yine bir pazartesi günü eleniyor hayattan ve salı' ya yer hazırlıyor. günler ılık soğuk arası bir kararsızlıkla geçiyor ve insan boyun eğmekten başka bir şey yapamıyor. jack london gardıfrenlere yakalanmamak için türlü oyunlar sergiliyor 18 yaşın baharında, dostoyevski son parasını basıyor yine rulete, sartre çaysızlıktan kıvranıyor yatağının başında, kafka "kanka sonra veririm" deyip de 2 yıldır parasını vermeyen arkadaşından parasını nasıl alacağını düşünmekte, camus kaleciliği bırakıp "ilerde oyniycam olm banane" derken, teknik direktör müslüm gürses bir karıncayı bile incitme diyor etrafındaki havarilere, edison istanbul büyükşehir belediyesi ile işbirliği yapıyor ve fareli köyün kahkahacısı duraklama dakikalarında oyuna dahil olup devreleri yakıyor. **
uykumu göz altı torbalarıma hapsettim ne kadar geç uyursam o kadar geç uyanırım ve yeni bir günü monoton bir şekilde yaşamaktan kurtulup direk akşamı yaşarım diye.
bu gidişle asosyallikten çıkıp hiçsosyal olacağım.
sevgili günlük!
şimdi bugün olanları yazacaktım sana ama kesin bu yazdıklarım doktorlar tarafından denetlenir ve bu sebepten... bok kafalı doktor, çükümü ye doktor, popona solucan girsin doktor...
parmak uçlarımı ısırdığım halde yazmaktan vazgeçmediğim gündeyim, böyle günlerde tanışsın benimle. parmak uçlarımı avuç içlerine bastırsın, kaç nota var diye sorsun, aklım karışsın. bilmediğim kemik isimleri söylesin bana. hepsini deri altlarımda göstersin ve damarlarımın üstüne birer çizgi çeksin. "bunlar benim."
sonrası, yazdığım her günceyi baştan yazacak kadar dolu olmasını dileyesim geldi günlerin, dilimi de ısırdım. şşş.
uçakta susmayan çocuğa şeker, flörtöz adama fritöz,kaprisli geçkin taze ablaya sahte gülücük, yaşlılara şevkat, uçuş fobisi olana el veriyorum! ayda 215 saat uçup kalan günlerimi uyuyarak geçireceğim bir ay daha beni bekliyorsa normal olmam anormal oluyor sanırım. bu da gelsin bu da geçsin lütfen.
" günaydınsız uyandın mı sen hiç günlük? ben uyandım. uyandım sandım. belki hala uyutuluyor bile olabilirim "günaydın" demeyenler tarafından. ama yemezler günlük. gerçekten "bayat" bi günaydın'ı esirgeyenleri yiyemezler; ne kadar da tatlı olsalar da dökerler günlükçüm, dökerler!
kararsızlık ne kötü günlük, bilir misin? hangi taçı kafana takman gerektiğini bilememek, altına ona uygun çantayı giyememek, ayakkabının rengini gözlerine sürememek, hangi kokunun acına iyi geleceğini kestirememek..
- ben hazırım! dedi
çıktım. yürüdüm biraz. biraz daha. ezbere yaşanan hayatı düşündüm. kapıyı açtım, anahtarı yerleştirdim, koltuğu ayarladım, düzeltmezsem olmazmış gibi saçımı düzeltip kontağı çevirdim. hayatın o anda değişeceğine inanırmış gibi. kontağı çevirmemle araçın infilak etmesini, etlerimin, ruhumun, gözlerimin, ellerimin ve dahi tüm nöronlarımın parçalanmasını öyle istedim ki, öyle istedim. olmadı günlük. arabaya küstüm, kadere sövdüm.
- geliyorum! dedim.
beni bekleyen arkadaşımı almak için, koltuğun altına yuvarlanan bir sigarayı almak gibi yalanlarımı kullandım. "yürüsek mi?"
insanın yakınında, hayatında, canında asla ve kat'a olumsuz bir yanıt ya da samimiyetsizliğin geçtiğine zerre inancı olmayan bir kişinin olması ne güzel diye düşündüm ve duydum.
