hayatın gerçeklerinden birisi olarak yaşadığım ilginç bir olaydır;
bir babanın hayatta en çaresiz kaldığı an.
günlerden cumartesi, aylardan aralık, yıllardan uzay çağı 2012. aslında o güne kadar samsun o kadar soğuk değildi, aralık ayının 7 sine kadar küfür edici bir sıcaklıkta geçiyordu havalar. bu güneş o kadar sinirlerimi bozmuştu ki bununla ilgili sözlükte; aralık ayı olduğu halde sıcak giden havalar başlığı bile açmıştım.
hayat, o masum babaya belki de en büyük kahpeliklerden birisini yapmıştı o lanet cumartesi akşamı saat gece 23:00 sularında. bu kahpeliğe arkasına ilk defa o soğuk havayı da almış, küfür edercesine bir yağmur yağıyordu. sıcak giden havalar gece yarısına doğru birden buz kesmiş, arkasına yağmuru alarak bir de bu yetmezmiş gibi küfür edercesine sağnak bir yağmur yağıyordu. o yağmurun fırtına ile yağması kimileri için güzel, keyifli bir kış akşamı, kimilerine ise ölmek istenilen bir akşamdı. o ölmek isteyen çaresiz bir babaydı.
sigara içmek için balkona çıktığımda, rüzgarın sigaramı piç etmesine küfür etmiştim. içtiğim sigaradan hiç bir şey anlamamış; yenisini yakmak için içeri dalmıştım. balkondan içeri girdiğimde alev gibi bir sıcaklık beni karşıladı, hoş bir alevdi, dışarısı buz gibi olmasına rağmen bizim ev yazdan hiç bir farkı olmayan bir gün gibiydi. sigaramı aldıktan sonra yakmaya çalıştım, yakamıyordum. hayır çakmağımın gazı vardı, yakamamamın sebebi o lanet olası rüzgardı. içeri girip sigaramı yaktım, tekrar balkona çıkdığımda ise, sepken yağan yağmur sigaramı ıslattı, mübarek yağmura küfür etmek istemedim. her işte hayır var diyerek bunun bir ilahi işaret olabileceği düşünüyordum. belki de bu fırtına benim için çıkmış, bana bir uyarı yapıyordu. içme o lanet olası sigarayı, sabahtan beri ciğerlerini siktiğin yeter diyordu.
evet bu kesinlikle bir işaret olmalıydı. ama bu işaret bana değil, çaresiz kalmış bir babaya idi. ilk başta garip sesler duydum. rüzgardan o sesi tam olarak anlamadım ama bir adamın isyanı idi bu, iyice kulak kesildim. o yağmurda zavallı bir adam ''kızım neredesin'' diye ağlıyordu, evet bir adam ağlıyordu. yağmurdan gözlerin bile açılmakta zor olduğu bir günde o adam ağlıyordu. ''kızım neredesin, dayan seni almaya geliyorum'' sesini çok net olarak duyduğumda içim parçalandı.
arabamın anahtarını kaptığım gibi dışarı çıktım. sonra çok değerli dert ortağım; sigaramın olmadığını anladım. sigaranın avradına sövdüm. hayatta bir sigaradan daha çok değerli şeyler vardı; o da bir babaydı. asansörün düğmesine bastım. asansör ikazında asansörün 0. katta olduğu yazıyordu. kafamdan hızlı düşündüm 8. katta oturuyordum, asansör çıkana kadar adam gidebilirdi. koşarak merdivenleri inmeye başladım. 4 kat indiğimde çok değerli dostum sigaramın ağzıma sıçtığı gerçeğine vardım. daha fazla gidemiyordum. tembelliğe alışmıştım. iş yeri ile evimin arasında sadece 1 km olmasına rağmen o rahat götüme kıyamayıp bir araba almıştım. aklımdan soru işaretleri geçiyordu, birden iş yerini düşünmekten çok o baba aklıma geldi, asansörün düğmesine bastım ve yukarı çıkmasını bekledim. o lanet olası asansör sanki bir yerde takılıp kalmıştı, asansör geçene kadar benim kafamdan türlü soru işaretleri geçiyordu. gerçek dünyaya döndüğümde asansörün zıplaması ile uyanmıştım, nihayet çıkış kapısına gelebilmiştim.
