insanın bazen kendini tanıyamaması ne rezil bir şeydir bileniniz var mı?
çok fikir aldım ben. beni tanıyanlara, fikri benim için mühim olanlara kararsız kaldığımda danıştım yani. sonra bildiğimi okudum o ayrı ama her birinden farklı bir şeyler kaptım, söylediklerinin ucundan köşesinden mutlaka faydalandım.
ancak kararımı verdiysem bir konu hakkında, kimse bana fikrini söylesin istemedim. sormadığım sürece dile getirilenleri de dinlemedim. ya "he" deyip geçtim ya da omuz silktim, beni önemseyenleri kırdım. pişman da olmadım. karar benimdi, hata ise er geç kendini belli edecekti. ihtiyacım olan zamandı ve ben beklemeyi değil yürümeyi tercih ettim.
aldığım bir kararı kolumdan çokça çekiştiren olmasına rağmen uyguladım. "başını taşlara vuracaksın" diyenlere mi hiç aldırmadım. "düşersem düşerim, düşersem elbet gene kalkar ilerlerim" diye düşünmekteydim tabii o vakitler. akıl bir karış havada olan yaşlarıma tekabül eder bu anlattıklarım.
ilerlerken ben çizdiğim yolda, çokça şey öğrendim elbette. büyük konuşmamayı, başa gelmez dediklerinin nasıl gerçek olabileceğini, güçlülüğünle her övündüğünde hareket dahi edemedğin bir bataklıkta aslında dibe çökmekte olduğunu, çırpınıkça battığını, battıkça halini kabullenebildiğini, bedenden önce mücadeleci ruhunun uçup gittiğini...
gülmek için hiçbir sebep bulamadığında ağlayamadığımı farkettim sonra. duygularımı kaybettim diye haykırmak isterken, bir arkadaşıma gülümserken buldum kendimi. anlattıklarına gülüyordum sanırım, ne anlatıyordu... ben dinlemiyordum. belli etmemeliydim, bana mahsus bir acıydı çünkü yaşadıklarım. benim kabullendiklerimi bir başkasının eleştirmesi sonum olurdu biliyorum.
kendimi yıllarca nasıl bildim? nasıl tanımladım içimde taşıdıklarımı? en güvendiğim huylarım nelerdi? ya sevmediğim ama değiştirmek için kılımı dahi kıpırdatmadıklarım?
hiçbiri değildim artık. insanın kendini tanıyamaması ne rezil bir şeydir bileniniz var mı?
"düşersem düşerim, düşersem elbet gene kalkar ilerlerim" dememeyi öğrendim sonra. diz üstü yere kapaklanmak değil mesele, baş aşağı uçurumdan atlamak gibi bir şey bahsettiğim. hani beni iten kim dersin ya sen atlamışsındır aslında. iki silker üstümü kalkar gerime bakmam derdim eskiden şimdi bir kaya dibinde yukarıdakileri görmek için tüm çabam...
verdiğim karar o dönem için doğruydu belki. "şimdi olsa ne yapardın" diye sorsan, artık vereceğim yanıt pek mühim değil aslında. öyle olması gerekmiş olmuş diyorum geçmişe bakınca. ancak kendimi kaybedip, bulmak için hiçbir çaba sarfetmemiş olmama içerliyorum sonra. kabullenişlerim nasıl alt etmiş isyanlarımı hayret ediyorum düşününce.
ben bir karar aldım, uyguladım. bataklığın ortasında saplandım kaldım. üstüme bulaşan çamur değildi utandığım, kendimi ifade edecek kelime bulamayışım, sevdiklerimi sevmediklerimi, istediklerimi istemediklerimi artık bilemeyişim, kendimle gurur duyduğum özelliklerimi unutuşum, çaresizlikten sebep içimde beliren tuhaf hislere boyun eğişimdi kaynağı tüm utancımın.
insanın bazen kendini tanıyamaması ne rezil bir şeydir bileniniz var mı?
facebook gencliğinde aşırı derecede var olan durum. zira bu gencler arkadaş listelerindeki birinin fotolarında kendi eski hallerini görürlerse "ayyy bu ne yaa? resmen sübyana benziyomuşum olmm! abi ben nasıl kestirmişim öyle o saçları amk yaa * )" derler. hele bir de 2-3 yıl önceki fotoları için "gençtik o zamanlar!" diye yorum yapanlar yok mu...
hepsinin sebebi kişinin g.t diye tabir edilen organının yer çekimine karşı gelmesidir.
mevzubahis insanın en önemli dertleri arasında hoşlandığı kızın başka biriyle çıkıyor olması gibi bir dert varsa, sokakta tüm acındırıcılığıyla dikkatleri üzerine çeken saçı sakalına karışmış iki büklüm oturmuş önündeki ayakdaş marka ayakkabı kutusuna en azından bi 10 ykr atılmasını uman 60 yaşlarındaki bir kötürümü görmesidir bir insanın kendisinden utanma sebebi..