Bu kadar parçalanmazdım giderken bıraktığım bir bardak ballı sıcak sütü soğutmadan içseydin. Pencereleri kapattığını, terinin üzerinde kurumadığını görsem rahat giderdim bu evden. Televizyon koltuğuna dökülen ve kayıp bir ülkenin haritasını andıran şarap lekesini çıkarabilseydim bitmeyecekti aşkımız. Yazdığım oyunlarla oyalandığım ortası oyuk bir mabedi andıran mavi ormanlarda bir ortancayım şimdi. Pencere önündeki ilk çiçeğimizi kurutmasaydım yüzün güler miydi? Çıkardığımız maskelerimizi yakmalıyım hemen. Her şey bitti ve güneşin kızıllığında bir cam kırılmasıydı ağzından damlayan şarabın dudağımda bıraktığı geçmişten kalma kanlı tat.
Mezarlarımı hatırlıyorum. iri kıyım birden çok bedeni sığdırdığım nefret dolu kalelerdi onlar. Üzerinde küçük bir ot bitti mi sevinir, sınırları belli olan toprak yığınımızdan bir parçası yan mezara düştü mü hırslanırdık. Gösterişli taşlar dikerdik ömürlerinin her dakikasında acıyla zincire vurulmuş ruhların tam ortalarına. Kaç tane var bilmiyorum. Kaç mezardan oluşuyordu hayatımda geceleri parlayan bu ihtişamın temeli. Her hayat bir mezar üstüne kurulur aslında. Babamın mezarı üzerinde bıraktığım çocukluğum yüzünden mi bitiyordu aramızdaki tarifsiz çekim. Oysa senle her sevişmemizde ben yeniden doğardım ve hiçbir vasiyetim olmazdı gidişlerinde yaşadığım sayısız ölümlerimde.
Gitmek istediğim bir iklimdir mantığımın ussal sınırlar içinde çizdiği şehvet. Ellerini sıkıyorum. içimizdeki çürümüşlüğe ayna tutan mektuplar yazıyorum. izmir kadar güzel ve sıcaksın sen, diyorum. Ben izmir'den başka bir yerde yaşamadım ki!
Kurumuş yaralarımın kabuklarından sınırsız bir arşiv yaratmak mıdır seni mutlu edecek olan? Bunalma ruhum. Silik soluk ne kadar sevişmem varsa bir saksıya koydum. ilk dokunduğum ten, ilk baktığım arzulu beden ve şehvetli erkekler; Hatırladığım hiçbir suret yok. Kurduğum kalelerin önünden tüm maskeleri söktüm attım ben. Saksı küçülüyor, kökler eziliyor, su fazla geldi. Yatağım ıslak, sevişmeler ıslak, kan kokusu kadar belirsiz bir koku sardı yaprakları. Akşam olmak üzere, yemeğin altını yakmalıyım ve sen yanık yemek sevmezsin! Ne zaman ve kimden öğrenmiştik biz böyle delice, yaşadığımızı bile unutarak sevişmeyi?
Vücudumun ağrımayan her yerinde buz gezdirdim. Küçük bir oğlan çocuğunun beyazlığı gibi aklandı bedenim. Morarmış bir kolum var, dudaklarımda geceden kalma biraz kırmızılık, boynumda da biraz iz ve dün gece sokak ortasında bir kadın gördüm. Sana tokat attığımda bir yarım eksilmişti biliyor musun? Bir yarımı ben o çamurlu lanet gecede bıraktım. Anlayamazsın. O gecenin sabahında içim acıdı, ruhum acıdı ve asla eskisi gibi olamadı içimdeki çocuk o geceden sonra. Yazamıyorum. Zaman, gittikçe tozlanan bir perdedir ve perde tozlu da olsa camına gerildiği yeri karartır!
Aşk çiş gibidir, bir düşün. Geldiği anda yaşanır. Yaşamamak için direnilirse bedene zarar verir, yanlış yerde ve zamanda yaşanırsa, altı ıslak bir sübyanın çektiği tarifsiz acıyı çektirir her iki tarafa da. Son kozundur zor zamanlar için kenarda sakladığın sükunet. Kendine bile sarılamadığın andır aşk.
irin sızıyor yatak çarşafımın değdiği ahşap ve karıncalı zemine. Bir saç tokasının ne işe yaradığını düşünüyor henüz yeni aldığı peruğunu denemek için banyoda homurdanan yan komşum. Yatağımın üstündeki dev camların kırıldığını görüyorum. Ben de bir mesihim. Başımda ten çekiminin beyin iğneleyici çivileri, bir elimde gidişin, bir elimde yokluğunun vurduğu demir. Kanım çekiliyor. Ayaklarımda anılar; Biraz daha otur, biraz daha yemek ye. Biraz daha ki gidişin için sınırsızca uzayan nedenler yazabileyim. Sen reel değilsin! Bir şarjörün içindeki amaçsız kurşunların can almasını normal sayanlar kadar donuksun. Ben en az seninle seviştiğim kadar seviştim karanlık sokaklarla.
Oturmayı çok sevdiğin koltuğu kaplıyor şu anda bedenin. Ama bedenini kaplayamayan bir ruha sahipsin!
Her aşk, geçmişte yaşanmış aşklar üzerinde dağılma özelliğine sahiptir. Aloo! Aloo! Aloo!.. Sesine cevap alamadığın bir telefon konuşmasına dönüşür her ilişki. Kalbini geri istersin, sanki isteyerek vermediğin bir malmış gibi, çocukça. Dünyanın tüm dilleriyle seviştiğin sıradan bir insana dönüştürürsün aşık olduğun adamı bile.
Kirli, yağlı saçlarını tarıyorsun. Beyaz yastığıma bıraktığın birkaç saç teli ve biraz göz kalemi. Sonbaharın yağmur yemiş toprak kokusunu anımsatan gömleğini buruşturuyorum. Odamda gördüğüm her nesnenin kesiciliğini araştırıyorum. Ne denli soğuktur buz dolu bir küvet. Ve bedenimden kan çekildiğinde gözlerimdeki aşkı görebilir misin? iktidarsızlığını iktidar sayan bir iktidarsızın iktidarında ne kadar yaşanabilirdi ki? Sen kendine muktedir ol yeter, diyesim gelirdi her gece.
Çimenlerde uç uç böceği arıyorum dilek dilemek için. Kanadı kırık tüm kırmızılıklar ellerime doluşuyor. Dilek diliyorum, uçamıyorlar. Sonra bir yangın kaplıyor ellerimi, sonuçsuz bir bağıntıdır ellerimden kayıp giden kanatsızlık.
Bir insanı unutmak için başka bir insan harcanır.
Bir acıyı unutmak için başka bir acı aranır.
Bir aşkı unutmak için başka bir bedene sarılınır.
Aşk, acı, insan; Hiçbiri de unutulamaz.
Zaman bitti, söz bitmedi; ama, sen gittin. Yeşil gözlerime sürdüğüm kalemimle kanatlandırıyorum odamdaki camları şimdi. Kırılıyorlar her bir sözcükte. Ve her bir sözcük, keskin bir cam olup yok oluyor bedenimdeki diri damarların en ücra köşelerinde.