geçenlerde bayağı yorucu bir günden sonra işten çıktım, bir iki bira içmeye gittik arkadaşlarla. soğuk biralarımızı söyledik, ortaya da karışık çerez, miss.
yalnız gelen çerez pek karışık değildi. yoğunluk sarı leblebiye verilmiş, arada beyaz leblebiler, çok nadiren fıstığa rastlanan bir çerez tabağıydı. ilk sarı leblebiyi ağzıma attığımda çocukluğumda ki o tadı aldım. daldım gittim hemen. yaklaşık 1 dakika ortamdan koptum ve aklıma çocukluğum geldi...
şimdi ki gibi her köşede mek danıltslar yoktu aga. olsa da cepte para yoktu. patates dediğin bizim için en güzel halini arkadaşlarla toplanıp, sağdan soldan bulunan çalı çırpıyla közlenince alırdı. hamburger dediğini biz zaten üniversitede gördük. salçalı ekmekti bizim en leziz ekmek arası yiyeceğimiz. ayrıca para kavramı bizim için 5-6 kişinin evden bozukluklar getirip kames top almasıydı. en büyük derbi, diğer mahallenin çocuklarını da alıp o topla haftalarca 7 de yarı 15 de biter maçlar yapmaktı. en sonunda top patlayınca, topu ikiye bölüp şapka yapmanın tadı da, ne sinema da patlayan mısırlarda, ne de patlayan havai fişeklerde, hiç birinde de bulunamazdı.
sabahları evden çıktığımda öğrencileri görüyorum. hepsinin ayağında nike adidas ayakkabılar. markaları genç yaşta öğrenmek iyide kardeş, o ayakkabının sizin için markadan öte anlamı yok ki. sen o ayakkabının üstüne siftah deyip basmadıktan sonra neye yarar o ayakkabı?
şimdi ki çocuklar için yaratıcı değil diyorlar. nasıl olsunlar baboli? adamlar bilgisayarla doğuyor lan. sonra da bilgisayar bağımlısı olup çıkıyorlar. biz küçükken bilgisayar ne gezer? commadore 64 ile tükettik biz kendimizi. onu da bulamadığımız da 2 kişiysek gider binanın asansörüne oturur birilerinin asansörü çağırmasını beklerdik. sonrada kapıyı açtıklarında deli gibi bağırarak korkuturduk. 3 kişi olunca alman kalesi, 4 kişi olunca simit, 5 kişi olunca kemer saklambacı oynardık.
sınırsız internette how i met your mother izleyerek değil, 27. kez hababam sınıfını izleyerek gülerdik tüplü televizyonlarda. televizyonda yetenek yarışmalarını değil simoviç'in gol şov adlı yarışını izlerdik biz. gol olunca mehmet ali erbil dobrovski falan derdi amk. kanal 6 nın tedavülde olduğu zamanlar. düşün artık.
ve bizim için en büyük zorluk ne bir oyunda geçilemeyen bir bölüm, ne konuşmayı başaramadığımız bir kızdı. bizim için en büyük zorluk, o silindir tüplerde satılan leblebi tozunu yerken yusuf demekti.
bütün bunlar aklımdan geçtikten sonra tüm leblebileri tek tek topladım, attım ağzıma başladım çiğnemeye. kendimden geçmiş gibiydim. kafamı kaldırdığımda iki arkadaşımla göz göze geldim ve yusuf dedim. daha doğrusu demeye çalıştım. ffuugsff gibi şeyler çıktı ağzımdan. gülümsedim. arkadaşlarımın bakışları korku ile büyürken benimde gülümsemem büyüdü. kaldırdım arjantini diktim tepeye. mutluydum...