bir itiraf aracı olarak telefon

    .
  1. söylenemeyenleri söyleme aracı.

    **

    selam.
    on dakikanı ayırabilir misin?

    ilk defa 2 yıl önce gördüm seni. bir ağustos akşamıydı. evet fazla filmsi, fazla romantik, biraz da gerçeğe uzak gibi ama, gerçek.

    'ben feraye' dedin gözlerime bakarak. nezaket gereği havada asılı duran elin; güzelliğin ve umursamazlığının verdiği sarhoşluktan sebep bir kaç saniye gecikmeli buluştu 'tokalaşma' elimle..
    'memnun oldum, ben de bilmemne.'

    her tanışmada yaşanan esaret hissi doğaldı, yalnız sesimdeki saçma titreme ve bakışlarımdaki kilitlenmeyi ilk defa yaşadım.

    evet nefret ederdim ben her kızdan. çok pis genellerdim. 'yok abi hepsi aynı bunların' favori cümlemdi. hani üreme için başka bi yol bulunsa, türkiye nin finalde brezilyayı yenip dünya şampiyonu olmasından daha mutlu ederdi beni.

    ama şimdi, asırlık önyargı ana kilitlenip kaldı.

    hani, 'yemekte bana eşlik etmicek misin?' dediğin akşam var ya, o akşam bitmiştim asıl ben. ikinci görüşmemizdi ve nasıl bir piyangodur ki yapayalnızdık. ılık bi antalya, antalyalı bi güzel, ve 'güzel'in sarhoşu olmuş ben..
    sen bilemezsin, daha muhteşem bi zaman olamaz!

    ve tabi daha kaliteli bi salak da. kabul etmedimdi o teklifi. sebebim neydi? hiç bir şey. e niye oksijen tüketiyorum hala ben? space space space..

    bir kızda en nefret ettiğim şey olan 'çocuksu tavırlar'ı bir silah gibi kullanmış, 'aaa niyeee.. üzülürüm baak' deyivermiştin yine muhalefet katili bakışlarınla. her kızda kedi kuyruğundaki teneke misali duran bu tavır, sende hindistan'da muson yağmuru kadar, ya da bir amerikan askerindeki barbarlık kadar doğaldı. ben de büyük bir direnç ve kayda değer bi öküzlükle, dizlerim titreyerek, şuurum yerinden oynayarak, soğuk terler içinde 'saol, ıhıh, akşam çok yemişim ben' diyebilmiştim.

    o akşamın finalini hatırlamıyorum. tepkiden midir bilinmez, sen tabağı alıp kaybolmuştun. iyi de yapmıştın hani. müstahaktı.

    sonra bi iş için lazımdım ben. arkadaşımla gelmiştim, seni iş görüşmesi yapacağın şirkete iletecektik. ancak öncesinde bizim bi görüşmemiz vardı, seni arabada yalnız bırakmıştık. bir iş görüşmesi öncesi sahip olunabilecek makul kaygının binlerce promil üzerinde seyrediyordum, 'yok abi dönüyorum ya, kız yalnız kaldı sen hallet işi' demiştim de, elindeki 3 kiloluk dosyayı kafama geçiriyodu eleman.

    ama asıl hatayı, karşıma duşun hemen akabindeki halinle çıkarak yaptın. galiba aklımı da orda bıraktım.

    zaman geçti, ben de istanbul dayım işte. seninle değil ama sana bağlı bir hayatla. ve bir banliyö seferi kadar uzağımdasın. bense sana kavuşuncaya kadar kendime fersah fersah uzakta. ellerini tutabilmek için neler vermezdim, sana aşk şiirleri okuyabilmek için.. hayır şiir yazamıyor değilim, ellerim de kontrolümde çok şükür. ama işte..

    neyse kutsalım, gözlerine bakmaya doyamadığım, seni seviyorum işte, bil yeter. sonu, hatta başlangıcı bile olmasa da seviyorum. bir sonbahar akşamına terk ettiğim kaygısızlık kadar gerçek, hayalinin getirdiği buruk mutluluktaki kadar özlem dolu seviyorum.
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük