arkadaş türkiye' yi en geç 2 sene içerisinde dünyanın en süper gücü ve ekonomisi haline getireceğim.Vatandaşlarımız için 100 m2 den aşağı olmamak koşulu ile uzayda topaloğlu siteleri yapacağım, ağlayanları güldüreceğim, gülenleri ağlatacağım.
bankalardaki her üç veznenin ikisinin kapalı olmasıyla, tuvaletlerdeki her üç kabinin ikisinin arızalı olması arasında ters orantı var bence. ne kadar düz gözükse de. p ise q dur. q ise p ye teşne.
bir mezarlıkta doğum yapıcam. çocuğum her doğumgününde o yıl kaç yaşındaysa o kadar mum yakacak. evet ironi ismi. güzel değil mi?
mesela ben bir reklam olsam kot pantolon reklamı olmak isterim muhterem. hani illa bi reklam olacaksam yani. geçende düşündüm. ona karar verdim. insanlar beni izlesin hem bi bok anlamasın hem de çok beğensin. bi saygınlığım olsun reklam piyasasında.
bir ağaç olacaksam da öyle tarlanın ortasında tek kalan ağaçlardan olmak da istemem. yok bana ihtiyaç duyacaklarmış da yok gölgemde iki domatesi bir ekmeğe katıp yiyeceklermiş de.. yok sonra onların kırıntılarına gelen serçeler bana yaren olacakmış... peh. üşürüm olm ben. boş tarla rüzgarlı olur. hem gece karanlık olur korkarım.
gece karanlık olur di mi?
bir roman yazarsam ismini "bahçe makası" koyucam. konusu her ne olursa olsun uyar bence. düşünsene.. bahçe.. makas. doğadan teknolojiye, yeşilden metalik griye, sakinlikten şiddete uzanan geniş bir skala. süper.
geçende..geçmişimde.. yolda oturuyorum. bildiğin yolda.. ortasında oturuyorum. yeşilin yanmasını bekliyorum. yeşil yanıyor sonra kırmızının yanmasını bekliyorum. kırmızı yanıyor sonra yeşilin yanmasını bekliyorum.. bekliyorum..
neyse yanıma bir fok balığı geldi. kafasını sağa yatırıp bana ağlayan gözlerle baktı. "git geber" diye bağırdım. korktu. yalpalaya yalpalaya gitti. bu sefer vicdan azabı çektim. gidip gebermesin diye akşama kadar takip ettim hayvanı. neyse allah tan bir dondurmacıya girdi de rahatladım. vanilyalı dondurma yiyen bir fok balığı zaten ölmez diye düşündüm.
ve eğer fok balığı gibi bir yaratık hayvansa; penguen denilen şerefsiz hayvan oğlu hayvandır. bunu da burdan belirtmek istiyorum. aile bireyleriyle çiftleşilir mi lan? rezalet.
ve buna bağlı olarak "henüz üç yaşında bir kardeşim var. seni ondan bile kıskanıyorum" diyen hakkı bulut ta da penguensel eğilimler var diye düşünüyorum. ensestsel değil, hayır. penguensel.
ama yine de ben bir türkücü olsam hakkı bulut olmak isterdim. ailemi de doğumumdan 30 küsür yıl sonra bir çocuk daha yapmamaları konusunda uyarırdım.
test çözerken yanlış yaptığı zaman; "aga soru hatalı" diyen ergenin öz güveniyle; patronunun odasına dalan davetsiz konuğu engelleyemediği zaman: "kusura bakmayın muhakemer bey, ben engel olmaya çalıştım ama" diyen sekreterin çaresizliğini aynı kotada eritmek istiyorum. bünyemin kotasında. pota değil olm. kotada eriticem ben.
demin pembe etekli bir kadın yanıma gelip delilikle dahilik arasındaki ince çizgiden bahsedecek oldu. "git geber" diye bağırdım. takip etmek istemiyorum. ölür mü ki?
bir saniye verin nefes almam için. tamam.
siz çekilin abi, biz eziliriz. kalabalığa gerek yok. herkes bildiği işi yapsın.
pisiler traktör kıvamında uyuklamakta... kulakları klavyeden çıkan tıkırtılara alıştı. artık yazabilirim sakince bölünmeden.
