bir kadının yaşamındaki en önemli iki şey

    3.
  1. diyelim ki, benim gibi yaşı otuza dayanmış bir insansınız. bu yaşa kadar pek çok kadın tanımışsınızdır.
    arkadaşınız olmuştur, komşunuz, iş arkadaşınız, kız kardeşiniz, öğretmeniniz, teyzeniz, halanız, büyükanneniz. ve mutlaka anneniz..

    erkekseniz, sevgiliniz, belki karınız ve eski karınız.

    peki hangi kadını seçeceksiniz anlatmak için?
    diyelim ki seçtiniz. nasıl anlatacaksınız onu?
    yaşama sevinci, yaratıcılığı, savaşma gücü, kendi ayakları üzerinde varoluş bilinci mi?
    yoksa hala diri memeleri mi?

    hadi bunları da başardınız. peki bir kadının yaşamındaki en önemli iki şey nedir?

    kadınsanız, hemen bu en önemli iki şeyi söyleyecek kadar kendinizi, erkeksiniz, kadınları tanıyor musunuz?
    10 ...
  2. 9.
  3. kendi yaptığım nar şarabından bir kadeh elimde, günün yorgunluğu saçlarımın tellerine dek sinmiş bir halde, televizyonun karşına geçmiş, yatmadan önce aptal aptal beyaz cama bakıyordum. renkler ve sesler karmakarışık doluyordu kafamın içine. hiçbir iz bırakmadan akıyordu dışarıya doğru derimin gözeneklerinden hızlı hızlı.

    bu uyuşuk beden ve ruh halimi, kafama takılan ve farkına varmasam da uzun süredir zihnimi meşgul eden bir soru aniden kendine getirdi; hayattaki resmim nedir? ne kadar net ve ben tam olarak kimim?

    yıllar boyu hayata dair ne kadar hayalim ve hedefim varsa "gelecekte bir gün" diyerek erteliyordum, bütün yaşayacaklarımı. uzakta bir yerdeydiler ve ben, o "ben" olana bir gün ulaşacağım sanıyordum hep.

    oysa netleşen ve biten bir resmin sancılı doğumu ardından, uykusuz gecelerin, kilitlenip kalan gündüzlerin hepsini unutturacak tarifsiz bir duygusal doyum, ılık bir dinginlik yaşanır ki, sanatçıyı yaratmaya iten bu düşünsel orgazmdır aslında.

    yaratısıyla kafasında imgelediğine biraz yaklaşan sanatçının eserini tamamladığında yaşadığı bu kısacık sarhoşluk ve zenginlik başka hiç bir şeyle kıyaslanamaz.

    ama o gece, kafamda yarım yamalak tasarladığım fakat asla bitiremediğim hayattaki duruşuma dair resmime şöyle bir bakınca, resmini tamamlayabilmiş sanatçının hisleri ile kıyaslanınca tedirgin hissediyordum. ne tatsız bir duygu! demek ki benim bir resmim yoktu. hiç başlamamıştım ki, nasıl olsun.
    9 ...
  4. 7.
  5. deniz büsbütün belirdi tualde. sahilde canlı mavi tonları, kıyıdan uzaklaştıkça koyu, adamakıllı koyu bir deniz. nerede gökle birleşiyor belli değil. fakat ufukta yeşiller.

    "seni seviyorum ama..." elimi dudaklarında kalıyor bir süre. yerimden fırlayıp, sprey boyayla duvara yazıyorum:

    jeg elsker deg, men...

    ı love you but...

    je t'aime mais..

    bir kez "ama" girince işin içine...

    denizi koyu mavilerle dalgalara terk ediyorum. koyu mavi, lacivert dalgalar. sonra yeşil dalgalar. canlı yeşil...

    birlikte bodrum'a gideceğiz. else'yle. bir de çocuğumuz olacak. mfö'den yalnızlık ömür boyu'yu dinliyorduk saatlerce. else'ye tek tek çeviriyorum bütün şarkıyı.