bir yerlerden bir ses geliyor, fakat rüzgarın sesi dağıtmasından dolayı ben o sesin nereden geldiğine anlam veremiyordum. sonra balkonda içtiğim sigara aklıma gelmişti, hemen balkon cephesine döndüm ve o çaresiz baba ile karşılaştım.
o çınar gibi adam hala daha ağlıyordu, omzuna dokundum bir şeyler mırıldanıyor ben hiç bir şey anlamıyordum. kulaklarıma küfür ettim, az önce sen dedim sesleri ta 8. kattan duyuyordun şimdi ne oldu dedim. adamın koluna girdim, yine hiç bir bok anlamıyordum. kulaklarımdan özür diledim. soğuktan adam morarmış gibiydi, titriyordu.
hemen arabayı çalıştırdım, klimayı açtım. ama arabanın kliması da o gün bizden yana değildi. o da tıpkı hava gibi, yağmur gibi bizimle alay ediyordu. bir türlü içeriyi ısıtmıyordu, belki ısıtıyor ben sinirden titrerken soğuktan titrediğimi his ediyordum. gaza bastığım gibi adamı bir çorbacıya götürdüm, ama adam inmekte direniyordu. belki de direnmiyordu, soğuktan donmuş olan vücudu buna engeldi. ilk başta hastaneye gitmeyi düşündüm ama hastane bize vakit kaybı idi, sıcak bir çorba içerse ısınır diye düşündüm. lokantada çalışan çocuğa seslendim, çocuk geldi. abi çok mu içti dedi. hayır dedim, sen işine bak adamı çıkartmaya yardım et. lokantacı çocuğun bir suçu yoktu, onun işi sarhoş müşterisini arabadan çıkartmak değil, servis yapmaktı. yine bir piçlik yaptığımı düşünerek çocuktan özür diledim.
4'er kaşık çorbalarımızdan yudumladığımızda adam kendisine gelmeye başladı, iyimisiniz dedim; ''iyiyim saol evladım, biliyor musun ben bir babayım'' dedi. bunu zaten anlamıştım ama asıl derdim bu adamın derdini anlamak ve elimden gelen yardımı yapmaktı. dedim ki size elimden gelen yardımı yapmaya hazırım ne olur anlatın bile diyemeden telefonu çaldı, sen konuş kızım arıyor dedi.
telefona çıktığımda ağlayan bir kız çocuğu sesi geliyordu. baba ne olur, daha gelmedin mi, çok korkuyorum dedi. ben babanın bir arkadaşıyım, yerini söyle geliyorum dediğimde karşı taraftan bir kaç saniye ses gelmedi, hayır hat kesilmemişti. alo alo diyerek, nihayet engiz sesini duyabildim. tamam dedim sen sakın telefonunu kapatma, biz çıktık dedim. kız babamı istiyorum dedi, babasına verdim, tamam kızım dedi, araba bulduk geliyorum şimdi, sen ne olur korkma.
lokantanın sarhoş ve meraklı müşterileri bize bakarken kalktık, lokantacı sordu: hocam yardımcı olabileceğimiz bir şey var mı dedi. lokantacının hocasının avradına içimden küfürü bastım. küfürü sesli ve dışımdan basmak gelirken birden belimde emanet olduğunu fark ettim. tartışmanın alemi yoktu ve yardım etmem gereken bir baba ve babanın küçük bir kızı vardı.
