aslında aniden oluşmuştu bu kısa mı uzun mu belli olmayan gidiş. hoş,farketmezdi ya hani uzunu kısası. kim çıkıp da cüret edebilecekti üç kuruşluk uzunluk birimlerinin adını mesafe diye önlerini sunup bir de sevdaya engel olabileceğini söylemeye ? yahut ciğeri beş para etmez zaman ölçülerinin ?

    başını avuçları yanaklarını kaplayacak şekilde tuttu adam müjgan'ın. müjgan'ın yanakları alev,gözleri birer şelale yağmur ormanlarının derinliklerinde..
    adamın avuçları kan,yüreği revan,titriyor dudakları sancıdan..
    müjgan konuşmaya yeltendi bir an,
    susturdu adam.

    -sakın. Sakın tek bir söz çıkıvermesin ağzından. tek bir kelam duyarsam, gidemem. gitmem.
    bilirsin beni,şimdi kendim o çok sevdiğin gökyüzüne çıkıp da seni aşağılarda bir yerlerde bırakıp oralardan el sallamayamam sana.

    müjgan başını salladı. az önce şelale olmuş gözleri bu kez aşağı yukarı sallanan başıyla birlikte adeta birer siyah abiyeler giyinmiş bulut oluvermiş yeryüzüne sicim gibi yağmurlar gönderiyordu.

    içinden konuşur oldu bu kez adam:

    -yapma. bakma en sağanak yağmurlarına şemsiye, sana dökülmüş şahi toplarına birer delinmez sur olduğuma. yapma, dayanamam. sen her şeyi bilirsin benim olan, bende olan. amenna. Bilmediklerin de var ama. bir dağ olabilirim aşılamayan, lav olabilirim santim santim dünyaya mevzu bahsin içinde gülüşlerin oldukça. gel gör ki tek damla gözyaşın duman eyler o lavı, dayanamam yapma.

    saat artık yaklaşan değil gelmiş olan diye tanımlanıyordu. gidiyordu.
    dönmek üzere gidiyordu elbette. daha çabuk dönebilmek için bir şehre. daha diri, daha emin, daha dik dönebilmek için. tam anlamıyla dönebilmek için gidiyordu. daha iyi koşullar sağlayabilmek için gidiyordu geleceklerine. Hoş, gidişini hiç düşünmemişti ya zaten başından beri, dönüşünü düşleyip duruyordu.
    tüm bunlar yaşanırken iki çift göz yalnızca birbirinin en içine odaklanmış, müjgan'daki yanaklar sıcaklığını hiç yitirmemiş, adamdaki eller kan kızılı yanakları kavramayı hiç bırakmamıştı. derken gök gürültüsünden daha çetin ve keskin o ses..

    -713 sefer sayılı istanbul-manchester uçuşu yolcularının dikkatine, bekleme salonuna gelmeniz rica olunur.

    ''ne yanaklarına dokunacağım ne de dudaklarına. öyle bir özleyeceğim ki seni.. geri döndüğümde uzaklaştığım okyanuslarca kucaklayacağım öpüşlerimle yanaklarını, dedi adam ve avuçları yavaş yavaş kayıverdi aşağıya..''

    zaman o saniyenin üzerinde durdu sanki. bir kez daha konuştu içinden konuşmasına da, bu kez vücudunun delicesine titrediğini hissettiğinden kaçırdı gözlerini,çevirdi başını sağ yana..

    ''ağzından çıkanı kulağın duysun be ahmak herif. bir kez derin bir koku eşliğinde öpmeyecek misin yani ?''

    birkaç dakika öylece durdu bu sorusunun ardından. lafını da yere düşürmezdi hani. ahmet abisi gibi, ceketini yağmurlara astığından beri tehlikeli şiirler okuyan, dünyaya sataşan adamlardan olmuştu daima. bu kadar özleyeceğim derse, o kadar özlerdi.

    başını tekrar çevirdiğinde kendisine uzatılmış bir ufak kağıt parçası ile göz göze geldi. önce anlamasa da idrak edebildi sonradan. susmasını istemişti müjgan'ın. müjgan ise o başını çevirmiş kendi iç savaşını verirken, çantasında bulduğu ufak bir kağıda bir şeyler karalamıştı belli ki sustuklarını. uzandı adamın ellerine kağıdı koydu kalbinin tam ortasında taşıdığı adamın avucunun yine tam orta yerine..