    "Senle beraber olsam da, sevgilim
    Ayrılsak da ölsek de, bu yolda..."

    akdeniz'i aşıp avrupa'ya, oradan da atlas okyanusu'na varacağız.

    elsa beni seviyor ama...
    9 ...
  6. 9.
  7. tualin üzerinde önce bir kadın gölgesi beliriyor. arkası bana dönük, gri kumsalda durmuş denizi seyrediyor.

    "gel sevgili ressam, önce beni tanı, önce beni anlat resimlerinde."

    else elini uzatmış bekliyor. elini tutuyorum.

    diri kadın güzelliği, akdeniz kadınının geniş kıvrımlı, dolgun bedeni, burnunun uzun bir çizgiyle güzelleştirdiği profili, kırmızı cilalı tırnakları.

    "kız çocukluğundan kadınlığa sağlıklı geçebilmek çok güç türkiye'de" diyor. eli elimde. "olanaksız!"

    bir sigara çıkartıyor geniş saplı hasır çantasından, bir de çakmak. çakmağını alıp sigarasını yakıyorum. ben sigara içmem ki. sigarayı tutan ellerini izliyorum. bir resmin detaylarındaki gibi, tek tek parmaklarına, kırmızı tırnaklarına bakıyorum. "bekaret ve annelik bir kadının yaşamındaki en önemli iki şeydir bu ülkede. annemiz öğretmese, bir söyleyen, bir ima eden bulunur mutlaka. hemen hepimiz yerli filmlerden birine yakalanmış kız çocuklarıydı biz." sigarasını bitiriyor. hiç konuşmadan onu dinliyor, onu seyrediyorum. kalkıp tekneden atlıyor, açılıyor. uzakta, bomboş koyların koynunda bağırıyor: "gelsene, yanıma gel!" yanına yüzüyorum. suyun içinde soyunuyor. bikinisini bileğine bağlıyor. akdeniz'in mavisinde sevişiyoruz. birbirimize sarılıyor, kenetleniyoruz. akdeniz kucaklıyor bizi.
    9 ...
  8. 10.
  9. bu huzursuzlukla televizyona bakıyor, aslında ne olduğunu düşünüyordum. bilmiyordum. ne düşündüğümü tam bilmiyordum.

    o sırada renklerin, seslerin, görüntülerin arasında etkileyici kalın bir erkek sesi sordu bana:

    "bir kadının yaşamında en önemli iki şey nedir?"

    hangi kadın? diye sordum ben de ona. uykum açıldı aniden. kimdi bu adam böyle gece yarısına yakın oturma odama sızmış, beni sorguluyordu. düşünmeme hiç fırsat kalmadan, ekranda sarışın, uzun saçlı bir kadın belirdi. bana baktı. sırıttı. sağlıklı, pırıl pırıl cildine biraz krem sürdü, kremi özenle yaydı yüzüne. gururla döndü, "cildi ve kremi elbette" dedi. sesi vıcık vıcık üzerime yapıştı. "o halde filanca kremi kullanınız. tara-na-na-nom". canım sıkıldı bu işe. halbuki bana ne elin şapşal reklamından?
    8 ...
  10. 18.
  11. uykum ve yorgunluğum beni terk etmişti. yapayalnızdım. omuzlarıma kadar uzanan siyah saçlarımı elledim. şu kremi ben de mi denemeliydim yoksa? yalnızca kadınların mı ciltleri önemlidir?

    sanırım kendime bir dert arıyordum ve her dert gibi bu da ders verir, vermelidir de. fakat bunun farkında değildim ben. böylesi can sıkıcı anlar tehlikeli adımlar atmanıza sebebiyet verebilir. mesela insan can sıkıntısından, içindeki boşluğu doldurmak için aşık olabilir fakat zamanla bundan da sıkılır. rutine binmiş aşk hayatı duyguları uyuşuklaştırır ve duygular acı çeker. uyuşmuş duygular ihityaç duyduğu sansasyonel dozu arar. iki ucu çıkmaz bir yol gibi düşünürüm bu işleri.

