insanda büyük bir enerji doğurur ve eğer bu enerji doğru yöne kanalize edilirse hem aşk acısından eser kalmaz hemde yoğunlaşılan alanda başarılı olunur. en azından bende öyle oldu genelleme yapmayalım. ayrıca müzik zevki üzerinde belirleyici etkisi vardır...
--spoiler--
Aramak... Ömür boyunca aramak... Yalnız seni aramak.. Paslı teneke kutularda, küf kokan dolaplarda, çerçevelerde, tenhalarda, ağaç diplerinde, sonra vapurlarda, trenlerde hep seni aramak. Belki bu şehirde değilsin. Ne çıkar? Seni arıyorum ya. Belki de aynı sokakta evlerimiz, sabahları beni görüyorsun işime giderken. Sonra akşamı bekliyorsun, alacakaranlığı... Beni bekliyorsun yada bir başkasını, bir başkasını..
Hiç gel demeyeceğim sana.. Aramak neredeyse ben oradayım. Ayaklarım ne güne duruyor? Yok yok birden karşıma çıkma. Kaç saklan Seni aramak istiyorum.
Git bu şehirden haydi git. Dağlara çık, o uzak dağlara. Rüzgarların krallığında hüküm sür. Baktın ki oraya da geldim, yine kaç. Başını al açıl denizlere. Gemilerin en güzeli, en büyüğü dilediğin limana götürmeli seni, dilediğin yerde demir atmalı. Ben küçük bir balıkçı kayığı ile peşinden gelsem yeter. Seni arıyorum ya!
Bir yıl, beş yıl, on yıl değil; beşikten mezara kadar aramalı insan, ama ne aradığını bilmeli. Yaklaşıp uzaklaşmalı aradığından. Okyanus dalgaları üstünde bir küçük tekne gibi alçalıp yükselmeli. Yalınayak koşmalı yollarda, ayaklarını sivri taşlar kesip kanatmalı. Çöllerden geçmeli yolu, yanmalı kavrulmalı. Sonra gözün alabildiğine ak, soğuk ülkelere düşmeli. Buzlar kırılmalı ayaklarının altında, üstüne kar yağmalı.
Bir gün bulacaksam bile parça parça bulmalıyım seni. Ayaklarını Afrika'dan getirip bir kağıt üzerine yapıştırmalıyım. Saçların Sibirya'da olmalı dudakların Çin'de. Gözlerin Hindistan'da bir mabudun gözleri olmalı. Ellerin italya'da bir heykelin elleri. Bulursam seni parça parça bulmalıyım. Yine de bir yerin eksik olmalı. Yeniden yollara düşmeliyim, onu aramalıyım.
Ve tam seni tamamladığım anda ölmeliyim..
--spoiler--
insanın en önemli kazancı, göte giren şemsiyenin açılmadığını öğrenmesidir. Aşk essahtan aşksa, acı da essahtan acıdır ve her halükarda göte giren şemsiye açılmaz ve insan bu yüzden devam eder yaşamaya.
eğer acı çektiren insan kötüyse, onun bütün özelliklerini gelecek aşkınıza yaşatmanızı sağlar bir zaman. kayıplar verildikten sonra insan kendine gelir. ve sonrada geriye dönüp bakmazsınız bile... eğer ki acı çektiren insan iyiyse artık siz kötü olmayı öğrenmişinizdir. bundan da uzun bir zaman kurtulamazsınız.
nasıl yarım kalınacağını öğretir insana,nasıl uykusuz gecelerin sabahında işe gidileceğini,nasıl somurtkan olunacağını,gözyaşlarını nasıl saklayacağını,güneşli günlerde nasıl yalnız kalınacağı,mutlu çiftlere bakıp nasıl sövüleceğini,düğünlerde sıra sana geldi diyenlere nasıl ters cevap verileceğini,güzel kızlara nasıl bakılamayacağını,sana yaklaşan insanlardan nasıl kaçacağını,eski sevişmeleri nasıl sıksık hatırlayacağını,sabaha kadar nasıl iki paket siga içileceğini,onun başkasına yar olucağı düşüncedinin seni nasıl deli edeceğini,asla senin olamayacak sevgilinin nasıl olurda seni sevmediğini,nasıl bir daha asla o elleri tutamayacağını,durduk yere ağlamanın nasıl olduğunu,kayıp giden zamanın nasıl seni yıprattığını,saçşarındaki beyazların nasıl çoğaldığını öğretir .. acıya mukavemetin nasılda çok olduğunu .. aşk acısı dünyada nasıl ölündüğünü öğretir..bu öğrendiklerin kazançsa aşk acısı çok kazandırır... yıpratırken seni.
filozof olma yolunda koşar adımlar atarsın farkında olmadan. hayatı yorumlayış şeklin değişir. ya da senin şeklin şemalin değişir de o yüzden mi hayat daha bi farklı gelir? orasını tam kestiremedim. biraz onun üzerine kafa yorayım ben en iyisi.
insanı her seferinde biraz daha olgunlaştırması,
aşka karşı biraz daha korkak, ürkek bakması,
kalbinde hiç silinmeyen bi anı bırakması,
eger yüzsüz ise bu kişi daha da kaşar olması, eskimesi. (bkz: eski kaşar)