bir kaypak hikayesi 1

entry1 galeri0
    1.
  1. Kendini adeta bu iş için doğmuş gibi hissediyor ve her gün aynı heyecanla yataktan kalkıyordu. Yalan söylemeyi ve rol yapmayı o kadar seviyordu ki, hiç gereği yokken bile saatlerce aynı konu üzerine tonlarca yalan üretebilir ve baştan aşağı herhangi bir hikayeyi canlı yaşıyormuş gibi, adeta olayın içindeymişcesine anlatabilirdi. Yalan dolan ve sahtekarlık onun işi ve sanatıydı. Bu konuda bu kadar iyi olması hoşuna gitse de bunu aynı zamanda mesleği için yapıyor olmak ona daha da çok haz veriyor daha da çok sahip olduğu kırılgan egosunu okşuyordu. Kendi içinde herhangi birine en basit konuda olsa bile doğru olan bir şey söylemek, ona sanki kendinden ödün vermek gibi geliyordu çünkü yalan söylemediğinde kendini çıplak gibi hissediyordu.

    Kendisini bu iş için doğmuş gibi hissetmesinin nedeni geçmişinde küçük çaplı bir aktörlük deneyimi olması değildi sadece, aile olarak uzun zamandır bu işle ilgili önemli bir geçmişleri vardı. Ailesinden birçok kişi tıpkı kendisi gibi bir çok kademede görev yapmış olan o bilindik ajanlardan ve casuslardan olsa da, o kendisini bu şekilde tanımlamıyordu. Ona göre ait olduğu sosyetenin küçük bir oyuncusundan başka bir şey değildi. Kendinden öncekiler ne yaptıysa, o da aynısını yapıyordu sadece.

    Kendisini her zaman şanslı ve koruma altında hissetmişti çünkü ne de olsa arkası doluydu ve ortalık kandırılmak için can atan saftiriklerle kaynıyordu. Kendi özel hayatında ne yaparsa yapsın her zaman bir çıkış yolu olduğunu bilerek hareket ediyor ve ait olduğu yapının meyvelerini her anlamda yiyiyordu. Çünkü ona göre ait olduğu yapı haricinde herşey suistimal edilmesi, kandırılması ve yönlendirilmesi gereken enayilerden başka birşey değildi.

    Koruma altında olduğunu bilerek hareket etmeye o kadar çok alışmıştı ki, bu yüzüne bile yansımıştı. Suratında adeta sürekli yalan söylemenin ve bir çok enayiyi kandırmanın verdiği sapıkca bir haz vardı, bu yüzden buralar bizden sorulur tavrını bile bazen saklamakta zorlanıyordu.
    Bazen aynaya baktığında kendi aklını bile çelebilmesi özellikle hoşuna gitmişti. Kim bilir belki de dağ taklidi yapan bir başka fare değil de, gerçekten aklında düşündüğü veya olduğunu sandığı o kişiydi. Belki de rolünü oynayan o karakterden daha da ötesi vardır diye düşünüyordu.

    Kısa seanslarla olsa da televizyonlarda veya medyada yer almayı özellikle sevmesinin bir diğer nedeni de bazen kendini izlerken şaşırmasıydı. Sanki kendisini değil de, bi anlığına baştan aşağı değişmiş başka bir karakteri izlemek gibi geliyordu. Bunu seviyor olmasının bir diğer nedeni de bir çok kişinin fikri bile olmadığı şeyleri biliyor olmak ve ortada olan hareketin kendince bir parçası olmaktı. Aksiyonun ve hareketin bir aktörü, sahadaki ajanı olmak, toplumun farkında olmadığı sırları taşımak ve bu heyecanı paylaşmak her sabah yataktan güler yüzle uyanmak için yeterli bir nedendi. Kendisine itiraf edemese de sanki bir film aktörü gibi hissediyor ve işini de seviyordu.

    ilk bakışta o da iki eli ve iki ayağı olan sıradan bir '' insan '' gibi görünüyor olsa da onun gibi basit karakterlerin, realite içinde sisteme hizmet etsin diye özellikle seçilip programlandığını anlamanız uzun sürmezdi ve zaten bu tür karakterlerin bireysel irade yerine grup iradesini daha çok yansıtması da bu yüzdendi. Tek başına bir hiç olsa da ait olduğu grubun küçük bir dişlisi olarak hareket ettiğinde kendini üzerinden ifade edebilecek bir karakter kalıbına sahip olabiliyor, bu şekilde o anlamsız ve ucuz benliği belki de küçük bir anlam bulabiliyordu. O yüzden büyük bir makinenin küçük bir dişlisi olarak hareket etmek doğasında vardı çünkü aksi halde bir hiç olduğunun zaten farkındaydı.

