bir kaktuse sarilmak gibi

    .
  1. istiklal caddesi de herkes sana karşı yürüyordur. Zaman gri bir gökyüzünün altında asılı kalmıştır. Donmuştur. Hep bir öğleden sonrasıdır sonra. Ve sanki hep sonbahardır mevsim. Sen Taksim en Tünel e doğru hızlı adımlarla yürürken sanki herkes sana kast eder gibi bakmaktadır. Koca bir nehire karşı, akıntıya karşı, her şeye karşısındır.
    Daha bir kambursundur. Yakaların daha bir dik, duvarların daha yüksek, daha kalın daha korunaklı...
    Ya da öyle zannedersin işte.
    Yürürken aşağıya doğru kalabalık ürkütür seni. Ne ister ki bu kalabalık senden? Ürkütücü kalabalıklar mı, kalabalık korkuların mı?
    Hiçbir şey, oysa...
    Hiçbiri mi? Ya da.
    Bilmesen de, olsun, sen adımlarını sıklaştırırsın. Bir yandan bu insan denizinde kaybolmaktır hoşuna giden, bir yandan da bu kayboluş halindeki beyhudeliktir seni ürküten.
    Korkarsın.
    Kendin kadar korkutucudur kalabalıklar. Hele tanımadıkların. Hele şu etrafında avare yürüyen insan kalabalığı.
    Koca bir paranoya!!!
    Büyükparmakkapı daki gazete bayiinde 40 larında adını hiç öğrenmediğin ve öğrenmeye gerek de duymadığın sakallı adamın içine sıkışıp kaldığı, kaos odacığı şeklindeki ekmek teknesine, gazete bayiine yaklaşırsın. ÖKÜZ dersin şakayla karışık, Ayhan Işık Ya da LEMAN ya da bilmem ne...
    Gönlünden ne geçiyorsa.
    Gülümseyerek bir iki laf sokuşturup sana bir dergiyi uzatacaktır ama uzatamaz hemen, daha öncesinde birileri muhakkak senden daha atik davranmıştır, bir sigara almaya teşebbüs etmiştir bir kez. Dergini alıp, katlayıp arka cebine koyarsın.
    imam Adnan sokağa geldiğinde bir an duraklarsın. Saatine bakarsın. Zaman azalmıştır. Ya da daha zaman vardır. Ya da...
    Yine de aşağı doğru yürürsün. Birileri sanki senin önünü kesmek ister gibidir. Slalom bir kayakçı çevikliğinde sağlı sollu refleks hamleleri ile hızlı, hatta koşarcasına, epeyce de utanırcasına adımlarınla aşağıya doğru süzülürsün. Muhakkak ama muhakkak, bir mendilci musallat olacaktır başına. Alacaksındır sen de bir tane. Yaz kış mevsim sonbahar ne de olsa.
    Emek sinemasının bulunduğu Yeşilçam sokağa saparken aklında hangi filmin oynadığı yoktur. Emek güzeldir. Sineması da adı gibidir. Yılların emeğini hissedersin. Muhtemelen sinemanın sahibi olan güleryüzlü amca kapının oralarda bir yerlerdedir. Ya da olacaktır.
    En, en, en güzel sinema Emektir bu şehirde, bu ülkede, bu dünyada.
    Senin için en azından... Sadece sinemayı seyretmek için bile olsa boktan bir filme gitmeye değer diye düşünürsün.
    Küçücük odaya hapsolmuş mutsuz ve gergin biletçilerinin gönlünü almak için onlar senin yüzüne bakmasalar bile inadına merhaba dersin. ;Nasılsınız ; dersin. O aradaki boşluktan olabilir mi diye rica edersin iki kişidirler. Yıllardır o kulübelerin sessiz bekçileri. Kimdir bu insanlar, diye sormazsın hiç. Onların zaten anlatmaya niyeti ve elbette zamanı olmayacaktır.
    Bileti aldıktan sonra aklına film nasıl diye sormak gelir. Hiçbir biletçi sattığı filmi beğenmez. Bilirsin. Bilsen de soracaksındır işte. Sormuşsundur.