bu yazı çamaşır makinası programı bitene kadar bitmeli bundan böyle de kısa program tercih edilmeli uykusuz kalmamak adına. göz altları tombul tombul uyanmamalı insan ertesi iş gününe. akşamlardan yine bir pazartesi. artık kış geldi: hava soğuk mu oldu ne? annem olsa üzerimi örterdi üşüdüğümde. yok ki uzakta şimdi! pisilere sarılsam ısınır mı ki üşüyen yerlerim... kulağım kapıda. anahtarları unutmuş hıyaroğulları... işin yoksa da çamaşırlar bitince çamaşırları ser, sonra yat. elemanlar gelince uyan. kafan bilmem kaç milyon kapıyı aç. anasının gözü...
neyse... hayat gelip geçiyor bugünlerde, ama baya sancılı. uzun zamandır bu kadar bunaldığımı, sıkıldığımı hatırlamıyorum. bazen düşünmekten delirecek gibi oluyorum fakat geçecek biliyorum. ya olmazsa, ya istediğim gibi gitmezse, ya dikiş tutturamazsam, iki ters bir düz, yok bu olmadı örgüye atladık, neyse işte düşün düşün boktur işin kıvamında arpacı kumrusu gibi düşünüyorum. bunun yanısıra da kendimde bir boşvermişlik, bir 'bana ne'cilik almış başını yürümüş dün farkettim. işe geç kalıyorum aaa saat 9 olmuş yahu, hay allah daha da evdeyim, amaaaaan gideriz ya iş değil mi bu, nasılsa bir ay kaldı şunun şurasında.
özetle, (#12443080) entryde yazdığım gibi dünyada bıraktığım iz artık kendi istediğim iz olacak. keyfimin kahyası da ben olacağım, kendi yükümü kendim taşıyıp kendi kendimin eşeği olacağım.
-anne bittiiiiiiiii!
not1: akşam yazmaya başlamıştım fakat uyuyakalmışım. bu yüzden çamaşırları sabah serdim.
not2: bugün de geç kaldım.
gazete sayfalarındaki harflerin sarı lacivert tükenmez kalemle daireler içine alınarak oluşturulacak olan kelimelerin yan yana gelip, anlamlı veya anlamsız cümleler oluşturması durumudur.
bence dünyada iki çeşit insan vardır: zenci olsa saat satacak olan insanlar ve zenci olsa yoldan geçene saat soracak insanlar.
yalnız sınıflandırmanın ismi çok uzun geldi. keşke herkes zenci olsaydı. o zaman felsefe daha kolay.
bi de ben, eğer fotoğraf sanatçısı olsaydım, tanrı ya dünyayı yaratırken mavi tonunda aşırıya kaçtığını, yeşili biraz daha fazla kullanmasını söylerdim. he bi de marilyn monroe nun alnını fazla geniş yaptığını.
gözümü tırmalıyor. korneamı yırtıyor. nefes alamıyorum.
başlarken "hoşçakalın", bitirirken "merhaba" diyen insanlar... beni anlamıyorsunuz.
Dünya üzerindeki bütün canlıların en temel korkusu ölüm, en temel saplantısı seks. içgüdü ölüme karşı savaş verirken, organlar da seksle mücadele içinde.
Beyni biraz daha farklı bir kefeye koymak lazım tabii. En az kullanılanı olması ise ayrı bir facia. Düşünme, anlama, gelişme ve yenilenme..
iyiye dair ne varsa başa bela olan bir toplumda kendine nasıl bir yer edinirsin?
Güzellik başa bela,
Zarafet başa bela,
Akıl, erdem, zeka, açıklık, güç, her şey başa bela...
Hepiniz öleceksiniz ve ölünüz boktan bile değersiz olacak.
Bok bile çıkarken sağladığı rahatlıkla, sizin ölümünüzden daha fazla keyif verendir.
Ben de öleceğim tabii ki ve dilimle kendime yarattığım hapishanede ishal gibi öleceğim.
Evet ishal...cıvık, sancılı, su gibi akıp giden..
Cıvık ve sancılı kısmı hoşunuza gitti değil mi? pisliğin ölümü böyle iğrenç olmalı tabii.
Su gibi akıp gideni düşünmediniz bile...
Akmak. Akmak lazım.
Akayım...
bugünlerde bilincim altına kaçırıyor, sulu düşüncelere dalıyorum. zaten dalabilmek için, kıvamı koyu olmayan bir akışkana ihtiyacım vardı. akışkan kelimesi bana anne karnında yüzen bebekleri çağrıştıyor. ben de doğurganım. doğurgan oluşumun 20. yılındayım. kendimi gittikçe küçülüyor gibi hissetmesem iyi bari.
