Bu yaşta üşenmedik, oturduk ispanyolca öğrendik ya (kaç lisanla kaç insan olduk acaba?), ispanya üzerine ne bulursak paça kasnak dalıyor, harıl harıl okuyoruz...
Uzunca bir süredir Madrid'e yerleşmiş bir Türk bilim kadını, Gül Işık, ispanya hakkında bir kitap yazmış. 'Bir Başka Avrupa' diyor bu ülke için (Metis Yayınları)... Dili azıcık çapaklı ama önemli bir eser, hele Türkçe'de ispanya konulu kitapların 'ara ki bulasın' yoğunluğunda olduğu hatırlanınca.
Orada rastladım, Carmen Martin Gaite adında bir ispanyol kadın yazarın, 'Unos Amorosos de la Posguerra Espanola', yani 'ispanyol iç Savaşı Sonrasının Tutkunları' isimli eserinde, Franco dönemini anlattığı satırlarına... Bakın ne demiş:
'Rejimin ideologlarına ve resmi propaganda görevlilerine çetin yükümlülükler düştü, bir yandan o kapkara yoksulluk ve yalnızlık yıllarını 'zafer ve kalkınma yılları' olarak gösterebilmek, öte yandan halka onlara dayanacak gücü verecek mitosları uydurmak kolay iş değildi herhalde'...
Yok, bunu Gül Hanım kendisi söylüyor. Maite'ye gelince, o da diyor ki:
'Geriye dönüp bakmak yasaktı. Savaş bitmişti. izleri apaçık ortadaydı, parçalanmış aileler, kentlerin perişan varoşları, yerle bir edilmiş köyler, hapisaneleri tıklım tıklım dolduran tutsaklar, sürgüne gidenler, bastırma eylemleri, mahvolmuş bir ekonomi... Ama bunları şu ya da bu şekilde dile getirmek yasaklanmıştı.
Kutsal kurtarıcı Franco'nun zaferini göklere çıkaran resmi kaynaklar o felaketin sonuçlarını gözlerde önemsizleştirirken, geleceği marşlarla yüceltiyorlardı. iyiler kazanmışlardı. Ülke kurtarılmıştı. Şimdi onu manen ve maddeten yeniden inşa etmek görevine ispanyol sıfatını haketmek isteyen herkesin gururla katılması gerekiyordu. O görevin en etkin biçimde yerine getirilmesi için en önemli şey, parayı da, enerjiyi de tutumla harcamaktı. Herşeyi saklamalı, hiçbir şeyi çöpe atmamalı, gösteriş yapmamalı, coşkulu eleştirilerle tükürük harcamayıp düşüncelerimizi kendimize saklamalıydık.
Ama ne Franco, ne de rejimin ideologları, ona buna salık verdikleri kıt kanaat yaşantı ile çevremizi dört bir yandan saran karaborsa, fuhuş ve kirli işlerin rezilliği arasındaki acı çelişkiyi deşmeye niyetli görünmüyorlardı. Sıradan ispanyol, kamu ahlakının baskısıyla bulanık suda balık avlayanların giderek büsbütün çirkinleşen örneği arasında, 'yiğit milletler' üstüne nutuk dinleyerek yaşamak zorundaydı.
Mutluluğu aramak neredeyse ayıp sayılıyordu. Bolluktan, refahtan, huzurdan dem vurmak iktidardaki Falange Partisi'nin ruhuna ters düşmek anlamına geliyordu. Yaşamın kolaylaşmasını dilemek, rejime ihanetten farksızdı. Tersine, herkes var gücüyle o eski günler, eski yaşantı geri dönmesin diye savaşmalıydı.
Zaten onu anlamayıp da neyi anlayacaktı çocuklar? Evde, sokakta, okulda gergin bir ortamda, boynu bükük insanlar arasında yaşıyorlardı. Aslında salık verilen bütün o coşkulu suskunluğa rağmen, hemen herkesin açlık çektiğini kabul etmeyen yoktu. Üstelik yakacak ne kömür vardı ne gaz.
Zafer yılları denilen o dönemde büyük bir yoksulluk çektiğimiz bilinen bir gerçektir; kuraklıklar, tarım ürünlerinde düşüşler, kırsal kesimden kentlere yığılan evsiz barksızlar, aksayan hizmetler, hepsini yaşadık.'
Bu satırlar size bazı başka ülkeleri ve benzer dönemleri hatırlattı mı?
Onu bilmem ama, ispanya'da asla bir Franco dönemi daha yaşanmayacağını ve Falange Partisi'nin çok partili sistemde hiçbir serbest seçimi tek başına kazanıp iktidara gelemeyeceğini bilirim.