bir durum var

entry3 galeri0
    1.
  1. var olan bir durumdur. birazdan anlatacağım bir durumdur. bilemedim.

    arkadaşlar şimdi size detaylı bir şekilde anlatacağım. okuyup okumamanız çok önemli değil. ama okursanız yorumlarınızı lütfen bana özel mesajla dönün.

    not: isimler temsilidir.

    sonda yazdığım şarkıyı başta dinleyin.

    bir tane kız tanıdım adı xx'ti, bu kız ülkücü bir ailenin, xx okuyan, batı kültürünü bilen bir kızıydı. ben ilk defa konuştuğumda, o ara lise sondaydım o da üni 1'deydi hazırlıkta. bu kızla bizim her türlü muhabbetimiz oldu. yeme içmeden yaşamaya, evliliğe, cinselliğe, aşka, meşke, şiire, edebiyata sanatın her dalından bahsettik, beraber fransızca şarkılar söyledik, beraber ingilizce şarkılar söyledik, beraber ispanyolca şarkılar söyledik. bizim bahçede yaza doğru ders çalışırken canım sıkıldı aradım ve konuştuk vs. ingilizce konuştuk falan. hatta üniversite sınavlarına çalışırken bir gece evde masanın başında ders çalışırken aradı, "gel buluşalım." falan diye. ben de "gelemem ya" falan dedim. "hadi çık" dedi evin önündeyim.
    tamam dedim çıktım yanına gittim direkt arabasını buldum. "nasıl anladın?" diye sordu ben de, "isminin baş harfiydi yanlış tahmin etmemeye çalıştım." dedim. sonra yola çıktık. "nereye gidiyoz?" dedim. "seni kaçırıyom." dedi. güldüm. hemen onun telefonundan spotify'ı açtım, müziği değiştirdim, işte jacques brel'den ne me quitte pas'yı açtım. çok ikonik ama bizim 3-5 arkadaşımla belki de yıllardır dinlediğimiz bir şarkıdır. zaten ondan sonra biraz popüler oldu. işte bizim şehrin ehliyet sınavlarının yapıldığı bir pist vardır. orası birazcık bayırdır oranın tepesine çıktık alabildiğine güzel ve net bir biçimde görünüyordu şehir. samimiyim bakın. konuştuk, bakıştık. ben ona baktım, o bana baktı. lan bilmiyorum yüzü falan o gün de bana çok tombul geliyordu, benim gözlerim yeşildir onun gözleri kahverengi-ela arası bir kanyon renginde, bilemedin kil rengiydi yani. ama seviyodum kızı, ilk defa bizim memleket sınırları içerisinde böyle bir kız tanımıştım. bizim memleket 130000 nüfuslu bir anadolu ilçesiydi. sonra babası aradı. "kızım nerdesin hastaneye anneni almaya gitmedin." dedi. düşünsene ikimiz de 18 yaşındayız. kız babasına "geliyorum babacım, tamam." dedi. "peki beyefendi, mecburen gidiyoruz, ben de çok istemedim, ama yapcak bişi yok." dedi, ki çok tatlı konuşuyordu benimle o zamanlar. sonra arabayla tepeden ileri indik ama nasıl iniyoz 120 yapılmayacak yerde 130 yaptı yani şoförlüğüne nasıl güveniyorsa artık. ben direkt "napıyosun kızım sen!" diye bir tepki verdim. "korktun mu?" dedi ve bir kahkaha patlattı. "korkmadım da falan da filan da" korkmuştum ve bu bal gibi de ortadaydı. en son açtığı şarkı da çok manidardı: new person same old mistakesdemek ki kız resmen beni parçalamıştı beyninde. üstelik o kadar ürettiğim imajdan sonra. ki bunu çok sonra anlayacaktım. en sonunda eve geldik. "görüşürüz beyefendi." deyip gitti.

