bir hikaye yazdım

entry1 galeri0
    1.
  1. Doğu hayatın en sıkıcı gününü yaşıyordu ki 5 yaşından itibaren 23 yılının her anını bilmese de sıkıldığı günleri biliyordu. 5yaşından geriye sadece bir iki saniyelik arada göz kırpan görüntüler kalmıştı. 5 yaşın da ilk hatırladığı zaman yine sıkıldığı bir gündü. Anaokulunda ki ikinci haftasıydı. Bütün çocuklar sanki yıllardır birbirlerini tanıyormuşçasına aynı şeylere gülüyor, aynı şeylere burun kıvırıyor, aynı şekilde saçma hareketleri yapıyorlardı. Öğretmenleri 40 yaşına yakın bir kadındı. Öğretmeni şuan düşündüğünde yaşına göre güzel birisiydi. Hafif esmer hafif sarışındı sanki. Mimikleri ve gülümsemesi gibi tezatlık bir güzellik katmıştı. Kumral saçları hep parlıyordu. Annesinden duyduğuna göre evliydi öğretmeni ama bir çocuğu olmamıştı. Bu yüzden de anaokulundaki çocukları kendi çocukları yerine koyuyor yaramazlıklarına kızamıyordu. Kadın hep gülümseyen ancak bu gülümseme de Doğu hiçbir samimiyet hissetmemişti. Hala anaokulunu hatırladığında içine bir ürperti veriyordu öğretmeninin gülümsemesi… Sanki yapılan yaramazlıklar hoşuna gidiyor sanırdınız. Ancak bir hınzırlığı diğer çocuklar değil de Doğu yaptığında karşısına geçip “Doğu bugün sana yemekte meyve suyu yok!” Diyordu aynı gülümsemesiyle. Bu yüzden Doğu diğer çocuklar gibi koşup eğlenmeyi, arkadaşlarıyla beraber renkli boyalarla resimler yapıp arada kendisini ya da arkadaşını boyamıyordu. Sınıfın en sakin köşesine, yatakların yanına geçmiş sınıfı gözlemliyordu. Aklından geçen tek şey annesinin bir an önce gelip onu alması idi. Öğretmeni Doğu nun en küçük bir engelde pes ettiğini anlayamamıştı. Yerinden kalkıp eline aldığı boyalarla “Hadi Doğu evinizin resmini çizsene” dediğinde Doğu bir saniyeliğine öğretmenine bakmıştı. Hemen ardından gözlerini yere indirip dudaklarını bükmüş, kendisine meyve suyunu vermeyen bu kadının şimdi bir de kendisinden resim çizmesinin saçmalığını göremese de içinden bir his yapmamasını söylüyordu. Yapmadı da öğretmeni bu sefer de “yapmazsan yarın öğlen de meyve suyu yok sana “ dediğini duyduğunu sandı ama inadında kararlıydı… Anaokulundan sıkılıyordu. Annesinin her gün sıkıldığını söylediğini duyuyordu. Ev işlerini yaptıkça annesi “sıkıldım artık bu işlerden” diyordu. Yemek yapmayı seven annesi yemek yaparken de sıkıldığını söylüyordu. Annesi babasıyla kavga ettiğinde de “senden sıkıldım artık Mahmut!” diyordu… Doğu da bu öğretmenin gülümsemesinden sıkılmıştı. Kendisine meyve suyu yok sana demesinden sıkılmıştı. Sıkılmak kızmak demek değil miydi? işte sıkılıyordu bu öğretmenin gülümsemesine! Al şimdi de iki erkek birbirleriyle kavga etmeye başlamışlardı. ikisi de aynı yarış arabasını istiyordu. Doğu anlam veremiyordu çünkü aynı arabadan bir iki metre yanlarında da vardı. Hem de aynı rengi!! Sıkılmıştı burada olmaktan…Kalktı diğer arabayı aldı kavga edenlerden iri yarı çocuk, tam arabayı elinde tutan kısa ama horoz gibi kollarını açmış kendisini dev aynasında gören bu ufaklığın gözüne doğru yumruğunu sallıyordu ki araya girdi. Doğu daha ne olduğunu anlayamadan yediği yumrukla kendisini yerde buldu. Öğretmen arkasını döndüğünde Doğunun yerde yattığını iri yarı çocuğunda başında özür dilediğini gördüğün de anlam veremedi. Doğu yerden kalktı sanki hiç yumruk yememişti ki gözü şişmeye başlamıştı bile, elinde tuttuğu arabayı ufak çocuğa uzattı “bak bu da o araba” dedi. Ufaklık Doğunun yeşil gözlerine baktı (Doğu şuan hatırladığında çocuğun şaşkınlığını ona nasılda yerden kalktın dercesine bakışını hatırlamıyordu.) “Ben bunu değil onu istiyorum!!” dedi. Doğu iyilik yapmak istemişti hem babası demez miydi “oğlum ne olursa olsun sen kötü bir şey yapma yardım et arkadaşlarına” ee etmişti işte. Peki neden bu ufaklık şimdi böyle yapıyordu? Doğu tam sıkılıp arkadaşına yumruk atacaktı ki öğretmeni geldi. Doğunun gözüne baktı “ne yaptın oğlum,neden arkadaşınla kavga ettin?” dedi. Doğu ağzını açtı tam anlatıcaktı ki babasının bir diğer sözü olan “oğlum iyilik yap denize at” dediğini hatırladı. Bu ne anlama geliyor dediğinde babasına, babası Doğuya bakıp “oğlum yaptığın iyiliği söyleme işte” demekle geçiştirmişti yine kahvesini içip gazete de ki köşe yazarının yazısını okurken. Doğu “hiç” dedi. Öğretmeni aynı şekilde gülümsüyordu. Doğu gözünün acıdığını hissetmesine, iri yarı çocuğa çok fazla sıkılmasına rağmen “ çarpıştık öğretmenim” dedi. Öğretmen hemen buz torbasını alıp gelmiş gözüne koymuştu. Doğu buz gözüne değdiği anda aklına ilk gelen annesinin geldiğin de vereceği tepkiyi düşünmekti. Annesi öğretmeni gibi inanmazdı hemen çarpıştığına. “Kendini dövdürme, baktın sana vuruyorlar sende onlara vur! Eğer dayak yersen gözüme gözükme!” derdi hep… Şimdi annesi gelmesin istiyordu. Ama öğle yemeğini yemişler, uzun süre o köşe de oturmuş öğretmenine sıkılmıştı. Sonra kavga eden iki çocuk vardı ki sonra yumruğu yiyen kendisi olmuştu. Gözünde buz vardı ki gözünü ve etrafını hissetmiyordu. Demek ki annesi birazdan kapıdan içeri girip, “Doğuuu!! Gel bakalım oğlum. Öğretmenini üzmedin dimi bugün bakıyım!” diyecekti. Öğretmeni de gülerek “yine yaptı yağacağını afacan” deyip gülümsemesini kahkahaya dönüştürecekti. Kapı açıldı, içeri annesi girdi her zaman ki konuşmalar yine yapıldı. Doğu saatini taktığı tarafı annesine göstermek istemiyordu. Çünkü yediği yumruk, saati koluna taktığı tarafa gelmişti. Annesi hemen diğer tarafını çevirmiş öğretmenine bakmıştı. Hemen gözlerini Doğuya çevirip öğretmeninin konuşmasına izin vermeden düş bakalım önüme demişti. Doğu korka korka annesinin dediğini yapmış ayakkabılarını giymişti. Annesi öğretmenin elinden Doğunun çantasını aldı. Dışarı bir hışımla fırladı. Doğu annesinin daha da sıkıldığını gözlemedi. Başına geleceği biliyordu ancak ne zaman geleceğini bilmemek korkutuyordu. iki de bir annesine doğru yandan bakıyor sonra önüne dönüyordu zamanını kestirmek için. Arabanın yanına geldi yine annesinin hayır diyeceğini bile bile ön koltuğa oturdu. Annesi bu sefer bir şey dememişti. Ya da Doğunun hatırladığı an burada bitiyordu çünkü sonrası bir karanlığa gömülüyordu.
    Doğu 23 yıl önce olduğu yine sıkılıyordu. Bu sefer kelime anlamını biliyordu. Ama sıkılmak; öfkelenmeyi de, kızgınlık anını da, üzgün olmayı da içine alıyordu ona göre. Sıkıldığında hem öfkelenir hem kızar hem de üzülürdü aslında. Yapacağın bir şey olmadığında kendine üzülürdün önce. Sonra kızardın neden bu halde olduğuna, yavaş yavaş öfkelenirdin… Ama yüzün aynı mimiklere bürünürdü bu duygularda. Sıkılmaktı yüzde ki ifade… Bazen öfke ağır basardı kaşların daha bir çatılırdı. Eğer üzüntün ağır basarsa yaşlar akardı yüzünden… Ama aynı kalırdı gerisi bire bir aynı… Sanki bu 3 duygu ayrı babalardan ama tek anadan olma gibiydi.
