saat ikiyi biraz geçmiş. bazı sevdiğim arkadaşlarımla vedalaştım ve taksim meydanı'ndan otobüs ile selimiye'ye geçmek niyetindeyim.
o köpek neden orada öylece yatıyordu ki? arkadaşımın dediği gibi öylece ölecek miydi onca kalabalığın içinde? ayıp ederdi açıkçası... hoş gerçi neden ölmeyi hep yağmursuz bir sonbahar gününe yakıştırıyorsam, anlamıyorum.
otobüs buçukta hareket edecek ve nereden bakarsak yirmi dakikası var. ciğerlerime eziyet etmek için oldukça müsait bir yirmi dakika... saat beş buçuktan beri evimden uzaktayım. o kendi dünyamdan, krallığımdan ve önümde yaklaşık bir yirmi dakika var. ardımda saatleri bıraktım ama önümde yaklaşık yirmi dakika sadece. köpek, ölmeyi düşünüyorsa da ayıplamıyordum artık. zira yirmi dakikalık boş bekleyişlerin toplamını yaşıyoruz "hayatlarımız" olarak benimseyerek, kişiselleştirerek. alt tarafı köpek de son yirmi dakikasını yaşıyor olabilir. gene de "taksim burger'ın önü" ölmek için doğru yer gibi gelmiyor bana... bir ağustos gecesi oluşunu kabul etsek dahi yeri yanlış seçmiş olmalı garip.
saate bakıyorum ve daha bir dakika bile geçmemiş. keşke biraz daha arkadaşlarımın yanında durup da köpeği seyretseydim. bence ölmeyecekti... ama gene de gecenin bir yarısı yere öyle yayvan bir şekilde yatmak çok sağlıklı değil. alt tarafı bir sokak köpeği, niye bu kadar takıldıysam.
göğe bakınca farkediyorum aslında ölmek için daha güzel bir gün olamaz. mübarek ramazan ayının üçte birini geride bırakmışken hazır... birisi azrail'i çağırsın lütfen, ölmek isteyen birisi var. otobüs şoförünü de gözüm hiç tutmadı zaten. gelmişken rica ederim, onu da alsın. ya da almasa mı ki? aynı anda ölmeyi dahi istemeyeceğim bir şirretliği var bu adamın. ayağının, debriyaj ayarı kaçmış herhangi bir otobüs şoförü gibi duruyor. köpeğin ölüp, yaşaması da zerre sikinde değil belli ki. arkalarda boş yerler olduğundan emin bir yirmi dakika geçirecek gibi.
anlaşıldı, azrail'in geleceği yok. kimbilir belki de köpeğin ruhunu bedeninden ayırmak görevi ile meşguldür. ya da dünyanın başka bir yerinde ayağının debriyaj ayarını yitirmiş bir otobüs şoförü kestirmiştir gözüne... en kötü ihtimalle aksi, saçma düşüncelerinin altında ezilen bir yolcudur listesindeki.
birisi azrail'e haber verebilir mi? yirmi dakikayı doldurduk sanırım...
bir ağustos gecesi. soğuk bir ağustos gecesi hem de.
alışmışız terden yapış yapış olmaya. esen rüzgarını tadını almak için kendimi dışarı atmışım. yanıma almışım iki arkadaşımı, öylesine dolaşıyorum.
elimde sigaram, kulaklarımda arkadaşlarımın sesi.
gülümsüyorum öyle söylenenlere. onaylıyorum her şeyi dinlemediğimi apaçık belli ederek.
neyse, bırakıyorum onları, tek başıma biraz dolaşayım diyorum.
karşıma çıkıyor hayaletin. kalıyorum öyle.
gözümün önünde cisimleşen aksin bile başımı döndürüyor tekrar.
"bu bir rüya olmalı!" diyorum.
yanımdan geçen arabanın korna sesiyle kendime geliyorum. yolun ortasında durmuş öylesine seni seyrediyormuşum.
bana ihtiyacın olduğunu biliyorum. "keşke yanımda olsa şimdi" diyorum.
üşümüşsündür şimdi sen. nefesimle ısıtırdım ellerini ben.
itiraf etmesem de, benim de sana ihtiyacım var. yüzüme sanki güzelmişim gibi bakıp, gülümsemene ihtiyacım var.
yürüyorum, yürüyorum.
ayaklarım beni tanıdık mekanlara götürüyor. tanıdık mekanlar, yabancı yüzler.
minicik veletlerin ellerinde sigaralar görüyorum. "ulan siz de mi amına koyim!" diyorum kendimden 5 yaş küçük veletlere. sanki utanmışlar gibi çıkıp gidiyorlar parktan.
bir ağustos gecesi, gecem şenleniyor senin hakkındaki anılarımla. gülümsüyorum anlamsızca. ihtiyacım var gülümsemeye.
birden seni çok göresim geliyor. arayıp nerde olduğunu öğrenmek istiyorum. gel, müsaitim desen uçacağım sanki yanına.
gözlerimin önünden gitmiyor yüzü. o sanki sürekli ciddi, ama tek bir sözümle gülmeye hazır yüzü.
o ağustos gecesi, seni çok özlüyorum. ve o ağustos gecesi, seni sevdiğimi tekrar anlıyorum.
bir ağustos gecesinde dalmışız düşüncelere ben onu düşünürken onun aklı kim bilir nerde.seneler sonra görüp gamzelerini dokunamadan geçtim ellerine bir ağustos gecesinde.5 yıl önce öpmüştüm o ellerini oysa ki.şimdi ise birbirimize nasıl kıydığımızı düşünüp eski günleri gözlerinde aradım. sen gözlerinin içinde bile yoktun.odamda senin şarkılarını dinleyip benim yanlızlığıma kederlendim. çıkmaz sokaklara gene girdim gönül salıncağımda.başım dönmedi herşey dönmedi dünyam dönmedi.
öyle çok seviyor, öyle çok kızıyorum ki çıkamıyorum işin içinden... ilk defa gösteremiyorum güçlü yanımı ve her gidiyorum dediğimde sana biraz daha dönüyorum... kavgalar ediyorum, hem seninle hem kendimle... geçip karşına nefret ediyorum senden diyorum, inanmıyorsun... inandıramıyorum... çünkü önce ben kendime inanmıyorum... kafam öyle karışık... uyumak bile çözüm olmuyor seni unutmaya... gözlerimi kapattığım an karşımda sen... dün gece... gecelerden bir gece... bir ağustos gecesi... kapattım telefonu yüzüne, -yani mecbur kaldım buna- ,işte o an, deli gibi özlüyordum aslında ben seni... çıkmazdaydı düşüncelerim... çözümsüzdüm... düşüyordum... ve bir daha kalkamıyordum...
peki ya şimdi, ne olacak böyle?
nasıl geçecek ağustos geceleri, sesin kulağımda çınlarken... yani ben sensiz yapamazken... aklımla kalbim arasında çaresiz kalmışken... çıkmaz sokaklardan çıkasım gelmiyorken...
keşke, başarabilseydin benim olabilmeyi...
şimdi ve daima, yanımda olabilseydin keşke,
sadece benim olarak... her ağustos gecesi benimle yanarak...