    Adımların seni geriye taşırken Mephisto nun hopörlörlerinden illaha da seni cezbedecek bir nota ırmağı akmaktadır. Hemen yanında en iyi arkadaşı Alkazar, sinema, durmaktadır. Alkazar ın afişindeki filmler daha iyi olur. Her zaman. Ama Emek de Alkazar dan daha iyi sinema, her zaman.
    Birkaç adımda sırf müziğin, şarkının sonu gelsin diye Mephisto ya şöyle bir girip kitaplara bakar gibi yaparsın. Keyfin yerindeyse bakarsın da...
    Neden olmasın???
    Sonra hızlı adımlarla Taksime doğru yürümeye başlarsın. Sanki akıntının yönü değişmiş de hedefi değişmemiştir. Sana doğru gelmektedir bütün insanlar. Ya da sana öyle gelmektedir.
    imam Adnan sokağın köşesine geldiğinde sola saparsın.
    Birkaç adım, birkaç adım daha...
    işte burası. Hemen sağında. KAKTÜS.çerisi ne kadar dolu olursa olsun muhakkak sana bir yer vardır. Biraz önce boşalmış ya da boşalacak birazdan...
    Etrafta muhakkak tanıdık birileri. Sevdiklerin ve şöyle ağzının ortasına çakmak için uygun bir anı kolladıkların. Ama aldırmazsın. Yan yana otursan umursamazsın. Ama dur şimdi, hemen de oturmazsın.
    Önce dergilerin asılı olduğu köşede rayların üzerinde gazetelerin arasında, Yeni Şafak ı bulacaksın. Bunca solcunun takıldığı, hatta yalnızca solcuların takıldığı KAKTÜS kendisine Yeni ŞAFAK alır her gün. Bilirsin... Seversin keratanın bu umursamaz tavrını. Cool gelir sana.
    Hımmm... Evet cool bir yer burası.
    Her masa kendi dünyasında bohemyanın derebeylikleri olarak hükümranlığını ilan etmiştir Ne kadar kalabalık burası, bu insanlar ne kadar yalnız diye birkaç cümle aklına gelir gibi olur, ama engellersin. Burada herkes tam kendine göre. Aman kimseye bulaşma. Kimse de sana bulaşmasın.
    Bir masa tek istediğin. Bir masa ve başını önüne eğip bir şeye gömülmek. Nereye istersen. Bu imkan itina ile sağlanacaktır sana. Bilirsin. Sen istediğin zaman bir başka masa ile konuşacak, istemediğin sürece kimse seninle muhattap olmayacaktır.
    Ne büyük lüks.
    Oturursun nihayet bir masaya. Yalnızlığınla kucak kucağa.
    Ne içeceğini bilir Kaktüs çalışanları. Hangi salatayı sevdiğini, ardından kahveyi nasıl istediğini. Garip bir güven halesi teşkil eder etrafında. Hayvani savunma duvarlarını indirirsin. Biraz olsun. Güvendesin. Korkma. Dost onlar. Dostlar...
    Müdavimlik müessesinin garantili kollarındasındır artık.
    Sigortalanmışsındır.
    Müzik buğulu ve derinden çalacak, birazdan etraf sigara dumanı olacak. Tanıdık ama birbirleriyle ilgisiz pek çok yüz etrafında olacak. Eğ kafanı şimdi aşağıya. Eğ hadi, eğ...
    Afferin.
    Kendinle kalabilirsin koca istanbul un ortasında. Nihayet.
    Dışarıda bir yağmur yağar. Yağmasa bile artık ne önemi var.
    Sen varsın. Herkesin ortasında, en çok aradığın yalnızlığınla kucak kucağasın. Sevdiğin salatalar, adını hep unuttuğun o şaraplı biberli çorba ve sana adınla hitap eden Kaktüs çalışanları.
    Korkma artık. Korkma...
    Sakinleşebilirsin. O içindeki dinginlik. Evet o...
    Sarılabilirsin ona.
    Korkma.
    5n 1k
    2 ...
© 2025 uludağ sözlük