en samimi ve gerçek halinizle yazdığınız, her kelimesini gönlünüzden koparıp dizelere kondurdugunuz şiir dört dörtlük olmasa da o kadın için en güzelidir.
Ne kadınlar sevdim zaten yoktular
Yağmur giyerlerdi sonbaharla bir
Azıcık okşasam sanki çocuktular
Bıraksam korkudan gözleri sislenir
Ne kadınlar sevdim zaten yoktular
Böyle bir sevmek görülmemiştir
Hayır sanmayınk ki beni unuttular
Hala arasıra mektupları gelir
Gerçek değildiler birer umuttular
Eski bir şarkı belki bir şiir
Ne kadınlar sevdim zaten yoktular
Böyle bir sevmek görülmemiştir
Yalnızlıklarımda elimden tuttular
Uzak fısıltıları içimi ürpertir
Sanki gökyüzünde bir buluttular
Nereye kayboldular şimdi kimbilir
Ne kadınlar sevdim zaten yoktular
Böyle bir sevmek görülmemiştir...
1955 yılının budapeşte'sine götürmek istiyorum sizleri...
o yıllarda, kentin en ünlü kalp doktorlarından biri de litman imre'dir.
doktora muayene olmak üzere giden bir hasta öyle bir şey görür ki odada,
onu unutamaz ve yaşadığı duyguları bir şiirle ulaştırır bizlere:
doktor litman imre'nin masasında
bayan çabai yanoş'un yüreği
birazcık kibirli, birazcık mahzun
duruyor içinde bir kavanozun
kayısı güllerinin arasında.
kalp hastası olan ve gittiği her kentte kontrolden geçmesi gereken adam,
doktor litman imre'nin masasındaki kavanozda bir kadın yüreği görür.
bir zamanlar, bir göğüs kafesinin içinde atan ama şimdi ilaçlı bir suda
cansız bir balık gibi kımıltısız duran bir kadın yüreği!.. doktor, hastalığıyla
ilgili bilgiler verirken bile, o gözünü ayıramaz kavanozdaki yürekten:
incecik yarılmış ortasından
yüreği bayan çabai yanoş'un
yarayı açan ne doktor?
neşter mi? yoksa hasretlik mi?
acı sözler mi?
bir ağlayanı var mı, arkasından?
sahi, yalnızca doktorun açtığı yara mıdır, yüreğin taşıdığı?
kim bilir, kaç kez incinmiş, sevdiği, değer verdiği insanlar tarafından
kaç kez kırılmıştır, bayan çabai yanoş'un yüreği? bu arada doktor, hastanın kalbini
dinlemekte, derin nefes alıp vermesini istemektedir. oysa hasta adam, doktorun
dediklerini yerine getirse de, kendi kalbini çoktan unutmuş, kavanozdaki
yüreğin yaşadıklarını düşünmektedir:
otuzundaymış, baktım etikete
bayan çabai yanoş'un yüreği?
evli miydi?
ne iş tutar bay yanoş?
belki şimdi rojakert'te oturmuş
çekiyor akşamı seyrede ede
nedense, kadının ölümünü çoktan unutmuş, umursamaz bir kocası olduğu gelir
aklına! belki de, bu düşüncesiyle özeleştiri yapmakta, geride bıraktığı
kadınlarına karşı haksızlığını dışa vurmaktadır... cansız bir yürek karşısında
insanın gördüğü de zaten kendi hayatı değil midir, bir parça da olsa?...
hasta adam, şiirin dördüncü kıtasında öyle bir benzetme yapar ki, buyurun
siz de okuyun; eminim benim gibi yürekten alkışlayacaksınız:
duruyor kavanozda çırılçıplak
bayan çabai yanoş'un yüreği
bayan kaç kere böyle bir kaba
reçel kaynatarak koydu acaba?
elbet gazlı bezden değildi kapak.
yaşanılan aşklar yüreğimizde somut, gözle görülür bir iz bırakır mı?
aşkın, insan yüreğinde ne gibi yapısal değişikliklere yol açtığı
tespit edilebilir mi? ya da şöyle soralım; insan yüreğine bakılarak,
aşkın haritası çıkarılabilir mi? doktor litman imre'nin muayene ettiği
hasta bu soruları da taşır şiirine:
kendi gitmişse de içinde odanın
bayan çabai yanoş'un yüreği
almış da onu karşısına doktor
sırlarına ermeye çalışıyor
belki bir damarın, belki bir sevdanın.
bir an uzaklaşalım doktorun odasından ve günümüz türkiye'sine dönelim;
adapazarı, düzce ve bolu'da beş bin müridi bulunan bir şeyhi dinliyoruz:
"organ nakli dinimizce haramdır. kim organını bağışlarsa boynunda demir
halka ile cehennemde yanar. ahiret aleminde organlarımız konuşur.
peki bu nakledilen şeyler kimin adına konuşacak, eski sahibinin adına mı,
yeni sahibinin adına mı?.." duydunuz mu? bu çağdışı kafaya göre, kan nakli
de günahtır... ve hatta, tıp biliminin hastalıkları yenme karşısında gösterdiği
o eli öpülesi, saygın çalışmalara da gerek yoktur.işin aslını ararsanız,
bu korkunç tabloyu dolduran insanlarımızın sayısı beş binden çok,
hem de çok fazladır. biz yeniden, 2004 türkiyesi'nden, 1955 yılının
budapeştesi'ne gidiyoruz. doktor litman i̇mre'nin muayene ettiği adam, şiirini şu kıtayla tamamlar:
akıllı bir doktorun masasında
bayan çabai yanoş'unki gibi
yüreğimiz, güllerin arasında
bizlerden sonra da faydalı olsun
içinde tertemiz bir kavanozun
şu işe bakın, hasta adam neredeyse elli yıl öncesinden organlarımızı
bağışlamamız gerektiğini söylüyor; organlarımızın toprak altında çürümek
yerine, insanlığa hizmet etmesini, "faydalı" olmasını istiyor. sorarım,
buna ileri görüşlülük denmez de, ne denir?..
o gün, doktor litman imre'nin muayene ettiği hastanın adı nazım hikmet'tir!
yüreği insan sevgisiyle dolu olan nazım hikmet'in aşkları, kadınların kalbindeki
yeri çok konuşuldu, çok yazıldı... ama, onun kavanozdaki bir kadın yüreğine yazdığı
şiiri kimse anımsamadı!.. organlarımızı bağışlayalım... demokrasi, laiklik, bilim
ve sanat düşmanlarını ise asla!
sevdiğim ikinci kadınsın sen
ilkini sevmeye mecburdum
çok iyiliği oldu bana
ve hayatımda hiçbir mecburiyeti onun kadar sevmedim
sevdiğim ikinci kadınsın sen
ilkinin yerini alman mümkün değil
o öğretti bana sevmeyi
o öğretmese sevemezdim seni bile
inan o tuttuğu için ellerimden
yürümeyi öğrendim, koşabildim sana
onun gözlerine benzediği için gözlerin
alamadım gözlerimi senden
sana aşığım, seni seviyorum
sevdiğim ikinci kadınsın sen
hayatım boyunca omuzumda taşıyorum onu
ve sen her sabahımdasın
kıskanma
alfabede bile senin adının baş harfi ondan sonra gelir
kalbim şimdi senin
onun kadar sev beni kafi
o doğurdu, sen öldürme...
bilemezdim, bilemedim seni
bu denli sevdiğimi
bu denli sensizliğin
bir hiç, günlerin boş olduğunu
buruk bir akşam
morlaşmış bir gökyüzü
son cıvıldaşmaları kuşların
en çok sevdiğim
duygularımı saran
sesler bile sensiz
teneke takırtılarına
benzediğini düşünemezdim
sevgi üzerine ne söylemişsem
iltifatlarım her ne kadar yoğunsada
kelimeler kifayetsiz
davranışlar anlamsız
birer boş çuval yığını gibi, oysa;
kenarda, duran bir vazo kadar anlamlı olmalıdır
bundan böyle yaşantımızda
yaşamın güzelliklerini
yaşarken ikimiz bir arada..
babamın anneme nişanlılarken yazdığı şiir gibi olabilir mesela. amatörce olması bile hoştur ya öyle bir şey işte.
cebimde beş kuruşumun olmadığını sanırken canımın şeker çekip tam ona yetecek kadar paramın olduğunu fark etmek gibiydi gelişin...bir dilenciye verilen sadaka kadar sevap, bir çocuğun sevinci kadar temizdin...
"aysel git başımdan. ben sana göre değilim...
ümitsizliğimi olsun anlasana
hem kötüyüm, karanlığım biraz, çirkinim
...
aysel git başımdan. ben sana göre değilim...
ölümüm birden olacak, seziyorum.
hem kötüyüm, karanlığım biraz, çirkinim.
aysel git başımdan, seni seviyorum."
şekliyle bir kadın için yazılmışlar arasında ayrı bir yeri vardır.
gene ihtimaller arasında üçüncü şahsın şiiri de kafaya oynar. biraz daha tek taraflı, platonik duyguların temsilini üstlenmiş olsa da bir kadına yazıldığı aşikâr:
"gözlerin, gözlerime değince
felaketim olurdu, ağlardım
beni sevmiyordun, bilirdim
bir sevdiğin vardı, duyardım
çöp gibi bir oğlan ipince,
hayırsızın biriydi fikrimce..."
sahiden düşündüm de attila ilhan'ın, şiirleri bu konuda fazla iddialı. hatta tek bir kadın değil de hayatının, bütün kadınlarına birden tek şiirle seslenmek anlamında dahi böyle bir sevmek türünün neredeyse tek örneği olarak ele alınabilir...
Kadın adamı çok seviyordu...
Yemyeşil ovalarını verdi adama
Yaşam fışkıran.
Beni seviyor musun?
Evet, dedi adam...
Güneşini, ayını verdi kadın
Yıldızları taktı bir bir adamın omuzlarına...
Beni seviyor musun?
Tabi, dedi adam...
Kadın çağladı
Gürül gürül akan pınarını verdi adama.
Beni seviyor musun?
Elbette, dedi adam...
Kadın bağlandı
Yaşam ipini adama verdi.
Bir oldular tek oldular adamla.
Beni seviyor musun?
Biliyorsun, dedi adam...
Kadın dağlarını verdi adama
Tırmandılar doruklara.
Beni seviyor musun?
Aşağılara baktı adam zirveden.
Başkalarını gördü
Sustu adam...
Ağladı kadın...
Gözyaşını verdi adama
Almadı adam...
Kadın onurunu verdi adama
Şaşırdı adam...
Sordu yine usulca kadın
Beni mi seviyorsun?
Onu da seviyorum seni de, dedi adam...
Sustu kadın...
Verecek bir şeyi kalmadığında...
Senin yüreğine ihtiyacım var, dedi adam
Başkasını sevebilmek için...
Çıkarıp yüreğini verdi kadın.
Korktu adam...
Beni sevmiyor musun, dedi adam.
Sesi yoktu kadının söyleyemezdi.
Gözleri yoktu kadının ağlayamazdı.
Kalbi yoktu kadının sevemezdi.
Onuru yoktu kadının yaşayamazdı