bir evin maddi ve manevi tüm yükünü üstlenebilmektir.
genellikle ana-babalara düşer bu iş, ancak zaman zaman ablaya, ağabeye, hatta çocuğa bile kalır.
bir evin her şeyi olmak öyle kolay bir iş değildir. kendinden çok evi, evde yaşayanları düşündürür insana. yemeden yedirmek, içmeden içirmek gibi kavramlar böyle ortamlarda mana bulur. evin geliri, gideri, faturası, kirası gibi maddi dertlerin yanısıra çocukların ya da anne babanın * manevi yükü çöker omuzlara.
düşünsene kaç bayram geçti cicili bicili kıyafetlerinle çocukluğunda. her bayram başka bir renge büründün, başka mutluluklar yaşadın. ama düşünmedin mi hiç anacığını babacığını *, onlar yıllar boyu aynı şeyleri giydiler. sırf sen mutlu ol diye ses etmediler, isyan etmediler hiç yokluğa.
mutluluk, elleri poşetlerle dolu bir şekilde eve girebilmekti onlar için. o poşetlerin içinde kendilerine ait bir şeyler olmasa da. ya da kayıp düştüğünde kanayan yaranı dindirebilmekti. ağladığında seni teselli edebilmekti. yıllar geçtikçe yaşlanıp, daha cılız kalınsa da hayata karşı, seni okutabilmekti. büyüyüp adam olduğunu görmekti.
Sonu bile bile izlenen bir film gibi, yılların vurduğu her darbeye karşın mutlu olabilmekti. çünkü onlar yaşadığın evin her şeyiydi ve bak, hala öyleler...