daha önce de bahsi geçmişti, en yakın arkadaşım dorotea'nın. kendisi klasik bir isveç kızıdır. açık sarı saçları, süt beyaz teni ve mavi gözleriyle. onunla tanışıklığımız 7 yıl öncesine dayanır. onun okuluna başlayan 'yeni kız' olduğum zamanın ilk gününde tanışmıştık. iyi ki de tanışmışız diyorum, hala en yakın arkadaşımdır. önümüzdeki salı, bir hafta kalmak üzere, türkiye'ye gelecek. sebepsizce heyecanlandım. her şeyin mükemmel olmasını istiyorum.
ben de bu gece evime döneceğim için onu hastanede karşılamış olmayacağım ve bu beni gerçekten mutlu ediyor. onu dört buçuk aydır falan görmüyorum, beni hasta yatağına bağlı görmesini istemem. daha önce gördü tabi ama aynı şey değil.
tanıştığımız günü hatırlıyorum da ders bitince kitapçıya gitmiştik. sonra iki çocuk daha gelmişti. ben bir kitaba bakıp yerine koymuştum, sonra bu çocuklardan biri aldı kitabı 'ben okumuştum, bence sen de okumalısın.' diye getirip bana uzattı. neyse aldık kitabı gittik bir kafeye oturduk. kitabın içinde ispanyolca 'bence bir şeyler içmeliyiz, aynı kitabı okuyoruz sonuçta' yazısı vardı. isveç'te neden ispanyolca, onu ben de çok uzun zaman sonra öğrendim. 14 yaşındaydım tabi dördümüz çok iyi arkadaş olduk sonra.
dorotea'nın sevimliliğinin yanı sıra evlerimizin arasında 2 km olması da arkadaşlığımızın büyük destekçisidir. biniyordum bisiklete, hemencecik oradayım.
aramızdaki bir espri kaynaklı ona vanne diye seslenirim. bundan sonra burada da ondan vanne diye bahsedeceğim.
"Ortak olmak her sevince, her derde, kedere
Ve yürümek ömür boyu, beraberce, el ele
Olmasın hiç o ta içten gülen gözlerde yaş
Bir gün gelip, ayrılsak bile seninle arkadaş
Yollarımız ayrılsa bile seninle arkadaş"
vanne; mutlu, üzgün, heyecanlı, kızgın, aşık, sinirli, yardımsever, nefret dolu, açık fikirli her anımda benimle birlikteydi. benimle birlikte demek doğru olmaz, biz hep birlikteydik. onun gülüşü insanları mutlu eden, teselli eden cinsten bir gülüş; bir çocuk gülüşü gibi. babamın beni terk etmesi bile ondan ayrılmak kadar üzmemiştir beni. daha acısını biliyorum, evet; daha iyisini bilmiyorum, hayır.
16 yaşındayken birlikte iran'a gitmiştik, en uzun seyahatimiz oydu sanırım. gittiğimiz bölgede açık gezmek yasak olduğu için başımızı kapatmak zorunda kalmıştık. bu da aklıma geldi şimdi böyle. az kalsın hapse atılıyorduk, yine de eğlenceli sayılabilirdi.
yarın akşam gidip marketteki tüm doritosları alacağım. doritosu çok seviyor çünkü ama isveç'te bu marka yok. ben türkiye'den oraya giderken hep doritos götürürüm mesela. bu da böyle bir dipnot olarak kalsın da neden kalsın tabi, o da var.
dipnot demişken kızlarımıza da şöyle bir not bırakayım, isveç erkekleri de sarışın kız sevmiyor zaten. gözünüz aydın. saygılar.*
"güneş doğmuş sokaklarda
akşamdan kalan sabahlar
çınlayan topuk sesleri
dans ediyor kaldırımda
uzaktan bir gitar sesi
karışıyor adımlara "
yeryüzünde aynaya yansıyan bütün kadınlar arasında en mutlu olan benim şu an. şu an ve her zaman. mutsuz olmak bana hiç yakışmıyor. ten rengime, saç rengime falan hiç gitmiyor. o yüzden hepinize koskocaman gülümsüyorum.
ben küçükken ağaçtan kafama çocuk düşmüştü, o zaman bile gülümsemiştim. düşünün pollyannacılığımı. üstelik hoşlandığım çocukla tatlı tatlı, uzaktan uzaktan bakışıyorduk. rezil olmuştum ama hala gülerim buna.
"günler geceler geçmiş
kaç tane hiç anlamadan
vücudum seni özlemiş
hayal etmiş durmadan
doğru yanlış hiç anlamam
ruhumu sana sattığımdan"
seçim yapamayan insanın yüreği yoktur, derler. (daldan dala atlamama kızmıyorsunuz, değil mi?) ben bunu duyduğumda ise aklıma nedense hep iki kişi arasında kalmış biri gelir. ikisini de idare eden biri. hakikaten de yoktur yüreği. aldatmak, psikolojik bir hastalıktır diye düşünüyorum. hayır bu konuya da nasıl geldiysek... tabi ya babamdan.
biliyorum bir gün benim hayatımda da bir baba olacak, benim babam olmasa bile... vanna'nın babası gibi, beni kendi kızı gibi sevecek. işte o gün rüzgar gözlerimden öpecek.