bir dilim kuru ekmek, altı zeytin ve bir büyük kahve fincanı soğuk su.
kahvaltı soframın dillere destan ihtişamında, yalnız başıma, sabahın kör vaktinde gülümseyebilmeyi başarmıştım. gözleri vardı aklımda en siyah noktalarıyla. kanatlarını, hayatının fırtınaları kırmıştı ve yollar yormuştu dizlerini. bu yüzdendi belki de alıştığı yalnızlığını terk etmeyi istememesi. bedeni yanımda mutluyken, aklı başkalarının ellerine dokunduğu anlardaydı. yine de gülebiliyordum kendime.
kahvaltı namına yediklerimin pek de farkında değildim. anlamlı gözlerin, gözlerimle çarpışmalarından sonra, o gözlerin kimleri gördüğünü düşünürken, açlık bile hissedilebilir değildi. tebessüm yavaş yavaş siliniyordu. mutluluğumun sebebinin ellerimden kayıp gitmesi ürkütüyordu beni. mutlu olacaktım hani? sigarayı bile bırakmıştım oysa ki.
o, kocaman bir kadındı küçük bir peri olduğu kadar. öyle ani olmuştu ki omuzlarıma dokunuşu, şaşkın bir bakıştan fazlasını gösterememiştim. saklanacak vaktim yoktu, zaman tanımamıştı. ruhumun bütün köleliğini sermiştim ayaklarının altına. tek isteğim bulutlara çarpmasıydı gözlerimizden yayılan ışığın. yıldırım olup yeryüzüne vurduğunda yağmurla birlikte, işte bu benim eserim diyebilmekti. benim olmasan da, senin olmasam da, hep gül gözlerinle bana demiştim.
gel, demedi.
git, demedi.
git demediği için, gelmesini bekler olmuştum. en büyük hatam; birlikte geçirilen zamanlara doymamak olmuştu. yanında gülerken, kaçamak dokunuşlara alet ederken kahkahalarımızı, gözlerimize anlık bakışlar armağan ederken, yetinememiştim. daha fazlasının telaşına düştüğüm günler gösteriyordu kendini. dokunuşlar açıkça, bakışlar hainceydi artık. en derine vuruyordu darbelerini her tebessüm. birbirimizden sakladığımız o küçük sırlarımız ortaya çıktığında, gökyüzünün rengi griye çalmaya başladı. bölündüğünü görebiliyordum, kaçışlara başvurmaya niyetlendiğinde gözleri.
bir sonbahar sabahına dönmüştü hayallerim. güvercinlerin kanatları birbirine çarptıkça kalabalıklaşan gürültüye ekleniyordu yağmur ve sarı yaprakların üzerine düşen bir melek, gözlerimin içine bakar gibiydi. tanrının ona yaptığı yanlışları kabullenmiş gibi, boyun eğmiş gibi bir çaresizlikle bakıyordu. kendi kırık kanatlarımı vermek istedim, yitirdiği kanatlarının yerine, uçsun diye. uçmayı unutturacak kadar uzun zaman geçmişti son düşüşünün üstünden. elinin tersiyle ittiğinde gözlerime bakmayı, ağlamıştım.
bir lokma ekmeği ziyafete dönüştürürken, açlıktan ölmüştüm.
ardı arkası kesilmeyecekmiş gibi gelen bir boşluğun ardından,bir sabah gözlerinizi açtığınızda sevmeye başlarsınız onu.o sizi asla üzmez,asla ağlatmaz.yeter ki kabullenin onu,kabullenin ve sevin.hayatınıza kim girerse girsin,onu ne kadar ihmal ederseniz edin asla küsmez size.o hep yanınızdadır,bazen bir fincan da bazen de aynadaki aksinizde görürsünüz onu.bir fincan yalnızlık,acı okyanusunda geçirilen günlerden sonra gelen bir parça huzur ve hayatın size gönderdiği hediyedir aslında.