vay necip fazıl vay; sen neymişsin be adamım? yobazlar; kılavuzunuz bu arkadaş; bilesiniz!
"Derginin siyasi-ideolojik çizgisi zaman içinde şekillendi. NFK’ın ‘iptidai’ diye adlandırdığı ilk dönemde, mecmuada dini içerikli pek çok yazı çıktığı halde CHP ve Tek Parti rejimi ile ilişkiler gevşek de olsa sürüyordu. Örneğin 1943’te yayımlamaya başladığı Büyük Doğu (Büyükdoğu şeklinde de yazılır) mecmuasının 9. sayısı “Atatürk’ün Altın Anahtarla Açtığı Son Fabrika Kapısı… Şimdi Onun Ruhu Ayni Anahtarla Türkün Zafer Kapısında…” başlıklı kapakla çıkmıştı. 10. sayıda ise “Atatürk Dirilecektir!” başlıklı bir yazı yayınlandı. Methiye şöyle devam ediyordu: “Bir gün Atatürk dirilecektir!!! Evet, lâf ve hayal, yahut fikir ve remz âleminde değil, doğrudan doğruya madde ve hakikat dünyasında Atatürk hayata dönecektir!!! Bir gün Atatürk, Etnografya müzesindeki taş sandukasının kapağını omuzlarile kaldırıp, ufkî (yatay) vaziyetten şakulî (dikey) hale geçecek ve sırtında mareşal üniforması, Ankara’da Atatürk bulvarında görünecektir!!! Bir gün onu, kâfurîden yontulmuş asîl ve mevzun parmaklarile kılıcının kabzasını kavramış, zarif ve ince endamile bir masaya eğilmiş ve gök gözlerile dünya haritasını süzmeğe başlamış olarak göreceğiz!!! Bugün, dünya muhasebe ve muvazenesinde Türk milletine ait hakların terazi kefesinde görüneceği andır!!! işte o gün başımızda bulunacak olan şahsiyet, günün gerektireceği üstün kurtarıcılık vasıflarına göre, ruhile olduğu kadar maddesile de Atatürk’ten başkası olmıyacaktır. Zira, Türk milletinin içindeki Atatürk’lerin harekete geçmelerile, onun sandukasını devirip bu Atatürk’lerin derisi içine yerleşmesi ayni ana rast gelecektir!!!”
...Gözüme görünen şeyi açıkça, kaidesiz, tertipsiz ve imansız söylüyorum. Eğer zayıf tutarsan, eğer inkılâbın yüreğini, hassasiyetini ve sinirlerini temsil etmezsen, bıçağın ters tarafı ile yirmi dakikada kesilen Kubilay’ın kafasında sana tevcih edilen akıbeti seyredebilirsin... Türkiye’nin nüfus kütüğündeki softa ve mürtecilerin yeşil kanını kurutacaksın; bu kadar...”
5 Ocak 1931 tarihli Hakimiyet-i Milliye gazetesi
yürü be necip fazıl! helal sana bu yollar. özellikle sözlük yobazları "softa ve mürtecilerin yeşil kanını kurutacaksın" kısmını iyi okursa sevinirim.
Üstad Necip fazıl o kadar büyük bir adamdı ki vefatının ardından 35 yıl geçmesine rağmen it sürüsü kuyruğunu tutarak onun izine doğru havlamaya devam ediyor.
Yalan, sahtekarlık ve aptallık üçlüsünden beslenen din düşmanı kılçıklar her sözlerinde olduğu gibi burada da yalan dümen işlere devam ediyorlar. E alışmış kudurmuştan beterdir tabii. Bir zümre ki inandıkları tarih bile yalanlarla dolu, ne beklersin?
Necip fazıl'ın hayatının bir devresine kadar zaten islam'dan uzak yaşadığını ve o devrenin ardından yavaş yavaş olgunlaşıp çizgisini bulduğunu bütün dünya biliyor, demek ki bir tek bizdeki şempanze torunları bilmiyor.
Necip fazıl'ın 50'li, 60'lı, 70'li yıllarda yazıp çizdikleri, konferansları, çıkardığı büyük doğu dergileri ve davası uğruna senelerce yattığı hapisler ortadadır. Ama bunlar bu şempanzeler için bir şey ifade etmez. Onlar gerçeğin değil zübüklüğün peşindeler.
Siz dönün de şişirme sahte şairiniz moskof kuklası nazım haininin gençliğinde yazdığı dini şiirlerden bahsedin. Bırakın boş tantanayı.
aaaah kardeşlerim ah. mustafa kemal atatürk vefat ettiğinde yazdığı şu satırlara bakar mısınız?
“son on beş gündür her sabah yatağımızdan kalkıp dolmabahçe sarayı’nı yerinde bulduktan sonra, ona varlık ve mana izafe eden unsurun yok olduğuna inanabilmek, yaban bir idrak işkencesi; atatürk’ten bir parça halinde kalan birçok şey arasında onun yokluğu, merkezi olmayan bir daire tasviri gibi, içinden çıkılmaz bir muhal hissi veriyor. fındığın kabuğunu kırmadan içini yiyen korkunç bir sihirbaz edasıyla ölüm, atatürk’ü hüviyeti etrafındaki büyük zarfa el değdirmeksizin aldı götürdü
… hiçbir türk, kendini, devlet reisine, bütün dünyanın bu türlü bir saygı göstereceğini ümit etmezdi. osmanlı imparatorluğu’nun yarı dünyaya sahip olduğu devirlerde bile böyle bir ihtirama sahip olabilmiş hükümdar yoktur. avrupa’nın, bize en yabancı milletlerine kadar heyetlerle, askeri kıta’larla ve en büyük mümessillerle ankara’ya koşmuş olması gösteriyor ki garp, atatürk’ün şahsında türk ehliyet ve kıymetine artık inanmıştır. bu inandırışın büyük aksiyonunu yapan milli kahraman’ın ölüsü karşısında da hiçbir protokol kaidesinin olmadığı ve hiçbir garplının bir yabancıya göstermediği bir hürmetle şapkasını çıkarmaktadır.
(son telgraf 25 kasım 1938)
neden yazmasın ki? çünkü asıl kimliği bu. chp'ye vekillik başvurusu yapan, kalemini sadece yazmak için kullanan ve devrime bağlı.
ancak, kumar berbat bir illettir. ocak söndürür gerçekten. bu örnekte ise kendisini söndürmüştür. borç büyüdükçe küstahlaşmıştır. küstahlaştıkça daha da militanlaşmıştır. bu militanlık yobazlar tarafından kabul görüp kiralanınca da hem onlardan biri olmuş hem de zaman zaman kanaat önderliğine soyunmuştur.
yani her zaman olduğu gibi yobazlık tamamen duygusaldır. bu satılık arkadaşlara hiçbir zaman itibar etmemek gerekir.
necip fazıl kısakürek atatürk döneminde atatürkçü, inönü döneminde inönü düşmanı, menderes döneminde ‘’kalemimi sizin için kullanmaya hazırım’’ diyecek kadar menderesçi, 1970 li yıllarda ise islamcılarla ülkücüler arasında gidip gelen bir siyasi figür olmuştur. parayı veren düdüğü çalar.