diyelim ki, benim gibi yaşı otuza dayanmış bir insansınız. bu yaşa kadar pek çok kadın tanımışsınızdır.
arkadaşınız olmuştur, komşunuz, iş arkadaşınız, kız kardeşiniz, öğretmeniniz, teyzeniz, halanız, büyükanneniz. ve mutlaka anneniz..
erkekseniz, sevgiliniz, belki karınız ve eski karınız.
peki hangi kadını seçeceksiniz anlatmak için?
diyelim ki seçtiniz. nasıl anlatacaksınız onu?
yaşama sevinci, yaratıcılığı, savaşma gücü, kendi ayakları üzerinde varoluş bilinci mi?
yoksa hala diri memeleri mi?
hadi bunları da başardınız. peki bir kadının yaşamındaki en önemli iki şey nedir?
kadınsanız, hemen bu en önemli iki şeyi söyleyecek kadar kendinizi, erkeksiniz, kadınları tanıyor musunuz?
kendi yaptığım nar şarabından bir kadeh elimde, günün yorgunluğu saçlarımın tellerine dek sinmiş bir halde, televizyonun karşına geçmiş, yatmadan önce aptal aptal beyaz cama bakıyordum. renkler ve sesler karmakarışık doluyordu kafamın içine. hiçbir iz bırakmadan akıyordu dışarıya doğru derimin gözeneklerinden hızlı hızlı.
bu uyuşuk beden ve ruh halimi, kafama takılan ve farkına varmasam da uzun süredir zihnimi meşgul eden bir soru aniden kendine getirdi; hayattaki resmim nedir? ne kadar net ve ben tam olarak kimim?
yıllar boyu hayata dair ne kadar hayalim ve hedefim varsa "gelecekte bir gün" diyerek erteliyordum, bütün yaşayacaklarımı. uzakta bir yerdeydiler ve ben, o "ben" olana bir gün ulaşacağım sanıyordum hep.
oysa netleşen ve biten bir resmin sancılı doğumu ardından, uykusuz gecelerin, kilitlenip kalan gündüzlerin hepsini unutturacak tarifsiz bir duygusal doyum, ılık bir dinginlik yaşanır ki, sanatçıyı yaratmaya iten bu düşünsel orgazmdır aslında.
yaratısıyla kafasında imgelediğine biraz yaklaşan sanatçının eserini tamamladığında yaşadığı bu kısacık sarhoşluk ve zenginlik başka hiç bir şeyle kıyaslanamaz.
ama o gece, kafamda yarım yamalak tasarladığım fakat asla bitiremediğim hayattaki duruşuma dair resmime şöyle bir bakınca, resmini tamamlayabilmiş sanatçının hisleri ile kıyaslanınca tedirgin hissediyordum. ne tatsız bir duygu! demek ki benim bir resmim yoktu. hiç başlamamıştım ki, nasıl olsun.
bu huzursuzlukla televizyona bakıyor, aslında ne olduğunu düşünüyordum. bilmiyordum. ne düşündüğümü tam bilmiyordum.
o sırada renklerin, seslerin, görüntülerin arasında etkileyici kalın bir erkek sesi sordu bana:
"bir kadının yaşamında en önemli iki şey nedir?"
hangi kadın? diye sordum ben de ona. uykum açıldı aniden. kimdi bu adam böyle gece yarısına yakın oturma odama sızmış, beni sorguluyordu. düşünmeme hiç fırsat kalmadan, ekranda sarışın, uzun saçlı bir kadın belirdi. bana baktı. sırıttı. sağlıklı, pırıl pırıl cildine biraz krem sürdü, kremi özenle yaydı yüzüne. gururla döndü, "cildi ve kremi elbette" dedi. sesi vıcık vıcık üzerime yapıştı. "o halde filanca kremi kullanınız. tara-na-na-nom". canım sıkıldı bu işe. halbuki bana ne elin şapşal reklamından?
Bir erkek olarak bir kadının yaşamındaki en önemli iki şeyi tabiki de bilmiyorum.
Ama benim yaşamımdaki en önemli iki şeyden biri, bir kadının yaşamındaki en önemli iki şeyden biri olmamdır.