    Bugün sıkılıyordu. Sevgilisini bir başka erkeğini elini tutup ona gülerken görmüştü. Aslında sevgilisi dediysem kız Doğunun hissilerinden bihaber de. Doğu onu ilk defa bir otobüste görmüştü. Doğu elinde spor sayfası okurken otobüs ani fren yapmış kızda ayakta dururken Doğunun üzerine düşmüştü. Doğu şaşırmış, utanıp kızarmış, kıza yardım etmek isterken yanlış bir temastan kaçmaya çalışır halde kızı kaldırmıştı. Hatta kızın gözlerinden o kadar etkilenmişti ki bir iki dakika konuşamadı. Sonra kalkıp kıza yerine geçmesi için bir işaret yaptı. Kız teşekkür edip oturdu. Doğu bir şeyler söylemek istiyordu ama sanki kelimeler onunla oyun oynarcasına farklılaşmıştı. Ağzından çıkan sözcükler kıza doğru “ya bak sana şu Barcelona ya nasıl futbol oynuyor” diye bir cümleye dökülmüşlerdi. Oysa söylemek istediği “ya iyisiniz değil mi? Bir yerinize bir şey olmadı ya?” cümlesi idi. Hatta düşünürken sonra da “Bu arada ben Doğu, ama en batıdanım Edirneliyim bakmayın adıma” diyip bir espri bile yapmayı düşünmüştü. Oysa kendisi nefret ederdi adını söylediğin de bu şekilde tamamlayan arkadaşları yüzünden. Kız Doğunun söylediği cümleyi duymamıştı bile çoktan kulaklıkları kulağına takmış radyo da bir programın son ses olan reklam müziğini dinliyordu. Doğu utancından başka bir şey diyemedi. ineceği durağa iki durak varken indi ve üniversiteye yüreyerek gitmeye karar verdi.
    Ertesi gün fakültenin bahçesinde arkadaşları ile konuşurken yine görmüştü kızı. Önünden geçerken onu tanımamış bir tavrı vardı ki Doğu da benim gibi saçma sapan konuşan birisini ne yapsın ki demişti. Ama gözlerini alamıyordu ondan….
    Her gün böyle geçer olmuştu son 3 aydır. Hafta sonları Doğu bir an önce pazartesinin gelmesi için hiç yataktan çıkmıyordu sanki Cuma akşamı uyusa uyandığında pazartesi sabahı olacakmış gibi uyumaya çalışıyordu. Rüyaları hep o kızın elini tutması üzerineydi. Ama her seferinde bir şey oluyor ve kızın elini tutamadan gözlerini açıyordu. Her gözlerini açtığın da güneşe lanet okuyor yada sokaktan geçen satıcının sesine kızıp camdan dışarı kafasını uzatıp adama bağırıyordu. Tabi bu bir işe yaramıyor adam yine bağırmaya devam ediyordu…
    Böyle geçiyordu kızla karşılaştığı günden itibaren geçen 90.günü de. Ta ki kızı bir başkasının elini tutup ona gülmeye, yanaklarına sayısızca öpücük kondurup sonra da kendisine çekip sanki o kadar öpücük yetmezmiş gibi dudaklarına da bir öpücük daha kondururken gördüğü ana kadar. Dünyası yıkılmıştı kurduğu, gördüğü bütün hayaller, rüyalar parçalara bölünmüş hava da birbirleri ile kavgaya tutuşmuştu. Üzgündü… Sonra bir de bu yetmezmiş gibi otobüsü kaçırmıştı. Kızmıştı kendisine. Üzgünlük ve kızgınlık bir araya gelir gelmez 3.kardeşleri öfkeyi davet etmişlerdi. O gelir gelmez de birbirleriyle kavga eden rüyaları ve hayalleri de yanlarına alıp Doğunun etrafını sarmışlardı. Doğu sıkılıyordu…. Hem de çok sıkılıyordu. Kendisine sıkılıyordu aptallığına, saflığına, şanssızlığına, utangaçlığına, korkusuna, kırılmak istememesine… Kalktı ardından sürükledi öfkeyi, üzgünlüğünü, kızgınlığını, hala birbirleri ile kavga eden rüyalarını ve hayallerini… Sürükledi kendisi ile beraber… Gözden kaybolduğunda bana geri de sıkılmak kalmıştı.

    Ç.
    3 ...
© 2025 uludağ sözlük