    müjgan birden sessiz sinema oynar bir edayla bir şeyler anlatmaya başladı. onca buhranlı dakikanın içerisinde nasıl da komik gelmişti aslında. tebessümünü esirgeyemedi adam. ve ardından müjgan..
    müjgan kağıdı uçuş sırasında okumasını istiyordu adamın.

    söylediği gibi yaptı adam adımlarını almadan evvel. dudakları yalnızca gözlerine değdi müjgan'ın. kızıldeniz'in tuzlu sularına..

    saatler sabahın 05.00'ını,takvim yaprakları eylül sonlarından bir günü gösteriyordu..
    bedenine yansıyordu müjgan'ın içinde dönen yarı kırık kasetteki şarkının sözleri..

    '' ay gidiyor.. güllerim kanıyor..''

    şehrin erken uyanan evlerinde yeni yeni yanmaya başlayan ışıkları birer nokta halini alırken ceketinin iç cebine uzandı adamın eli. titreyen eli korkusu muydu okuyacaklarından sonra o uçağı geri çeviremeyeceğini biliyor oluşunun yoksa ardında bıraktığı bir çift göz müydü bilinmez,çıkarması hayli uzun sürdü biçimsiz kağıt parçasını. gözlerini kısarak sesli bir şekilde okudu;

    ''iyi ki varsın..''

    ve fısıldadı gözleri uykuya merhaba demek üzere kapanırken,

    -çok yakında döneceğim..

    --------------------------------------

    -hocam kapatmaya hazırlanıyoruz da,kasayı kapatacağız hesabı alabilirsek seviniriz.

    -....

    -kardeşim iyi misin ?

    -pardon birader,iyiyim iyiyim. dalmışım. ne vardı ?

    -yanlış anlamazsan hesabı rica edeceğim,kapatıyoruz da yavaştan.

    -haa tabi. vereyim. pos var mıydı ?

    -getireyim hemen.

    -eyvallah.

    (...)

    kadıköy'de yalnız başına demlenmenin en güzel yanı rıhtıma doğru sallanıp üç çeyrek ekmek arası yuvarlamak olmuştu her zaman rıhtımın köftecilerinden. boşalan sokaklarda yankılanan yalnızca neşeli roman havası melodileriydi ya da alkolün verdiği zehirli düşünceleri bir nebze olsun alabildiği için bir tek ona odaklanmak istiyordu kulakları. romanların sadece vurmalılardan oluşan ritmik gürültüleriyle ilerlerken tanıdık bir simaya takıldı gözleri.

    -abi ?

    -ooo koçum benim beee,ne zaman döndün sen ?

    -oldu abi be biraz.

    -e niye haberimiz yok oğlum ?

    -uğramıyorum pek kadıköy'e.

    -biz kadıköy müyüz oğlum ? bize niye uğramıyorsun ? numaramız yok mu sende sanki.

    -var da abi.. öyle işte be. kusura bakmayın kendimleyim bu aralar biraz.

    türker abi eski trombonculardandı. son derece nazik,naif aynı zamanda batı kültürüyle harmanlanmış bir adamdı. hafiften beyaza çalmaya başlamış açık sarı tonda topsakalı ve kısa sayılabilecek saçları olan,1.75 boylarında,daima güleç bir insandı. vakt-i zamanında bir çok ünlünün ekibinde çalışmış ama gel gör ki evladı gibi sevdiği enstrümanıyla baş başa kalmıştı bir vait sonra. hiç evlenmemişti,evladı da yoktu yani. belki de bundandı kızım diye seslenmesi altın sarısı enstrümanına. yaz aylarında kadıköy ışıklarında iş bankası'nın önünde çalardı. önceleri gündüz gözü başlayıp geceye kadar devam etse de sonraları zabıta arıza çıkardığından akşam 20.00-21.00 gibi inerdi sahaya gece 23.30 sularına dek. kadıköy'de anlamlı nağmeler tutturan tüm sokak çalgıcıları gibi o da yıllardır selamlaşıyor olmanın getirdiği abilerden,arkadaşlardandı onun için.

    -eee sen erken dönmüşsün oğlum daha uzun kalacaktın ?

    -erken döndük öyle icap etti abi.

    -hayırdır oğlum fena içmişsin sen. konuşman da ayrı bozuk. müjgan mı mesele yoksa ?

    -boşver abi. sen burdaysan bana darılma ben kaçayım biraz işim var.

    -peki abim. en kısa zamanda uğra yanıma.

    -eyvallah abi,sözüm olsun.

    tam yavaştan başlamıştı ki adımlamaya bir kez daha seslendi arkadan;

    -koçum !

    -buyur abi.

    -üzme kendini derdim de,ben bile üzüldüm. severdik sizi biliyorsun.

    -biliyorum abi.

    -ne zamandır ?

    -hangi gündeyiz abi ?

    -6 haziran

    -çok olmuş.

    -yok mu deva ?

    -var tabii.

    - ?

    -vazgeçmek.

    - ...

    - selametle abi kendine iyi bak..

    dişlerini sıkıyordu. yumruğunu sıksa bir yere isabet ettirecekti o saniye. dişlerini sıkıyordu sadece sükut ile el ele tutuşmuş.

    Sahi niyeti köfteydi hatırlayıverdi birden. nereden çıkmıştı şimdi bu allah'ın sarı sakallısı..

    ''iştahımız da kaçtı,güzelim köfteden olduk iyi mi..'' diye söylendi kendi kendine.

    ayakları beşiktaş vapur iskelesinin yanındaki demir korkuluklara sürüklemişti kendisini bir süre sonra.
    telefonunu çıkardı usulca. birkaç gece önce yakın bir dostundan gelmiş olan o kısa mesajı açtı..

    hakiki insanlardandı mesajın geldiği isim çevresindekiler içinde. müjgan'ın da vaktiyle çok sevdiği bir arkadaştı hem sonra. Bundandı adamın kendisi dahi suskunluğuna leke sürmezken, yanındakilerden birinin olan biteni kavrayamayıp ve kaldıramayıp sitemler savurması müjgan'a.

    uzunca bir süre açtığı mesaja gözlerini değdiremese de son bir çabayla silmeden son iki cümlesine gözlerini kısarak baktı mesajın.. tıpkı bindiği uçakta iç cebinden titrek parmaklarıyla çıkardığı kağıttaki yazıya bakar gibi..
    okudu bir kez daha, son bir kez daha kadim dostunun ve müjgan'ın tuşladığı satırları;

    -bunca emek bunca fedakarlık bunun için miydi müjgan ? kurulan hayalleri henüz dal kurumamış, yaprak dahi solmamışken bir başkasının kollarına bırakmak için mi ? bu kadar mı erezyona uğradın eski dostum müjgan ?

    Yanıt ardından sıralanıyordu :

    -kimse kazanmadı. hepimiz kaybettik. ve o bir başkası olarak hitap edilen, dünyanın en kötü insanı bile olsa '' iyi ki şu an var.''

    müjgan'ın yazmış olduğu satırların son kısmını defalarca kendi kendine avaz avaz okudu adam. bir kadıköy rıhtımında denizin simsiyah sularına karşı dikilerek, bir sonsuz boşluğa doğru kalkmış o uçağın koltuğunda istanbul'u izleyerek okudu.
    kısılan gözleri yanmaya başlamıştı. kadıköy rüzgarının serinliği anlık da olsa vursun diye başını kaldırıp beyazıt sahiline iliştirdi gözbebeklerini.

    müjgan'la bir keresinde kaybolmuşlardı beyazıt sahili'ne inen yokuşların birinde. ne kendisi adam'dı o zamanlar ne de müjgan o mahur beste'ye ağlayan müjgan..

    mesajı bir daha okunmaması üzere sildi. bıraktı denizlerin en derinlerine.

    kulaklıklarını taktığında ahmet abisinin yıllardır dinlediği o şarkıda ne demek istediğini belki de ilk kez gerçekten anlıyor,hissediyordu..

    '' ne sen leylasın ne de ben mecnun. ne sen yorgun ne de ben yorgun. kederli bir akşam içmişiz,sarhoşuz..hepsi bu..''

    --spoiler--

    tanım; ekşi tatlı, küf kokulu bir eylemdir.

    --spoiler--
    16 ...
© 2025 uludağ sözlük