Bu yüzden umarım evleneceğim kadının hayatındaki en önemli iki şeyden biri ben olurum:p
ikincisinin de çocuklarımız olduğunu düşünsene:d sonra bu erkekler neden şiirlerde bu kadınları tanrıya benzetiyor.
uykum ve yorgunluğum beni terk etmişti. yapayalnızdım. omuzlarıma kadar uzanan siyah saçlarımı elledim. şu kremi ben de mi denemeliydim yoksa? yalnızca kadınların mı ciltleri önemlidir?
sanırım kendime bir dert arıyordum ve her dert gibi bu da ders verir, vermelidir de. fakat bunun farkında değildim ben. böylesi can sıkıcı anlar tehlikeli adımlar atmanıza sebebiyet verebilir. mesela insan can sıkıntısından, içindeki boşluğu doldurmak için aşık olabilir fakat zamanla bundan da sıkılır. rutine binmiş aşk hayatı duyguları uyuşuklaştırır ve duygular acı çeker. uyuşmuş duygular ihityaç duyduğu sansasyonel dozu arar. iki ucu çıkmaz bir yol gibi düşünürüm bu işleri.
bu muydu istediğim yoksa şanlı kişisel tarihimde başarılı bir isim olmak mı? resmimi şekillendirmek için boş bir tualin karşına oturdum. tuale sordum: bi kadının yaşamındaki en önemli iki şey nedir? tualden çıt yok. peki hangi kadının yaşamı? bu kadını neye göre tanımlarsın?
tual yine suskun.
resaamların işi tualleri konuşturmaktır.
mavi ile işe başladım. sonra gidip salondaki pikaba grieg'in "dans eden kadın" piyano süitini koydum. rengi ve müziği planlayarak seçemediğimi fark ettiğimde o gecenin çok uzun süreceğini fark ettim. ve hiçbir şeye karışmadan içgüdümle iz sürmeye karar verdim.
bir deniz dalgalanmaya başladı ilkin. canlı mavilerle oynak. pasifik değil bu, baltık hiç değil.
deniz deyince önce akdeniz. bunu tanıyorum ben. kadını da!
"biz" diyor, "hun dancer deriz norveççe."
çırılçıplak oturuyor stüdyoda.
modelim değil.
uzun bacaklarını, pembe cildini, küçük diri memelerini, ceylan kalçalarını hiç sakınmıyor. sarı kısa saçları var. boynunda bir kolye; mavi bir göz taşı, bodrum işi. gözleri loş ışıkta gri mavi olmuş. yirmi yedi yaşında.
üşüyecek diye korkuyorum. koltuktaki sarı şalı uzatıyorum. istemiyor. "kolay kolay üşümeyiz biz. bende hala iskandinav kanı var". diyor gülerek. konuşmadan oturuyoruz. piyanodan yayılan müzikle dans eden kadını hayal ediyoruz ayrı ayır.
ayakları tam önümde duruyor. kısa cilasız tırnakları, iri parmakları içimi kımıldatıyor. uzanıp tutuyorum ayaklarını. gıdıklanmıyor. piyano sesi iyice yükseliyor mu, yoksa bana mı öyle geliyor? ellerim boya içinde, rengarenk. ayaklarından bacaklarına, kalçalarına uzanıyorum dokunduğum her yerde ellerimin izi kalıyor, rengarenk.. yaklaşıyor. öpüşüyoruz. stüdyonun çıplak zemininde sevişiyoruz.
kadın oluşundan böylesi tat alan, bunun bilincinde, bu güvenli dişiliği kanımı ısıtıyor. ateşim yükseliyor bu yüzden.
yanyana uzanıp, tavana bakıyoruz sonra. el ele yatıyoruz. ben de üşümüyorum artık. grieg'in "sıla özlemi" çalıyor. piyano sanki bir at arabasının dolu dizgin temposunda eve koşuyor. memlekete...
else elimi kaldırıp, terli memesinin üstüne bastırıyor. onu çok yakınımda hissediyorum. yanı başımda oluşundan çok daha fazla yakınımda. memesi elimin altında eziliyor.
deniz büsbütün belirdi tualde. sahilde canlı mavi tonları, kıyıdan uzaklaştıkça koyu, adamakıllı koyu bir deniz. nerede gökle birleşiyor belli değil. fakat ufukta yeşiller.
denizi koyu mavilerle dalgalara terk ediyorum. koyu mavi, lacivert dalgalar. sonra yeşil dalgalar. canlı yeşil...
birlikte bodrum'a gideceğiz. else'yle. bir de çocuğumuz olacak. mfö'den yalnızlık ömür boyu'yu dinliyorduk saatlerce. else'ye tek tek çeviriyorum bütün şarkıyı.
"Senle beraber olsam da, sevgilim
Ayrılsak da ölsek de, bu yolda..."
akdeniz'i aşıp avrupa'ya, oradan da atlas okyanusu'na varacağız.