    bu muydu istediğim yoksa şanlı kişisel tarihimde başarılı bir isim olmak mı? resmimi şekillendirmek için boş bir tualin karşına oturdum. tuale sordum: bi kadının yaşamındaki en önemli iki şey nedir? tualden çıt yok. peki hangi kadının yaşamı? bu kadını neye göre tanımlarsın?
    8 ...
  12. 15.
  13. else norveç'e gidiyor.
    son gecemiz.
    stüdyodayız.
    şarap içiyoruz.
    yan yana yere oturup, el ele susuyoruz.
    "gidiyor o." diye geçiyor içimden. yine de içim ezilmiyor. oysa canımın çok yanması gerekmez mi? ona anlatıyorum bunu. seviniyor, şenleniyor aniden. mavi gözleri pırıl pırıl yanıyor. öyle güzel ki...
    "çünkü kendi irademle gidiyorum diye seviniyorsun. seçimimi yaptığıma, seni sevdiğim halde gidebildiğime seviniyorsun."

    küçük burnunun ucundan öpüyorum.

    "Hep yalnızlık var sonunda
    Yalnızlık ömür boyu."

    gece bitti.
    mutfağa geçip, kahve suyu kaynatıyorum. kahvemle atölyeye döndüğümde biten resme bakıyorum. altına yazacağım cümle aklımda. ikisini de anlatan, her şeyi anlatan cümle!
    kahvemi yudumluyorum. kahve her zamankinden güzel kokuyor.

    bir kadının yaşamında iki önemli şey değil, iki önemli an vardır. resmin altına yazıyorum:

    "bir kadının yaşamındaki iki büyük an, aşık olduğu ve sevdiğini terk ettiği andır."

    bir horoz ötüyor. kentin ortasında hala sabah ezanında bir horoz ötüyor.

    "küçükken başımın üzerinde kuşlar uçardı, içinde düşler. olur olmadık hayat hikayelerine, mitlere bırakıverdim uçarı aklımı. aramaktı benimkisi, "kendim" denen ıssız, ıspatsız diyarı. ve gördüm, anladım. giderdim merakımı. şimdi ne bir düşüm ne de kuşlar uçuyor artık."

    -son-
    8 ...
  14. 14.
  15. bir otobüse bindim, şehrin yokuşlu inişli yollarında otobüsün camında en çok kendi yüzümü görerek son durağa kadar gittim. tekrar geri döndüm. gece yarısından sonra stüdyoma girdim. else'nin ve benim kaygılarımın resmine devam ettim. bir bahar sabahında pembe, sarı, kırmızı kaygılar tualdeydi artık.

    üçü de akdeniz'e bakıyor. kadın, adam, çocuk.
    ikisi beyaz.
    hayallerin rengi beyazdır. ümit mavidir.
    deniz gibi...

    "Birden sen gelsen aklıma
    Seni unutsam bazı bazı"

    o sırada beni görüyor. else, yine stüdyonun zemininde. ne zaman gidiyorsun? diyorum. "yarın" diyor. onun bedeni, cinselliği ve aklı ayrı çalışıyor sanki. sevişirken inanılmaz bir dişi, konuşurken cinsiyetsiz bir insan. zeki, mantıklı. ama kuru. ikisini birleştiremiyor bir türlü. köpüksüz bir türk kahvesi gibi. lezzetli ama köpüksüz...

    "yazarım sana" diyorum. hiç inanmamış gülümsüyor. "gitmek, bağımsızlığımı korumak zorundayım" diyor. sessiz düşünüyor ama, ben duyuyorum iç tartışmasını. diyor ki, "yanlışı aksaklığı göre göre içinde yaşamak güçtür. doğallığın ve sıcaklığınla ödersin bunun bedelini."

    ben de sessizce bağırıyorum:
    else, else! akıllı, güzel, bağımsız else! başaracaksın.

    onun başarısı benim de başarım olacak, biliyorum!

    "sana yazacağım" diyorum yeniden. ikimiz de inanıyoruz bu kez.