ilçeden yaklaşık 22 km yol gittikten sonra vardık 19 mayısa, yani halk arasında engiz ilçesine. samsun şehrini bilenler mutlaka engize denize girmeye gitmişlerdir, en azından piknik yapmaya gitmişlerdir. güzel yeşil alanları hoş bir denizi vardır, at gibi kızları bikini ile gezmektedir. hayır boşuna heveslenmeyin, çünkü bu deniz seferleri değil, bu yardım bekleyen bir baba kız gerçeği.
hangi iç güdü beni yönlendirdi ise, ben arabayı sahil yoluna sürdüm. ışıklardan kavşağı geçtiğimde kızı aramak aklıma geldi. ama bir yandan da aramak istemedim, çünkü vakit kaybı olacaktı, ya kız sahilde değilse o zaman ne yapardım daha çok vakit kaybı olur diye düşündüm. kızı aramalıydım. ben engize giriş yaptım siz nerdesiniz dedim, kaleler diyince korktuğum şey başıma gelmişti. evet engizin meşhur kale direkleri, gözden ırak, gönülden uzak. kaçak et kesenlerin,fahişelerin, kız düşürüp arabada sevişenlerin, kocasını aldatan kadınların, karısını aldatan adamların, uyuşturucu kullananların merkezi idi. zamanında biz de her genç gibi o yollardan geçmiştik, eski sevgililerimi ilk yediğim yerdi orası.
evet korktuğum başıma gelmişti, adam benim suratıma anlam vermeye çalışıyor ben artık içimden etmediğim küfürleri dışımdan ediyordum. burası bafra'ya çok yakın bir yerdi, her pis iş dönerdi. gençlerin ilk esrar içtikleri yer orasıydı, genç kızların kızlıklarını ilk verdiği yer orasıydı, karısını ilk aldatanların mekanı orasıydı, tay gibi evli ve dul kadınların kaçamak yeri orasıydy, extasy gençlik oradaydı. yazın da aynı idi, kışın da aynı idi. sadece konser günleri batakhane olmaktan çıkardı. ismail yk konserinde bile hapçıların olay çıkarttığı yerdi. elim belimdeki silaha istem dışı gitti. adamı korkutmak istemedim, mermi varmıydı onu da bilmiyordum. bizden önce polis buldu ise sıkıntı yoktu, silahım ruhsatlı idi. eğer bizden önce gogocular buldu ise yeniden canlıya ateş etmek benim için büyük bir zevk olacaktı. birden aklıma şarjörümde mermi olmadığı ihtimali aklıma geldi, diğer yöntemler aklımdan geçti. o yolun eski yolcusu bu işide kıvırır gibime geliyordu. ama boş silah taşımak huyum değildi, kendimi boku bokuna öldürecek adam değildim.
kızı elimle koymuş gibi bulmuştuk artık, çok şükür ki kız sapa sağlamdı. gogocu yoktu, polis yoktu. o yağmur ve fırtanada aklı olan hiçbir kişi olmazdı, belki o anda orada tanrı bile yoktu. kendime küfür ettim; ya benim ne işim vardı orada, hiç bir yerime arı konmamıştı ki. tanrının bile olmadığı yerde benim ne işim vardı.
babanın tekrar feryat yakması ile sanki bütün deniz inliyordu, sanki bütün samsun inliyordu, sanki bütün bir insanlık inliyordu. hayır insanlığın inlediği yoktu; onun amına koyuyalı çok olmuştu. inleyen masum zavallı bir babaydı.
o çam yarması koca adam sarsılarak ağlıyor, kız ağlıyordu. baba ve kızın yanına gittim; o buz gibi yağmurun duş aldırdığı o iki vücudu kaldırmaya çalıştım. başaramadım. adamı sarstım, bayımış gibiydi, kızın ondan kalır bir farkı yoktu. hayatın tekme attığı kıza tokat attım, pişman oldum. haydi dedim haydi sen sağlam ol babanı arabaya bindirelim. o 100 kg'lık adam bir ton olmuş gibiydi. lanet olası herif başıma bu kadar iş açtıktan sonra birde kendisini bana taşıttırıyordu. hafif sürükler şekilde arabanın arkasına zar zor yerleştirdik ama benim anama çoktan tezavüz edilmişti.
