bir kapı olsa açsam

    2.
  1. 1.
  2. Hayatın pek çok kapısı var, açıp giriyorum o kapılardan birini, belki dışarıda hiç kalmayanlardan içeride bir şeyler kalmıştır diye, birçok kapının ardında birçok aylak adam, ama Aylak Adam'dan bahseden yok aralarında, Faulkner'ı kimden okumak gerektiğinden sözeden kimse yok, bir köşeye çekilip "menekşelendi sular" diye kendi kendine mırıldanan yok, belli ki dışarıda olmayan içeride de yok, keşke olsalar, buralarda bir yerde yaşamaya devam etseler, ne kadar yakışırım bu halimle aralarına bilmiyorum, ama olsalar da ilişiversem yakınlarına diye geçiyor içimden, bu zamandan sıkıldığımda, çok sıkıldığımda, arayıp arayıp parçası olduğum bir şey bulamadığımda, kulağımı tırmalamayan tek söz, bir zarafet, bir incelik nişanesi, bir içli hal, bir efkârlı iç geçirme, bir sessiz ve uzun hikâye, bir sesli ve derin sükûnet, buna benzer bir şey, bunu hissettiren bir kıpırtı, bir mimik, bir iz bulamadığımda, alıp pılımı pırtımı bu zamandan dönüversem diyorum geçip giden o zamana, bir şey olsa, gözümü kapatsam mesela, sözünün arasında Erzurumlu ibrahim Hakkı'yı yadeden birini duysam yan masada, ötede biri söylediği hadis-i şerifin kaynağını sorsa diğerine, diğeri orak elmasından, akça armuttan, kınalı yapıncaktan bahsediyor olsa yutkunarak, acı bir fren sesi gelse jilet gibi bir şevroleden, televizyonda Şoför Nebahat oynasa o sıra, ya da radyoda tam o anda sultan-ı yegâh faslı başlayacak olsa, çay olsa bir bardak, ince belli elbet, yanında tahinli çörek, çaycının kulağının arkasında kurşun kalem, duvarda saatli marif, yanında "veresiye veren" tüccarın temsili resmi, hemen üstlerinde Hayat mecmuasının verdiği bir memleket manzarası, Pamukkale mesela, krem ahşap çerçeveli, sinek pisliğinden minik lekeler üstünde, sıva çatlakları etrafında, oraya buraya telaşla koşuşturan kırlangıçlar sonra, akasya ağaçlarına inen alacakaranlık, turşu suyu satan camekânlı bir araba, ya da nohutlu pilav, yazlık sinemadan yükselen Neşe Karaböcek, film başlayacak belli ki birazdan, çekirdek çitliyor sanki bir şehir dolusu insan, yok yok kalmadı artık, ne Amorcord seyredecek bir insan, ya da ne bileyim, nefesini tutup hiç bilmediği bir dilde söylenen aryaya kulak verecek biri, Hafız Burhan da olur tabii, tambur çalan kaldı mı acaba düğünlerde, tahta sandalyelerin arasında dolaşıp düşlere dalan çocuklar, komşu kızına ya da öğretmenine aşık olan yeni yetmeler, yok, bütün kapıları tek tek açtım, yok, cenkname okuyan yok, Hasan Sabbah'ı işiten, Halide Nusret deyince bir mısra, Eflatun Cem deyince bir masal, Mesut Cemil deyince bir radyo hışırtısı, Çehov, Taviani, Callas deyince anında hayata dair bir sürü şey hatırlayan, hayatı an an biriktiren insanlar, yok artık onlar, her seste, her kokuda bir hatıra saklayan, sokağın köşesinde bir bakkal amcası, ünite dergisinde turşu yapan kadınları, merdiven altında patlak plastik bir topu, seneler boyunca hep aynı sesle gıcırdayan bir kapıyı sebepsizce unutmayan, Afacan Beşler'i, Pal Sokağı Çocukları'nı, kış kavunlarını, açık mavi kareli önlükleri, lastik ayakkabıları, topaçları, ne bileyim vita yağını, horoz şekerini, sokak çeşmelerini, macuncuları, ajans dinlemeyi, ev gezmelerini, mesire yerlerini, Ahmet Tarık Tekçe'yi mesela, Salih Tozan'ı, Korkmaz Çakar'ı, Hasan Mutlucan'ı, Ayaşlı'yı ve Kiracıları'nı, Matmazel Noralya'nın Koltuğu'nu, Kadir Aga'nın dondurmasını, Hamsun'u ve Göçebe'sini, pencere önlerinde mum yakan çocukları, elleri yüzleri kara bulanan sanayi eşrafını, her okunan salâdan sonra kim öldü diye pencerelere çıkan kadınları, onların kına gecelerini dolduran şaşılası incelikteki seslerini, yaprakların kımıldamadığı ağustos gecelerini ve o esrar dolu ağustos böceklerini hatırlayan, unutmayan, unutamayan o insanlardan geriye kimse kaldı mı, keşke olsalar, burada bir yerlerde yaşamaya devam etseler, bir kapının ardında bekleseler, açıp kapıyı girsem yanlarına, ya da gözlerimi kapatsam, orada olsalar, selam versem, selamımı alsalar, yüzlerini aydınlatan o tebessüme yeniden dokunsam, bir daha açmasam gözlerimi.

    (bkz: gökhan özcan)
    1 ...
© 2025 uludağ sözlük