    Bugün onun için daha farklı bir gündü çünkü uzun zamandan sonra ilk defa gözlerini, daha önce hiç görmediği ve bulunmadığı bir mekanda açmıştı. Nerede olduğunu anlamak için bir süre yerinden kalkmadan şaşkınlıkla etrafına baksa da pek bir şey görememişti. O yüzden tüm gücünü toplayarak ayağa kalkarak bakmak istediğinde, pekte tekin bir yerde olmadığını anlamış ve hissetmişti.
    Biraz yürüyüp etrafına baktığında içerisinin daha önce gördüğü herşeye biraz benzeyen ama tam olarak hiçbirini yansıtmayan eşyalar ve objelerle dolu olduğunu gördü. Tek tek her birine özenle baksa da daha önce bildiği hiç birşeye benzetemiyor ama bir yandan da her parça kendisine tanıdık geliyor gibiydi.

    Kendince çevresini inceleyerek adım attıkca tedirginliği artıyor ve içinden kendi kendine '' Öldüm mü acaba ? '' diye soruyordu. Bu düşüncenin aklından geçiyor olmasına bile bir yandan inanamıyor olsa da içindeki garip tedirginlik ve aklındaki şüphe kendisine pek hoş gelmiyordu. Ortada garip olan bir durum vardı, tam olarak eliyle gösteremese de hissedebiliyordu bunu.

    Yürümeye devam ettikce dışarıdaki kalabalığın sesini duymaya başlamıştı ama bir türlü nereden geldiğini anlayamaması daha da çok sıkılmasına ve daha da çok içinin kararmasına neden olmuştu. Belki bağırabildiği kadar yüksek bir şekilde bağırırsa birileri kendisini duyabilir diye düşündü ama pekte tekin bir yerde olmadığını hissettiği için bunu yapmak içinden gelmiyordu.
    Kendisini sanki garip ve çok eski bir yapının içinde yürüyor gibi hissediyordu, nereye bakarsa baksın ortada bir eskilik, bir yıpranmışlıkta vardı ve havası bile rutubet kokuyor diye düşündü.

    Uzun saatler sürmüş gibi gelen bir yürüyüşten sonra en sonunda bir konuşma sesi duydu ve bu defa dışarıdaki kalabalıktan değil de, içerden gelmekteydi. Heyecanlanmıştı sanki birden bütün can sıkıntısı ve tedirginliği geçmiş gibiydi, daha da iyi duyabilmek için yakınlaştı ve eliyle kapıyı yavaşca aralayarak açtığında masanın yanında oturduğu yerden bir ayağını sandalye üzerine koymuş bir adam gördü. Masanın üzerinde ayakkabı boyaları ve cilaları vardı. Elindeki bezle ayakkabısını siliyor ve parlatıyor gibi görünüyordu. Özenle her noktasına ve her kıvrımına bakım yapıyor gibiydi.

    Hiç birşey demeden bir süre onu izledikten sonra içeri doğru adım attığında, elindeki ayakkabıdan dikkatini alarak ona bakan adam güldü ve dikkatini tekrar ayakkabıya vererek
    '' Ayakkabımı senin için kirletmeyeceğim, merak etme '' dedi. Bir kaç saniye bekledikten sonra
    '' Hangi taşın altından çıktıysan orada bekleyebilirdin '' deyip gülmeye devam ederek ayakkabısıyla ilgilenmeye devam etti.