araba sıcak bir rüzgar üflüyor, ben kızı bulmanın rehavetini de ekleyerek zevke gelmiş gibi rahattım. kızla ilk 3 km hiç bir şey konuşmadık. başımın üstündeki lambayı yakarak; kıza sağ gözümün ucuyla baktım. ay tanrıçası kadar güzel, melek kadar saf, meryem kadar temizdi. sanki tanrı yeniden varlığını his ettirmişti. anlatmak istermisin dedim, neyi dedi kız. espirimi yapıyordu bilmiyorum ama titrediğini his edebiliyordum. başka bir şey sormadım. arabayı yalandan yavaşça sürüyor, bilgi öğrenmeye çalışıyordum. tıpkı o lokantadaki sarhoş ve meraklı müşteriler gibi.
ben dedi, başka bir şey ağzından çıkmamıştı. hayır konnuşuyordu ben kızın o güzel sesine kendimi kaptırdığım için bir şey duymuyordum;
erkek arkadaşım vardı dedi, 3 aylık sevgiliyiz. bugün onunla yeniden buluştuk dedi. bir yandan ağlıyor, bir yandan gülüyordu. kova bonzai yaptığı çok belli, kelimeleri bir araya getirmeye zorlanıyordu. zaten üzerine sinen ağır esrar kokusu, bunun açıkça kanıtı idi. birden polise haber vermediğimiz için kendimle gurur duydum. hayatın volesini yemiş bir kızı; bir de polis sorgulayacaktı, penaltı kullanır gibi sert vuracak, kalecisine sinsi sinsi gülecekti. ters köşeye yatırarak belki amirinden bir aferin zevki alacak, belki fazladan bir ikramiye maaşı alacaktı. hayır o zevki tattırmayacaktım. çünkü kanında içtiği esrar çıkacak, belki de bu yüzden ceza yiyecekti. üzerindekileri at dedim, at ben sana yardım etmeye çalışıyorum. panikledi; eli, sürekli yırtılmış pantolonunun cebindeydi, at o siktiğimin cigarasını zaten ıslanmıştır, hiç bir boka yaramaz dedim.
kız benden çekindi, silahı gördü polismisin dedi; hayır dedim. bazen polisin geçmediği yollardan geçmek insana tecrübe veriyor dedim. rahatlatmaya çalıştım. cebinde kağıda sarılmış cigaralığı camdan fırlattı, birde arkasına baktı. sanki biri görecek sanıyordu, sanki poliscilik oynamak istiyordu. hayır korkuyordu. içicilikten ceza yemeyeceğini bu memleketteki herkes gibi iyi biliyordu ama, malla yakalanmayı hiç bir adalet mekanizması anlayamazdı.
3 aydır çıkıyoruz dedi kız, vay be tam 3 ay olmuş. hala daha o sinir bozucu gülmesini yapıyordu. bununla ilk başta çok güzel anlaşıyorduk, evinde kalıyordum dedi. bu arkada gördüğün adam beni kaç kere onunla yakaladı dedi, kaldığım eve polis gönderdi dedi. ama ben 18 den büyüğüm artık, hiç bir bok yaptıramadı dedi. o anda kızın boğazını sıkıp öldürmek geldi içimden; benden bilmezlerdi. sahil kenarında, esrar içerek kafayı bulmuş üstüne üstlük kendini elletmiş bir kızın hesabını kimse benden sormazdı. ama arkadaki adama acıdım.
sonra dedim lanet olası ya sonra ne oldu.
