bir baba olarak peygamberimiz

entry1 galeri0
    1.
  1. Müslim-i Şerif'in rivayet ettiği bir hadiste Allah Resûlü'nün hizmetçisi olma gibi en yüksek pâyeye ulaşan ve on sene ara vermeden, fasılasız, kemal-i sadakatle bu hizmetini yürüten Enes bin Mâlik diyor ki: "Aile fertlerine karşı, Hz. Muhammed'den (sallallâhu aleyhi ve sellem) daha şefkatlisini görmedim."
    Evet, o kadar şefkatli, o kadar içten davranır ve öylesine açık hareket ederdi ki; O'nun gibi bir ikinci aile reisi ve baba göstermek mümkün değildir.

    Bu itiraf sadece bize ait olsa, belki ehemmiyeti sınırlı kalırdı. Ancak, karıncayı dahi incitmeyecek kadar re'fet ve şefkatle derinleşmiş milyonlarca insan, ilan ve itiraf ediyorlar ki, bütün varlığı şefkatle kucaklamada Allah Resûlü'nün bir eşi daha yoktu.

    Evet, herkes gibi O da bir insan olarak yaratılmıştı ama Allah (celle celâluhu), insanlarla münasebet kursun diye O'nun kalbine bütün varlığa karşı derin bir alâka vaz'etmişti. Ondandır ki, Allah Resûlü, hem aile fertlerine karşı hem de diğer insanlara karşı görülmemiş bir alâka ile dopdoluydu.

    Erkek evlâtlarının hepsi daha önceden vefat etmişti. En son Mâriye Validemiz'den bir erkek çocuğu dünyaya gelmiş, o da yaşamamıştı. Allah Resûlü, onca önemli işlerinin arasında sık sık dâye himayesindeki çocuğunun yanına gider, onu bağrına basar, öper, okşar, sever, kucağına alır, sonra da döner evine gelirdi. Vefat ettiği zaman da yine onu kucağına alıp, bağrına basıp, gözleri dolu dolu hüznünü ifade etmişti. O'nun bu durumuna hayretle bakanlara da:

    "Gönül mahzun olur, gözler ağlar; fakat inşâallah Allah'ın dediğinden, Allah'ın hoşnut olduğundan başkasını söyleyemeyiz." demişti ve ardından da dilini işaret ederek: "Allah şununla muâhaze eder." buyurmuşlardı. Bir kere daha hatırlatalım; O, insanların en merhametlisi, en şefkatlisiydi.

    Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'i sırtına alır şurada-burada dolaştırırdı. O seviyedeki bir insan çocuğu sırtına alır ve halkın içine öyle çıkar mıydı? O, alır ve çıkardı. Böyle yaparken de, onların gelecekte kazanacakları şerefi âdeta istikbal ederdi. Bir gün Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin sırtında iken hane-i saadetten içeriye Hz. Ömer girdi. Onları böyle şerefli bir yerde görünce "Ne güzel bineğiniz var!" dedi. Ve hemen Allah Resûlü şöyle buyurdu: "Ya ne güzel süvariler onlar!"Onlar bu meselenin şuurunda veya değildirler. Fakat Allah Resûlü onları işte böyle onore ediyordu. Bir başka defasında da Hz. Hasan'a:"Ne güzel bineğin var!" diyene karşı:"O da ne güzel binici!" cevabını vermişti.

    Evet O, kıyamete kadar gelecek bütün evliyânın babası ve bütün evliyâya ait şerefin, haysiyetin, izzetin ve onurun nüvelerini mahiyetinde taşıyan Ehl-i Beyt'in bu iki mühim imamına hususî teveccühte bulunarak zaman zaman onları omuzunda taşıyordu. Onlara gösterdiği bu ilgi ve alâkanın altında, şüphesiz temsil edecekleri Ehl-i Beyt ve bütün evliyânın da hissesi vardı. Onun içindir ki, Ehl-i Beyt'in mühim bir ferdi olan Abdülkadir Geylânî, haklı olarak, atalarının, Allah Resûlü'nün omuzlarında taşınması itibarıyla şöyle der: "Allah Resûlü'nün mübarek ayakları, benim omuzumda; benim ayağım da, bütün evliyânın omuzundadır." Herhâlde bu durum kıyamete kadar da böyle devam edecektir.

