çocukluktu hayat dediğimiz ve şu bizim çocukluğumuzda hemen her sokak arasında bir tane bulunan "insansız binanın giriş katındaki korkuluklu pencere" hep 9 aylık, alman kale oyunlarının vazgeçilmez ev sahibiydi.
pardon, biraz buz alabilir miyim? teşekkürler...
havalar ısınmayagörsün, adi su tabancalarını iki günde haşat edip de kola şişelerinin kapaklarını, nasıl deleceğimizi planlardık. sonra belki bir parça elektrik borusu ve kağıttan cephanelerimizle "camdan cama" külah savaşlarımız başlardı. ümit aradı geçenlerde, telefonumu nereden bulmuş, aklına nasıl düşürmüşse beni.
sigara içebiliyor muyuz? teşekkürler...
günde iki paketi temiz içiyorum, valide sultan isyanlarda. hergününü saçım, sakalım dökülüyor mu diye kontrol ederek geçiriyor garibim, erken ölmek gibi ırsi bir sıkıntımız var sülalece, o da haklı kendince.
hani şu barakalarda yaşayan kitap yazarının dediği gibi bizim hayatlarımızda kadınlarımız vardır. onlar için yazar, onlar için yaşar, onlar için ölürüz yerine göre. ve nedendir bilinmez birisi çıkıp da "bir kadın" diyecek olunca aklımıza "herhangi bir kadın" gelmez o anda. mutlaka "başka" bir kadın gelir "özel" bir kadın. hani şu yazmaya sebep olanlarından.
anason kokmamın mahsuru var mı? teşekkürler...
bedelli sevişmelere erecek kadar olamadık, yazık. oysa iki banknotluk bedelle, girip çıkacak bir yer bulmak işten bile olmasa gerek. ama bizde sevişmenin bedeli çok, çok daha ağırdır.
sancılı geceler gelir, hasret dolu nefes alışlarımız... sonra 1-3, 3-5, 5-7,... kan çanağı nöbetleri.
sonra bir sigarayla ciğerlerimize ödetiriz, bir duble rakı dolar, karaciğerimize de ayıp olmasın ve sonunda bir inme iner ki kalbimize, artık atmıyordur.
şuracıkta ölebilir miyim? teşekkürler...
geceleri, kulaklarım sesler duymayagörsün ve hemen kabarmasınlar sesin geldiği yöne. şehrin, bu yakasında bir inilti delmeyiversin göğü. yolda-yolakta zora düşmüş bir adem çıkmayıversin, içim bi acımasın.
hayatı yaşamak da sevişmenin ta kendisidir ve bedelini, canı ile ödetir yaşamayı bilene. bir kere ölmekle yetinmemeli. otobüsteki şu yaşlı adamın, ayakta nasıl da duramadığını görünce ölmeli bir kere, şu yüzleri buruş buruş teyzemin, yanındaki körpeciğe "gençliğini" anlatırken göz bebeklerindeki pusu görüp de ölmeli. akşam trafiğine sıkışmış bir babanın, telefonun diğer ucundaki oğluna "çikolata" sözü verişini ama muhtemel ki eve gittiğinde çocuğun çoktan uykuya dalacağını bilerek ölmeli.
gazetelerin, ilk sayfalarında futbol ve siyasetin hemen yanıbaşında ölenleri görebilir miyim?