    "Senle beraber olsam da, sevgilim
    Hiç görmesek birbirimizi, özlesek."

    resmin beşte ikisini pat diye siyah bir çizgi böldü, siyah fon üzerinde solda bir adam başı belirdi. başında bir şapka bana bakıyor. gözlerinde acı sarı keder.
    yüzü yeşil.
    evet. yüzü yeşil.
    8 ...
  16. 10.
  17. arkası bana dönük, denizi seyreden kadının yanında bir erkek belirdi tualde. uzağa bakıyorlar el ele. adamın yanında bir çocuk. kadının ve çocuğun içleri boş, ama erkek gerçek. yalnızca imge o ikisi... yine de tual üzerinde belirecek kadar gerçeğe yaklaşmış hayaller...

    "kaygılanıyorum" diyor makyözü yüzünü bembeyaz pudralayıp kırmızı allık sürerken. biraz sonra sahneye çıkacak. gevşemek için meditasyon yapıyor. olmuyor. "konsantrasyonum çok bozuldu bu aralar" diyor. sesinde gergin, kaygılıbir ton var. kaslarını gevşetmek için cimnastik yapıyor sinirli sinirli.

    "sevgi sahiplenmeye dönünce insanı zincirliyor" diyor. başımdan aniden çok şiddetli bir balyoz inmiş gibi sendeliyorum. uyuşuyorum sonra. gerçek acı, bu uyuşukluk geçince başlayacak biliyorum. sırası geliyor, sahneye çıkıyor.

    o günkü dansında, bedeninin her deviniminde, ellerinin, parmaklarının ucunda, çok sevdiğim ayakalrında, zincirlerinden kurtulmaya çalışan, özgürlüğünü özlemiş kaslarının gerginliğini, acı çığlıklarını duydum. sanki derisi yüzülmüştü, bütün kasları ortadaydı. her şeyi gördüm. bir balerinin kendini en çok dansıyla ifade etmesinden daha doğal ne olabilir ki?

    oyunun sonuna kadar dayanamadım, kaçtım oradan. onu bu kadar bunaltacak denli çok mu yaklaştım? kendine soluyacak hava bırakmadım mı? oysa onun bağımsızlığı, kendine saygısı değil miydi beni baştan çıkaran?

    sevmek, insanın kendisi kalabilecek ve bunu sürdürebilecek kişisel alanı işgal etmeden ona yakın olabilmektir!

    bunu bildiğim halde... else'nin kendi alanına girdim, onu da benimkine mi girmeye zorluyorum? gerçekten yapıyor muyum bunu?
    8 ...
  18. 6.
  19. üşüyecek diye korkuyorum. koltuktaki sarı şalı uzatıyorum. istemiyor. "kolay kolay üşümeyiz biz. bende hala iskandinav kanı var". diyor gülerek. konuşmadan oturuyoruz. piyanodan yayılan müzikle dans eden kadını hayal ediyoruz ayrı ayır.

    ayakları tam önümde duruyor. kısa cilasız tırnakları, iri parmakları içimi kımıldatıyor. uzanıp tutuyorum ayaklarını. gıdıklanmıyor. piyano sesi iyice yükseliyor mu, yoksa bana mı öyle geliyor? ellerim boya içinde, rengarenk. ayaklarından bacaklarına, kalçalarına uzanıyorum dokunduğum her yerde ellerimin izi kalıyor, rengarenk.. yaklaşıyor. öpüşüyoruz. stüdyonun çıplak zemininde sevişiyoruz.

    kadın oluşundan böylesi tat alan, bunun bilincinde, bu güvenli dişiliği kanımı ısıtıyor. ateşim yükseliyor bu yüzden.

    yanyana uzanıp, tavana bakıyoruz sonra. el ele yatıyoruz. ben de üşümüyorum artık. grieg'in "sıla özlemi" çalıyor. piyano sanki bir at arabasının dolu dizgin temposunda eve koşuyor. memlekete...

    else elimi kaldırıp, terli memesinin üstüne bastırıyor. onu çok yakınımda hissediyorum. yanı başımda oluşundan çok daha fazla yakınımda. memesi elimin altında eziliyor.

    "seni" diyor, "seni seviyorum ama..."

    ellerimi dudaklarına bastırıyorum bu kez.
    9 ...
© 2025 uludağ sözlük