    llah Resûlü, her hususta olduğu gibi, çocuk terbiyesinde de daima orta yolu takip etmişti. Bütün evlâtlarını, torunlarını canı kadar sever hem de bu sevgisini onlara hissettirirdi. Ne var ki, bu sevgisinin kötüye kullanılmasına da asla fırsat vermezdi. Zaten O'nun evlât ve torunları arasında, böyle bir davranışa yeltenen de yoktu. Ancak bilmeden yaptıkları hatalar karşısında, Allah Resûlü'nün takındığı bir tavır, o derin sevgiyi bir vakar buğusuyla sarar ve ılık bir görünümle onları şüpheli zeminde dolaşmaktan alıkordu. Meselâ bir defasında Hz. Hasan veya Hüseyin, henüz yaşları çok küçük olduğu için elini sadaka hurmasına uzatır. Allah Resûlü hemen harekete geçer ve o hurmayı onun elinden alarak: "Bize sadaka hurması haramdır!" der. Daha o yaştan itibaren, onları harama karşı duyarlı yetiştirme, terbiyede dengenin güzel örneklerinden biri olsa gerek.

    islâm'a göre kız-erkek ayırımı yoktur. Ve Allah Resûlü bunu bizzat kendileri göstermiştir. Nasıl ayrım olabilir ki, birisi Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem) ise diğeri Hz. Hatice'dir. Biri Adem ise diğeri Havva'dır. Biri Ali ise diğeri Fatıma'dır.

    O Fatıma ki, Allah Resûlü'nün kızıdır, kıyamete kadar gelecek bütün Ehl-i Beyt'in anasıdır. O bizim de anamızdır.

    işte Allah Resûlü, bu incelerden ince Fatıma yanına gelince hemen ayağa kalkar, onun elinden tutup getirir ve kendi oturduğu yere oturturdu. Hâlini-hatırını sorar, onu sever, okşar ve gönderirken de yine aynı iltifatlarla gönderirdi. Bir ara Hz. Ali, Ebû Cehil'in kızıyla evlenmek istemişti. Gerçi bu mübarek kadın da ağabeyi ikrime gibi islâm'a girmiş ve sonsuzluk kervanına katılmıştı; fakat bu evlilik muhtemelen Fatıma'yı rahatsız edecekti. Belki de Hz. Ali böyle bir evliliğin Hz. Fatıma'yı bu şekilde rahatsız edeceğini hiç ama hiç düşünmemişti. Fatıma gelip durumu Allah Resûlü'ne arz edip üzüntüsünü dile getirince, onu mahzun gören iki Cihan Serveri, çok üzülmüş ve hemen minbere çıkmış ve şu hutbeyi irad buyurmuşlardı: "Duydum ki, Ali, Fatıma'nın üzerine evlenmek istiyormuş. Eğer Ali bu düşüncesinde kararlı ise, Fatıma'yı boşamalıdır. Zira bu durum Fatıma'yı üzmektedir. Fatıma ise benden bir parçadır. Onu üzen beni üzmüş olur. Onu sevindiren de, beni sevindirmiş demektir."

    Bu sözleri dinleyenlerin arasında Hz. Ali de vardı... Derhal evvelki düşüncesinden vazgeçti ve Fatımasının yanına döndü.

    Zaten Hz. Ali, Allah Resûlü'nün kızını gözünün akı gibi aziz tutuyor, onun kendisine karşı böylesine bağlı olduğunu bilen Fatıma da hiç şüphesiz O'nu canından artık seviyordu. Aslında bu ince kadının, sanki, evliyâ ve asfiyâya nüvelik etmesinin dışında da bir misyonu yok gibiydi.. gözleri hep babasında ve O'nun davasındaydı. Allah Resûlü, son demlerinde O'na vefatını haber verdiğinde cihanı velveleye veren ağlamasının; ve ilk vefat edip kendisine kavuşacak olanın da o olduğunu söyleyince bayram sevinciyle gülmesinin başka türlü izahı da mümkün değildi.
    2 ...
© 2025 uludağ sözlük