işte ne olduysa ondan sonra oldu. bu adam bir torbacıydı, hem beni sikiyordu, hem de bana mal sattırarak üzerimen geçiniyordu, 3 ay önce sigara bile içmezken gördüğün gibi keş oldum çıktım dedi. peki ama neden dedim, neden bırakmadın diye sorduğumda arkada yatan zavallı adamı gösterdi. bize imkan sunamadı, hiç bir isteğim olmadı; ya ne yapsadım kendi bedenimi satsaydım dedi. ya şimdi dedim, ya şimdi kendi bedenini satmadın mı, hem o keşle yattın, hem de bu velete alışarak aslıl vücuduna olan ihaneti sen yaptın dedim.
ağlama tribine girdi kız, varsın ağlasındı. bonzai ile ağlama tribine giren kızı edindiğim tecrübe gereği dokunmayacaktın. en fazla bir dakika sürerdi, o kadar da sürmedi.
işte dedi işte benim uğruna ailemle takıştığım bu sevgilim, beni arkadaşlarına da düzüştürmek istedi dedi. hem malı satmış, hemde beni satmış dedi. ilk başta ret ettim, sonra 2 dumandan sonra direndim dedi. en acısı ise o şerefsizin isteiği oldu ve benim üzerimden hepsi geçti, kısacası tecavüze uğradım dedi. belimden çektiğim bıçakla; sevgilimi bıçakladım, diğerleri ise bunu alarak kaçtılar dedi. dayak yedim dedi.
kızın yaşadıkları bir halüsülasyon olabilirdi, ama suratındaki kızarıklar, pantolonun ve kazağının yırtık olması kızı doğruluyor gibiydi. gerisi beni ilgilendirmezdi. kız sapasağlamdı, adam yaşıyordu; gerisi çokta fifiydi. soğuk havanın kızı ayacağını düşünerek bütün camları açtım.
şehir merkezine geldiğimizde saat gece yarısnı 15 dakika geçmişti. ama bana koca bir gün süren anı gibi hafızalarımda kazınmıştı ve bir daha da çıkmayacaktı. babası kendisine geldikten sonra, tekrar başladığımız yere dönerek çorbacıya gittik, baba ile biz çay içtik. kıza içirmedim; maymuna dönmesini istemiyordum. bir an önce evlerine bırakmak, bir delilik yapmadan uyumasını istiyordum.
bazen kafası ayılıyor, bazen duman kafası geliyor gibi oluyordu. normaldi, 8 saat daha trib çekmesinden çok doğal bir şey yoktu, evlerine bıraktıktan sonra evime doğru yol aldım. arabanın camından yağmuru izlerken bir anda durduğunu his ettim. sanki o fırtına bile kesilmiş, hava ısınmaya başlamıştı. hava şartları bile o zavallı adamdan yana değildi, o yağmurlu fırtına başladığında adamın çilesi başlamış, baba kızına kavuştuktan sonra rüzgar da kesilmişti, yağmurda.
artık günlerden pazar olmuştu, 30 dakika geçmiş bir gün daha bitmişti. değişmeyen tek şey ise aylardan aralık, yıllardan uzay çağı 2012 olmasıydı. aslında o güne kadar samsun o kadar soğuk değildi. sadece bir babanın hayatta en çaresiz kaldığı an için şaka yapmak istemişti. hem de en acı şakalarından. işte o kişi;
bir babanın hayatta en çaresiz kaldığı andı, dakikalardı, saatlerdi. hayır bana bile bir kaç gün gelen o an o babaya seneler gibi gelmişti.
sevgili uludağ sözlük yazarları, okurları, moderatörleri, gammazları, çaylakları; hiç bir abartı katmadan, hiç bir olay eklemeden başımdan geçen üzücü bir olayı sizlere anlatmak istedim;
bu yazıyı burada uzun yazılar okunmadığı gerekçesi ile ekşi'ye yazmayı düşünmüştüm. ama burada çok değerli bir abimi kırmayarak ve ona söz vererek buraya yazmaya karar verdim. sizlerinde bu yazıyı okuyacağınızı tahmin ettim, ediyorum.