bir adam var,
gözlerimin öpüleceğinden bahsediyor. bir adam var, ne yaşadığımı, nasıl yaşadığımı bilmeden benimle konuşuyor. fonda moddi - smoke çalıyor. fonda ardı arkası kesilmeyen şarkılar çalmıyor henüz, ben bir roman değilmişim. ben bir şarap şişesi değilmişim. ben bir mum değilmişim. ben kırık dökük bar taburesi üstünde, ayaklarını nereye dolayacağını bilemeyen bir orospuymuşum. adam henüz bilmiyor. bilmeyen adamlar dudaklarıyla gözlerimi nişan alıyor. korkuyorum. aklımda başka adamlar, hatta göğüs uçları öpülesi kadınlar var, diyemiyorum.
bir adam var. bana iyiyi oynuyor. sahnede tek başına. bütün hayallerini toplamış da gelmiş, beni nereden bulmuş, bilmiyorum. herkes nereye gitti, (beynine üşüştük) ah sessiz kalmayın (seni delirteceğiz) bacaklarınızı açın (sadece sesimizle seni sikeceğiz) üstünüzü çıkarın (kaburga kemiklerimizi evde unuttuk).
bir adam var, onu duymamı engelleyen fısıltılarımın olduğunu bilmeden benden her söylediğine alkış bekliyor.
onunla sinemaya gidecekmişiz (ah ne romantik) onunla yemek yapacakmışız (filmlerdekinin aynısı) onunla el ele yürüyecekmişiz (fotoğraflar birbirinin kopyası).
onunla , sıradan sevişip, sıradan kavgalar edecekmişiz (sen de o elbiseyi giymeseydin).
onunla olamayacağım diyorum, başka bir adam, gözlerini yatak odama düşürüyor. sen aklımda bile yoktun, nereden geldin diyorum, şarkı bitti, soyun diyor.
sabahlar akşamı kovalarken, yağmurlu sabaha uyandım. bayramdı ama bu ne biçim bir bayramdı. havanın kasveti, ruh halimle anlaşmış gibi üstüme üstüme geliyor.
neden bu kadar zor ki? açık açık her şeyi konuşurken, bunu dememeliyim, bunu yapmamalıyım diye düşünerek hareket etmek neden bu kadar zor!
kalbim ritmik atmayı bıraktı. derler ya kuş çırpınıyor gibi. kaçıp gitmek istiyorum buralardan diyen bir kuş.
öyle günler oluyor ki mide bulantıları yaşıyorum gün içerisinde. saçlarım dökülüyor mesela, dediler ki mevsim değişimi, ama bence kel olacağım. başım da tutuyor ara ara, lanet olası migren!
normal mi bilmiyorum; bilen biri açıklasın. bir çocuğun ipini kaçırdığı uçan balon gibi, rüzgar nereye götürürse oraya sürüklenir gibiyim. biri uçakla peşimden gelse, yakalasa...
böyle aptal düşünceler arasında iş var tabi.
saçma sapan, deli hallerim...
iş yaptıklarına mantıklı ve ayakları yere basan görün
annene ben iyiyim, çok iyiyim, valla bak iyiyim de
sonra geç aynanın karşısında kendini tokatla...
kardeşini bunalt gece yarısı telefonları ile; bu arada biliyorum telefonu kenara bırakıyorsun ben bir şeyler anlatırken artık.**
neyse işte...
Bak Damien Rice ne demiş:
Ben neyim sevgilim?
Kulağındaki bir fısıltı mı?
Bir parça kekin mi?
Ben neyim sevgilim?
Korktuğun biri mi?
Ya da en büyük hatan?
Şerefe sevgilim!
not1: bir süre sonra bu da geçer.
not2: özlemek ağırlık yapıyor bu havalarda.
geçen gün gökyüzünde yine süzülüyorum. bir ıslık tutturmuşum rüzgara inat. baktım aşağıda iki sevgili oturuyor. erkekte bir telaş, kızda bir telaş. anladım durumlarını bakışlarından. çok seviyorlar ama yeni aşık utangaçlığındalar. ey dedim koca martı, bu insanlara iyilik yapmaktan ne zaman vazgeçeceksin. alçaldım alçaldım, tam kızın kafasına bıraktım nohut tanesi büyüklüğünde ve hızla uzaklaştım. uzaktan izliyorum, biliyorum ya olacakları. erkekte bir heyecan, kızda bir hicab. ıslak mendiller, espriler. belki de unutulmaz bir anı olarak torunlarına anlatacakları kuş benim. o sırada iyilik yap iyilik bul dedikleri; baktım benim gül yüzlü balık süzülüyor denizde. martı balığa aşık olur mu diye ne kadar da dışlansam vazgeçemiyorum arkadaş. ona saygımdan balık yiyemez oldum, solucan da mideme dokunuyor ya bakalım. hayırlısı.