yürüyorsun, yağmur yağmakta.. her bir tanesi yere değil de gönlüne düşüyor sanki. acı veriyor her biri kimsenin anlayamayacağı kadar. suskunsun ve düşünceli. tek bir çıkmaza tüm çıkışları deniyorsun. olmuyor.
bir yandan da kulaklıkdan bir melodi geliyor; "where are you angelica". tam o esnada bir dost görüyorsun; ıslak, eski, boyası kimi yerlerinde atmış daha çok kırmızıya çalıyor; üzerinde ziraat bankası amblemi, bir kalbin içinden geçen bir ok, okun uçlarında isimler ve daha bir çok çakı darbelerine ev sahipliği yapmakta olan bir bank. umursamıyorsun üzerindeki yağmurun gözyaşlarını. dizlerinde derman yok, hemen atıyorsun o kucağa kendini.
hissediyorsun çok berbat göründüğünü. şemsiyelerinin verdiği sıcaklıkla yollarına devam eden insanlar sana bakıyorlar. acıyorlar sana, farkediyorlar orada olduğunu. biliyorlar gerçekliğini. ama onların gerçekliğinin senin umrumda olmadığını bilmiyorlar. sadece iki gerçek var; oturduğun bank ve yüreğinin üzerine onun isminin harflerini yağmuru mürekkep yaparak yazan bir acı.
şarkı soloya geliyor. sözsüz bir tını kulaklarında. bir istek bir beklenti doğuyor kalbine müziğin verdiği umutla; geçsin buralardan görsün beni, bilsin acımı, anlasın adamlığımı ve varlığımı. bekliyorsun omuzuna sıcak bir elin dokunup seni bu yağmurdan çekip çıkarmasını. bilinmek ve farkında olunmayı bekliyorsun. sözlerin anlamsızlığını dokunuşun tek gerçekliğe dönüşmesini bekliyorsun. bekliyorsun, bekliyorsun...şarkı bitiyor.herşey susuyor.
artık elinden sadece bir şey geliyor; yağmura gözlerinden ıslak kardeşler sunmak..
kulaklığınızda müzik kesilir (şarj biter, pil biter)
son sigaranızı içersiniz ve izmariti diğer içtiklerinizin yanına; orta ve baş parmak kullanmak şartıyla fırlatırsınız.
kalkarsınız, montun fermuarını çene altına kadar çekersiniz.
bir garip hüzün,
bir garip keder.*