    Bunları duyduktan sonra şaşkın bir şekilde ne yapacağını ve ne diyeceğini düşünürken içeriye başkası girdi. Hiçbir şey demeden masanın üzerindeki boyalarla ilgilenmeye başladı.
    Onlara baktığında garip bir hava seziyor ve kendini onların yanında minik bir pire gibi hissetmekten kendini alamıyordu. Sanki üfleseler bir yaprak parçası gibi uçacakmış gibi kırılgan ve hassas hissediyordu.

    ikinci kişide bir süre masadaki boyalarla ilgilendikten sonra ona doğru dönerek '' Nasıl geçti, eğlendin mi ? '' diye sırıtarak sordu. Gördüğü şeye sanki inanamıyormuş gibi '' Şu gerizekalıya bak '' dermişcesine ona bakıyor ve sırıtıyordu.

    Bir kaç saniye düşünse de ne diyeceğini ve ne cevap vereceğini bilemiyor, heyecan ve tedirginlikle anlayamadığını belli etmeye çalışıyordu.

    Ayakkabısına bir kaç saniye özenle baktıktan sonra ona doğru yaklaşarak '' Nasıl geçtiğini anlat sadece '' dedi. Kafasını yukarı kaldırarak ona doğru baktığında, sanki her saniye daha da büyüyor kendisi de daha da küçülüyor gibi hissediyordu. Sanki kendisine fazladan bir özen ve dikkat göstererek hareket ettiklerini de anlayabiliyordu.

    '' Sen ajan değil miydin ? '' deyip bir kaç saniye bekledikten sonra '' Anlatacak ne hikayeler vardır şimdi sende '' deyip sırıttı ve '' Bir kaç örneği paylaş bizimle '' dedi.

    Onun şaşkınlık içinde duruşuna daha fazla sabredemeyen diğeri '' Hadi ama, onca sene orada ajancılık oynadın, elbet anlatacak bir kaç heyecanlı hikayen vardır '' dedi.
    Şaşkınlıkla '' Nerede ? '' dedi.

    '' Adına hayat dediğin materyal var oluşta '' dedi ve eliyle silah işareti yaparak '' Ateşte ettin mi bol bol pew pew diye ? '' dedi.

    Bunu duyduğu an nedense birden içine inanılmaz bir ümitsizlik ve çöküntü düşüp eli ayağı tutmamaya başlamamıştı. Sanki aklındaki o garip şüpheyi onaylayan bir şey duymuş gibiydi.

    Diğer kişi bir süre ona baktıktan sonra '' Ağlayacak mısın yoksa ? '' diye sordu ve '' Senin gibi birine hiç yakışmaz, bunu biliyorsun '' deyip diğer kişiye dönerek '' Şuna bak '' dedi. '' Gözünü kırpmadan onlarca kişinin infazını veren, soğuk kanlılığını bir anlığına bile kaybetmeyen herif, bir fare yavrusu gibi cıyaklıyor '' dedi.

    Sanki hayal kırıklığına uğramış gibi '' Olacak iş değil... Olacak iş değil '' dedi ve diğerine doğru dönerek '' Sanki içi boş bir kutu gibi, girdiğinde nasılsa aynı şekilde çıkmış '' deyip gülmeye devam ederek '' inanılmaz '' dedi.

    '' Ben sadece sıradan biriyim '' diye cevap verdiğinde, o da '' Sıradan biri olsaydın, ucuz bir ciklet gibi çiğnenip tükürülmezdin buraya'' dedi. '' Sıradan biri olmadığını sen de ben de çok iyi biliyoruz '' dedikten sonra '' Merak etme kozlarını oynamayan için sana fırsat vereceğim '' deyip sandalyeye oturdu.

    Ayakkabısını bir kaç saniye daha parlatarak '' Nerede o üç kağıtcı dostların, yandaşların, uzantıların. Söyle sana yardım etsinler '' dedi ve ayakkabısını parlatmaya devam ederek,
    '' Bekliyorum '' dedikten sonra kahkaha atarak '' istersen o işe yaradığına çok emin olduğun fantastik hareketlerini de deneyebilirsin '' dedi.

    Bir kaç dakika daha geçtikten sonra artık durum ortadaydı ve derin bir iç çekerek sandalyeden kalktığını gördüğünde, tedirginlikle ona baktı ve '' Ne olacak şimdi ? '' diye sordu.
    Gülümseyerek '' Sanki ortada imha edecek yada elle tutulacak bir şey varmış gibi bakıyorsun '' dedi ve sırıtmaya devam ederek ikisi de ağır adımlarla oradan çıktı.
    1 ...
© 2025 uludağ sözlük