    sonra mesajlaştık falan ama o arada o fransa'ya gitti. tam bir ay ulan, çok merak ettim hatta o kadar çok merak ettim ki arada bir mesaj atıyorum "nerdesin?, özledim, havalar nasıl?" falan. "ya niye mesaj atmıyosun!, orda niye bu kadar geç yazıyosun" falan. ama "ha" dedim, "konuşmak istemiyor. ikinci haftanın sonundan itibaren mesajlarımı günde birden haftada bire çektim. geri dönene kadar da yazmadım. geldi, "buluşalım, şurdayım." dedim. "bugün olmaz da başka zaman dedi." işte sonraki zamanlarda aradım, çaldı sonra meşgule attı(engellememişti, engelleseydi 0,5 saniye çalar meşgule düşerdi o çağrı.) ondan sonra geri dönmedi. "meşguldüm, işim vardı, annem babamla falandım fişmekandaydım." yoktu. ben de çok üzüldüm ve ben üzüldükten sonra, çok sinirlendim. lan gerçekten de çok sevmiştim ve hakaretti bu bana. numarasını sildim. ama facebook'tan silmedim. whatsapp'teki konuşmayı sildim önce zira ben fotoğrafik hafızamdan dolayı gördüğümü ezberlerim. eğer whatsapp konuşmasını sonra silseydim, numarayı ezberlerdim. (allah belamı versin.)

    o günden sonra da yine dayanamayıp yazdım çünkü çok sevmişim, arada bir özledim diye vurdum, ama ı-ıh yani o ilk zamanlarda onun sohbetinden aldığım tadı alamaz hale geldim. arada bir canı isterse yazıyordu falan.

    bir gün yine, bizim memleketin üniversitesini kazandım. iyi bir üniversite değildi ama inşaat mühendisliği bölümüydü. her halükarda gelecek vadeden bir meslekti. ben bilgisayar istiyodum, inşaat geldi. üzüldüm mü? belki. ama sevindim mi? evet.
    sevindiğim için ve sevdiğim için gittim bunu ona söyledim. bana güldüğünü söyledi ama, bu sevinç gülmesi değildi. alay gülmesiydi. (ama benim hatam da şuydu, ben kendini beğenmişçe davranmıştım, kabul ediyorum, hala bazen ego kastığım oluyor. bu huyumdan kurtulduğum zamanlarda insanlarla iyi anlaşıyor, tatlı vakit geçiriyorken, kurtulamadıklarımda ise kavga ediyorum.) ama o zaman parantezin içindekilere rağmen, tavrından ötürü "bu kız artık benim dostum gibi değil." demiştim.

    ondan sonra geçen zaman bir ay falan oldu herhalde, çok da sevdim ama bunu kendisine bir türlü söyleyemedim. -hala söyleyemedim, bugün bile- ama şu vardı işte, ne bileyim onunla konuşmak beni biraz iyileştirir, hala o tatlılığı muhteva ediyordur muhtemelen içinde diye düşünüyordum, arada bir kaynattım naber nasılsın falan diye ama, olmadı.

    en sonunda gerçekten aradan bir üç-beş ay geçti ve hala ne bileyim onsuzluk hissinin amına koyayım(affet mod) özledim lan. deli gibi özledim hem de, öyle böyle bir özlemek değil bu baba anlatamam, anlayamazsınız. sanki cıva kazanında yüzmeye çalışırken zehirlenmeyle boğulma(aslında teknik olarak cıvada boğulamam.) arası bir his yaşıyordum.

    "özledim." yazdım sadece.

    görüldü yazdı gitti.

    abi lan! hayallerim nereye gitti lan!, benimle atışmasını, benimle edebiyat konuşmasını istediğim, beraber çalmak istediğim kız nereye gitti lan!

    sonra feyste arkadaşlıktan çıkardım. instagram'de takipten çıkardım.(engellemedim, kitabımda yazmaz, dedem hep, "çok kızdıysan da bir açık kapı bırak." derdi, yaptım.)

