sabahları sevdiğin insan tarafından uyandırılmak, elele yürüyüşe çıkıp, dönüşte marketten kahvaltılık alıp, balkonda huzur ve güneşin tadına vararak kahvaltı yapmak, sonra salonda sırt sırta verip günlük gazeteleri okumak, sonra güne dair heyecan verici bir plan yapmak, arkadaşlarla buluşmak, kalabalığın içinde suskun bir anda sevgiyle gözgöze gelmek, akşamın yaklaştığını bilmek ve bitmeyen bir heyecanın yerine bir yenisini koymak, eve koşarak, dilde delidolu bir şarkıyla gitmek, salatayı ve bulaşığı paylaşmak, birlikte kucak kucağa bir film izlemek, sevdiğinizin dizlerinizde uyuyakalması, onu usulca, ve kirpiklerini öperek yatağa taşımak, uyuyuşundaki meleksiliği, ve nefes alışındaki huzuru izlemek, yanına kıvrılıp, kokusunu içine çekmek , küçük ayaklarını bacaklarınızın arasına sokmasına izin vermek ve karnını okşamak.. off..
--spoiler--
"beni akvaryumdaki bir balık gibi sevebilir misin?" diye sormuştu yıllar önce. bileklerini ilk kesişiydi daha. 16 yaşındaydı. aslında, bileklerini kesmezden önce anlamalıydım ruhundaki görünmez prangaları kırmak için çabaladığını. çünkü; bir hafta öncesinde saçlarını maviye boyamıştı.
ana caddede tesadüfen gördüğümde kendisini "can sıkıntısı" demişti. ne menem bir illet olduğunu bilmeden, can sıkıntısının.
kendisine boktan bir espri yapıp, "sıkıcan iyidir. kolay kolay çıkmaz" diyebilirdim. demedim. sadece izledim, o konuşurken yüzüne düşen saçlarını. ince kirpiklerini. ve, küçük-dik burnunu.
hayata dair öğrendiğim her şeyi kusmak istedim kendisine, yanyana yürüyerek gittiğimiz bir dondurmacıda. olmadı. tuttum kendimi. dinledim. o anlattı. anlattıkça açıldı. güldü. esnedi. hapşurdu. "çok yaşa" dedim. bir temenni değildi. onun için duamdı bu. "sen de gör" dedi, sağ elime dokunarak.
gördüm o anda. eli elime değdiğinde. evrenin varoluşunun nedenini. gökyüzündeki tanrı'nın siluetini. ve, yalnızlığını. küçük kız çocuklarının saçlarına takılan kurdelaları. gördüm ben de. her şeyi...
alman usulü hesabımızı ödeyip de dışarı çıktığımızda gözü ilişti karşı kaldırımdaki akvaryumcuya. ve, ön camdaki bebek yüzlülere. "alalım" dedi. "istediğimiz kadar. ikimiz için sen bakarsın." dinledim her zamanki gibi. gözlerine bakarak. hafiften esen rüzgarın onun kokusunu ruhuma sokmasını içime sindirerek.
besledim bebek yüzlüleri günlerce. her sabah yemlerini verdim. sıkılmadan. bıkmadan...
bir sabah ekmek almak için pijamalarımla bakkala gittim. bir ekmek istedim. bir de kısa samsun. ekmeği dünün gazetesine sardı bakkal. hemen gördüm. kırmızı bilekleri. yüzü, bir önceki günün gazetesiyle örtülü bedeni. anladım. anlatamadım ama. sabahın aydınlığında, çöktüm yolun ortasına. yaktım sigaramdan bir dal. bilemeyişime üzüldüm.
o gün bana o soruyu sorduğunda, bilmeliydim. "beni, akvaryumdaki bir balık gibi sevebilecek misin?" diye sorduğunda anlamalıydım, her şeyin sonuna geldiğini. son bir çare olarak da benim sevgimle beslenmeye çalıştığını. doyuramamıştım. ama hiçbir şey yapamazdım ki.
çünkü;
oksijene alerjisi olan bir canlıya ne yapılabilir ki?
--spoiler--
ali:-seni niye seviyorum biliyor musun?..
nisan:-(gülümser) niye?
ali:-(önce hafifçe yutkanarak) insanın aklını alacak kadar güzel olduğun için değil ...
(nisan gülümser ve bakışlarına devam eder.. ali ise önce rakı bardakları ile dolu olan masaya bakar ve de devamla nisan'ın gözlerine tekrar bakarak)
-harika bir anne olduğun için; oğlunu çok sevdiğin için de değil...
(nisan yine gülümser)
-ee..?
(ali yine masaya bakar; ve de nisan'ın gözlerini tekrar yakalayarak devamla)
-seni çok..,ama çok istedğim için de değil....
(nisan ali'yi dikkatlice izlemektedir. bir süre sessizlik yaşanır; ali tekrar yutkunur.. ve de devamında merakla beklenen son cümlesini kurar..)
-seni çok seviyorum... çünkü.. kalbimi yumuşatıyorsun.....