- sen nasıl istersen!
yolların uzun oldugundan değil de, yumurtaların kapıya dayanması sebebiyle dolmuşa bindik. daha erken varınca "bir sigara daha içme zamanı" artsın diye. bozuk paralar aradım cebinde olmadığını bildiğim halde çantanın.. el yordamını bir kez daha sevdim usulca. şöför bastı gaza, biz gittik. şöför bastı gaza, biz gittik.
o sollayınca biz de geçmiş sayıldık tüm hayallerden..
indik. yüzümüze esen rüzgarı yok sayarak, montların önü açık, hedefe yürüdük. anlatılanlar vardı diller de, arkamızdakilerin daha net duyacağı şekilde. rüzgar, sırrımızı onlara da verir diye korkmadan üşüdük sokaklarda günlük, korkmadan.
bekledik. "bir ayağım kaldı, ondan sonra alırım" diyen pedükürcüye umut besledik. çay içtik bahçede. sigara bi de. bi'çocuk geldi yanımıza. üzüntülü şeyler söyler gibi, kırılgan bir sesle çakmak istedi. elimdeki çakmağı arattırdı bana çocuğun gözleri..
hesabı ödedik. her şeyin bi bedeli olduğunu bildiğimiz ama değerlere vuramadığımız "şey"lere ödediğimiz bedelleri düşünmeden.
alış-veriş. veriş ama alamayışlar. alıp iade edemeyişler. verilmiş ama hiç kullanılmamış hediyeler.. pil sonra, belki saç köpüğü, belki bi kalp, belki sigara ağızlıkları doldurduk çantamıza.
- nerdesiniz?
merak edilmek miydi yoksa beklemekten sıkılmış olmanın bir getirisi miydi diye geçti aklımdan.
- nerde değilsek, orda mutlu olacakmış sandığımız yerde olduğumuzu hepimiz biliyoruz dimi aslında.
(kahkahalar)
caddenden yürüdük günlük. ara sokaklara girip yolu kısaltmış olmayalım diye. düştüm sonra. gülüp, kalktım aceleden. "sen kayboldum ya birden arkadaşım" dedi arkadaşım. verilmiş ama tutulmamış sözlerden daha mı mühimdi sanki dizimin acısı..
toplandık sonra.. "bütün kızlar toplandık" demeden ama.. içeride sigara içme yasağı olan bir yere gelmişiz. üzerimize sindi rokaların limonu. balıkları sevdim. " tam zamanı" dedi içimizden beri. kim olduğunu unuttum. kim olduğumuzu.
kapının önüne içtik sigaralarımızı kahkahalarla. bıyıklı iki yakışıklıya laf attık sanırım, ellerinde yalnızlık olan iki insan, dönüp dönüp, bakıp bakıp uzaklaştılar ama..
"değişiklik yapıcam" diyen arkadaşın umudu azalmasın diye, bölmedik hesapları aramızda.
acıklı şarkılar dinledik hepbirlikte. acılarımızı bilirmiş gibi.. sadece suspus eden acıları yaşamış gibi.. ayrılığın verdiği o yoksunluğu, o hasretler bütünlerini, o içine sıçılası, amına koyulası, sikip atılası duyguları yeniden yaşamanın/yaşayacak olmanın verdiği çaresizlikle..
böyle anlarda fotograf çekilmek kötüdür mesela. ölümcül bi hastalık teşhisi koyulmuş ama o koyulan teşhisten haberi olmayan biriyle daha sık yanyana gelip, fotoğraf çektirmek ne kadar hüzünlüyse o kadar hüzünlüydü bu da.
bildik ama sustuk bir sırmış gibi.
şarkılar..
susmalar..
şarkılar..
bilmeden yapılan/ edilen her hata için özür diler mahiyetinde gülümsemeler..
şarkılar..
valize sığmayacak kadardı gerçekten havalar..
hazırlandı yine de. çıkılmak ve gidilmek içindi ya yollar. gidilsindi işte. daha fazla acısı olanlar geçebilsin diye değil miydi çift şeritler..
bi ses fısıldadı. iç! içildi. olundu da. şimdi bişiiler bişiiler.."
"Bu şehirde bir kadın var, adı bana özel bana özel..
Elleri var küçücük, yüzüyse çiçeklerinden güzel çiçeklerinden güzel..
Kimse bilmez benden başka, bir kalbi var kocaman ama bana özel bana özel bana özel..
Bazen kızar dünyaya ama sadece kendini üzer kendini üzer..
Göremezler göremezler.. izin vermese asla üzemezler üzemezler..
Çözemezler çözemezler.. Onun bir düşü var ki; asla asla bilemezler..
Onu neden sevemezler..?
Bilemezler.. Hiç hiç sevemezler.. "
orta asya dan gocme sebebimiz diyordum, gonderdiler cin prensesini, ortalik karisti duzen bozuldu. sonra bu muamma sadece turkleri degil hala dunyayi ve duzeni gunbegun degistiriyor diyorum inanmiyorlar. gelmeyin kardesim isinize gelmiyorsa chanel cantanizi takip salinin kadinlar arasinda..dunya insan gorsun.
Sevgili günlüğüm, sana güzel ülkemden bahsetcem bugün.
Ne güzel bir ülkede yaşıyoruz di mi? Başkanımız vergilerimizi düşürüyor, bazı bölgelerdeki kaçak elektrik, su kullanan fakir kardeşlerimizin faturasını bizler yardımcı olup ödüyoruz çok güzel bir uygulama. Başkanımız bize kömür dağıtıyor, bazı deliler oy için sanıyorlar ne ayıp, ne ayıp.
bugün ağlamadım, yarında ağlamayacağım... dün de ağlamadım... artık uyumadan önce kahkahalar atarak yatıyorum. büyük ihtimal hayal veya halisilasyon görüyorum ama niyeyse mutluyum lan!
saçımı sağamı solamı tarasam derdim yok... ha 3 haftadır ağlamıyorum. bitteranteppıstıklıyı 3 gün önce bitirdim.
gece çk geç uyuyorum ama kahkahalar atıp, mutlu uyuyorum. rüyamda koşturup durmuyorum. saçımın rengini mi değiştirsem? mektup yazıyorum, öykü yazıyorum. kimseye göstermeden, çok gizli olm!
günlük,
bu temiz sayfayı ayırttığın için teşekkür ederim. bugün bayrammış. amaan bize her gün bayram be!
ben kış gibi insanım. ne işim var benim bu mevsimde ? ruhum martı gibi, ne işim var bu bedenin içinde. martıları tanımıyorsan çok konuşma. ruhuyla bedeni arasında çarpışıp duran, mevsimlere tezat birinin kalkıp başını otobüs camına yaslayıp buğulu gözlerle uzaklara dalmasını bekleyemesin dostum. bence sen kendini kolla bi. böyle tatlı tatlı gülümseyen biri kesinlikle canını yakar. hem onun ruhu martı. anlamadın mı ? boşverebilirsin.
ne çok yazdım sana başka başka zamanlarda. ne çok karaladım beyazken seni.
yolculukları çok severdim hani. hiç tanımadığım bir kadınla, hiç tanımadığım bir şehrin havalanında ilk seferli uçağa aldığım biletler. uçağın tekerlekleri üzerinde dans ederken çıkardığı o can sıkıcı ses. havalanırken hissettiğim o hissiyat. '' şimdi hafifim, şimdi uçuyorum.. şimdi kendimi kendi altıma görüyorum. şimdi bir tanrı dans ediyor altımda. '' 10bin metredeyken aklıma gelir hep toprağa veda etmek. hiç bir zaman tam zamanı olmadı, hep geç kaldı hep geç kalacak. ne zaman aklıma gelse hep geç olacak. veda edemiyor oluşum ne de acı. ne kadar acı vedasız bir yaşam sürmek. kimseye hoş geldin diyemeden. kimseye git demeden. giderken tek tek hepsi, gelirken sorgusuz sualsiz. tükenirken gücüm.
ne çok yazdım sana, ne çok kirlettim seni düşlerimle. hiç ses çıkarmadın, her defasında tükenene kadar dinledin. her defasında yazılacak tek bir satır dahi kalmayana kadar benimleydin. yazılacak hiç bir şey kalmadı şimdi. yazacak bir kalemim vardı hani, ucu açıla açıla ufaldı. hayallerim gibi. bitti şimdi. kanımla yazıyorum sana. kanayan şimdimle.
izmir-mersin arası 10 küsür saat. en yakın uçak adana'ya. o da istanbul aktarmalı. param yok ki o kadar. son kuruşluklarımla şarap aldım hani. yollar hep biter. hep bitti. hep bitecek. şarabım da öyle. bitiyor. az sonra bitecek. yorgunluğum benim. baş ağrılarım. sahiplenmeye doyamadıklarım. evleniyor bu gece sevgili dost... ferhan'ın sözü geliyor aklıma: '' sırf ne kadar boktan bir şey olduğunu anlamak için de osla insan bir kere evlenmeli.. '' ya da ona benzer yersiz bir söylem işte.. evleniyorsun ey dost, ne desem bilemedim. nasıl bağlasam hikayemi sana bu gece. özgür bir ruhum vardı düne kadar. ırzına geçti yaşam bu gece ve bilirsin ki ırzına geçilmiş har bakire gibi tutsak kanar geceye...
Duyuyor musun çalan müziği? Gündüz çocukları var burada, gündüz bebeleri... Gece olunca uyumak için içiyorlar. Sabah asık suratlarla uyanmak için kahkahalar atıyorlar. Daha üstün olduklarını ispatlamak için saçma sapan kıyafetlere 15 şişe şarap parası veriyorlar. Şarap kaç para oldu haberin var mı? Kıyafetinin rengine göre şekil değiştiriyor kahkahalarındaki sahtecilik. Kusacağım galiba... Ahhh! Ben bu değilim, ben bu değilim... Ne işim var benim burada? Silahım yok, olsaydı uçururdum beynimi. Önce onların kafalarının içinde gezmeye çıkan beyinlerini daha sonra kendiminkini. Sonrası kimin umurunda. Değer yargılarım evrim geçiriyor. Karaciğerim bile lanetler ediyor bu gece bana. Organlarıma söz geçiremiyorum. Dilimin ucunda okkalı bir küfür, ha çıktı ha çıkacak. Bitse ya gece? Sussa ya insanlar, dinledikleri müziklerle tecavüz ediyorlar zevk haneme. Terbiyesiz soytarılar! Bitse ya yaşam... Silahım yok, olsa önce o müzik kutusunu havaya uçururdum. Ateş etmek istiyorum. Gözlerimi kapatıp silahtan çıkan ses kulaklarımı sağır edene kadar. Kan kokusundan başka bir şey kokmayana kadar bu dünya. Kırmızıdan başka renk kalmayana kadar. Ruhum terk etti bu gece beni. Bedenim ve ben varım sadece. Bir de aşık olduğum kadın. '' Vatanım.. '' Kendi vatanımda vurun beni, benim silahım yok...
Beynimin içimde siyah beyaz fonda harfler ve bir daktilo sesi var. Biraz ilerde senden ifadeler var, hiçbirini kaybetmemek için aklımda tutmaya çalışıyorum hepsini. Daktilo sesi kafamı karıştırıyor. Görsel hafızama güvenerek gözümü ayırmadan bakıyorum ince ince.. Sindire sindire. Zamanın içinden çekip çıkabildiklerim benim. Gelecek zaman benden o görsel belleği çalmaya çalışana kadar daktilo hiç susmayacak.