    şimdi ise soruna geliyorum.

    ben onu bu hafta en az 4 kere rüyamda gördüm. rüyamda gördüğümü düşündükçe aklıma geliyor ve arada bir swarm'dan bakıyorum yerine. bir haftadır hiçbir etkinliği, hiçbir şeyi yok. ki ben swarm kullanan biri değilim.

    bir arkadaşımız var ortak, hatta onun en yakın arkadaşı büyük olasılıkla, onunla aram açıldıktan sonra bana o da mesafe koydu ama, severim onu, aramızdaki hukukun xx'le hiç alakası olmadığını farkettim, o yüzden o kızı seviyorum. samimi bir dostum olarak görüyorum hala. ona bir kere sordum. sonra da daha hiç sormadım maalesef.

    arkadaşlar çok özlediğimi düşünüyorum desem, 1-2 aydır hiç aklıma takılmıyordu. bu aralar başladı bu olay.

    babama bile sordum:

    "baba, birini çok sevdin ama sana senin nazarında affetmek istemeyeceğin bir hata yaptı. bir süre sonra sen bu insanı özlediğini farkettin. n'apardın?" dedim.

    "oğlum ben her zaman yaptığımı yapar ve geri dönmezdim." dedi.

    arkadaşlar babam bu hikayeyi bilmeden bu cevabı verdi. sizin hikayeyi okuduğunuzu varsayarak soruyorum. ne yapmalıyım?

    en başta belirttiğim şarkı:


    (al bakalım benim mistakes'im versus senin mistakes'in.)
    2 ...
  2. 2.
  3. her zaman farklı bir durumun varlığı söz konusudur.
    aga ne kadar durum varmış gelin görün ki, bu başlığı ben doldurucam. bütün içimin sıkıntısını bu başlığa yazıcam. kısaca bu başlık benim arkadaşlar.
    babalar litvanya'ya yılbaşı sonrası ziyarete gittim.(bu arada ilk hikayenin başrolü silindi gitti hayatımdan tamamen, ama anı olsun diye burada kalabilir mahsuru yok.)

    ayrıca kız Türkçe bilmediği için gayet rahat adıyla da yazabilirim, hem türkçe öğrenecek de, koskoca internette uludağ sözlükten haberi olucak da, hadi onu geçtim elli tane monika var. silksen bulamaz.

    galiba aşık oldum...
    neyse girelim.

    Ben bir mekânı arıyordum
    Yolda Monika’ya rastladım, sordum. Rastgele biriydi.

    Önce söyledi sonra “Yalnız mısın?” dedi. “Evet.” dedim. “Sana katılabilir miyim?” dedi.
    “Evet, tabii, neden olmasın?” dedim. Yanıma geldi. Söylenmeye başladı: “Bu binayı şu yüzyılda inşa ettiler, şu şu kral zamanında…” falan. “Lan” dedim “aha, aynı ben”

    Sonra başka yerleri gösterdi. Bir tane kule var “Oraya baktı ve doğru, oraya çıkamayız.” dedi.
    “O zaman tamam, gel hadi kahve içelim bebeğim.” dedim “Aldım kollarımın arasına.”
    Kahveciye gittik, “Sizin burada Starbucks yok.” dedim. “Biz kendi Starbucks’ımıza sahibiz.” dedi. Oturduk bir saat muhabbet ettik falan, hatta kalkmıyorduk, sonra kahvecideki kız geldi.
    “Kapatıyoruz.” dedi.
    “iyi.” dedim montu falan giydik
    Sonra, “Gel hadi sana bir yer göstermek istiyorum.” dedi. “Tamam” dedim, kestirmeden şehrin kalesine çıktık. Bu arada, önemsemediğim ama sevmediğim bir özelliği vardı: Eliyle sarıp sigara içiyordu. “Yani, sana yakıştıramadım.” dedim. “Ben bundan keyif alıyorum, ¬bu daha hoş geliyor ve daha az zararlı.” dedi. Bir şey diyemedim. “Sen hiç içtin mi?” dedi. O meşhur süt parası hikayesini anlattım. Gözleri doldu. Sonra kaleye çıktık. Ama o müthiş şehir manzarasına karşı oturamadık. Zira bank tamamen doluydu. Karşıda oraya çıkamayız dediği kuleyi gösterdi, "Oranın bulunduğu tepe çöktü." dedi. "Koskoca şehrin simgesi çökünce şehir çökmüş gibi oldu." dedi ve kahkaha attı.

