her ne kadar ciplak goz ile gormesekte, belgesellerden seyrettigimiz kadar; erkek arslanlarin basindaki en buyuk dert.
adamlar sabah aksam bir oraya bir buraya tiklamaktan baska bir is yaptiklari yok.
dışarda bir yerlerde hayatların devam ettiğini fark ettiğinde, bulanık görüntüler netleştiğinde - bilgisayarın yaydığı ışıktan gün ışığına geçildiğinde ve o gün ışığı karanlıktan çıkmış bünyeye hücum ettiğinde- afallayan yurdum genci isyandıdır. oysa o hayatını beklemeye almıştır. ansızın bir yanlışı yaşadığını fark eder. ben kendi adıma ( sait faik kadar olmasa da ; kendisi yeni nesil için " biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük, siz göremeyeceksiniz." der çünkü. ) çayırda, çimende çok koştum; saçma sapan oyunlar oynadım, bisiklete bindim. şimdiki nesilse bambaşka, üstelik onlarla aramda kuşak farkı bile yok, üç beş yıl nasıl koparmış bizi böyle? öğrencilerime bakıyorum, bütün gün netteler. erkekler " knight online" peşinde, kızlar köşe başlarında süzülüyor en fazla; çocuk değiller sanki. oysa büyümenin yolu hayatın içinde olmaktan geçer, msnde cıvıldamaktan değil. kitaplara olan uzaklığımız milletçe hep vardı, ona değinmeyeceğim. üniversite öğrencilerine bakalım: ( ki çok değil, dört yıl önce ben de aralarındaydım.) inanamıyorum onlar bizim geçtiğimiz duraklara uğramıyorlar bile. mesela okulda ilk yıl sınıfça gezme geyiğine.* king oynamak şöyle dursun; kupayı, maçayı tanımıyorlar. biz güzel havalarda " üf tıkılıp kağıt oynadık!" diye yıpratırdık kendimizi, şimdikiler evden çıkmıyor, meğer biz kağıt oynarken bile acayip sosyalmişiz.*