    Ondan sonra yolun diğer tarafındaki merdivenlerden aşağıya, nehrin oraya indik. “Ben bu nehri çok seviyorum Aziz Patrick gününde yemyeşil giyiniyorum.” falan dedi. Meğer gelenekleriymiş. Sonra Užupis diye sanatçıların falan olduğu bir yer var. Oraya geçtik. Bana deniz kızı heykelini gösterdi. Gittik dolaştık falan. Geri dönerken Vilnele'nin kıyısında bir yere gittik. Bir bank vardı, ıslaktı ama sildim. Montla oturdum. “Gel yanıma otur.” dedim “Hayır.” dedi. Ceketi çıkardım serdim ama oturmadı.
    Diyalog şöyle:
    +otur(sit)
    -hayır(no)
    +otur(sit)
    -hayır(no)
    +otur(sit)
    -hayır(no)
    +otur(sit)
    -hayır(no)
    +otur(sit)
    -hayır(no)
    -ben çok inatçıyımdır, haha(i am very stubborn, haha)
    Dedim; “Ben de!”
    “Şimdi inada bindirip çıkardın giymiyosun ama hastalancan giy.” Dedi. “Hayır.” dedim. Sonra kalkarken giydim işte. Giderken nehrin kenarında çeyrek kuyruklu bi piyano gördüm. “Ahaaaa, bir deneyem.”

    Suya indim ve bir baktım ki tuşlarını sökmüşler. Bu pasif sanat ya böyle sanat olmaz.” dedim. Kahkaha attı, bir de güzel gülüyor, maşallah.

    Ağzına girecektim öpmek için ama hala suyun dibindeydim ve onun boyu benden uzundu. Sonra işte bana bir kilise gösterdi ve “Burayı Napolyon çok sevmiş, eline alıp götürebilse Paris’e götürmeyi istemiş.” “Vay be.” dedim. Ben de hemen atalarımla övündüm;
    “Napolyon’u mağlup edebilen komutanların en ünlüsü Cezzar Ahmet Paşa’dır.” falan diye. O da bu sefer altta kalır mı; “Rusya'dan dönerken epey yağma hırsızlık tecavüz yapmışlar Vilnius’ta, Vilniuslular hepsini def etmeyi başarmış.” dedi. “Vay be!” falan dedim yine.
    Cumhurbaşkanlığı sarayına gittik, arka bahçeden girdik seyrediyoruz. Ben “Hangi bölümde okuyosun bu arada?” dedim
    “Creative Communication.” dedi
    Sonra ben “Common communication mı?” dedim. “O ne?” dedi, ben Halkla ilişkileri kastetmiştim. “Öyle bir şey var dimi?” dedim. “Hayır.” dedi ve “Bak bilmediğin bir şey çıktı, yaşasın.” dedi. bir kiliseye gittik. “inanıyor musun?” dedim “hayır.” dedi. “Sen inanıyor musun?” dedi. “evet” dedim. “sorun olabilir” dedi. “olmaz” dedim.

    Sonra başka bir kilisenin önünde sarıldık, öpüştük yanaktan. O gitti. Ve beni, o lanet yalnızlığıma terk etti.
    6 ...
  4. 3.
  5. üşenmedim okudum. adam şizofren olmuş beyler. fight clubdaki tyler durden muabbeti bu monika.

    sonunu bildim dimi hikayenin. zevki kalmadı şuan.
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük