Roland Barthes'in "Fragments d'un Discours Amoureux-Bir Aşk Söyleminden Parçalar" kitabı.. çevirisi Tahsin Yücel'e ait. Deneme türündeki kitap da Barthes, aşk dilini sorguluyor. Yazar şöyle diyor:
Aşık olduğumuzda kullandığımız dil, her zaman konuştuğumuz dilden çok farklıdır; çünkü yalnızca kendimize ve hayalimizdeki sevgiliye yönelmiştir. işte tam da bu nedenle yalnızlığın dilidir aslında aşkın dili... Günümüzde bu yalnızlığa bir de aşkın toplumun kıyısına itilmesinden gelen yalnızlık ekleniyor: Hâlâ birçok insan âşık oluyor, aşk söylemi hâlâ sürüyor, oysa toplum cinselliği hevesle konuşurken, aşk söylemine alayla bakıyor.
Roland Barthes'ın edebiyatın başlıca aşk metinleri üstünden yazdığı bu arzu anatomisi kitabında, aşık olan herkesin iyi bildiği o bekleyişler, randevular, mektuplar, aşık olmak için aşık olmalar, "ölesiye seviyorum"lar, tartışmalar, intihar tehditleri, terk edip tekrar bir araya gelişler var.
Seni-seviyorum'a verilen değişik kibar yanıtlar olabilir: 'ben sevmiyorum', 'inanmıyorum', 'ne diye söylemeli?', vb. Ama gerçek yadsıma, 'yanıt yok'tur; yalnızca isteyici olarak değil, konuşan özne olarak (konuşan özne olarak hiç değilse kalıplara egemen olabilirim) da yadsınırsam, daha kesin biçimde hiçlenmiş olurum; yoksanan isteğim değil, varlığımın son kıvrımı olan dilimdir; istemeye gelince, bekleyebilirim, yineleyebilirim, yeniden sunabilirim; ama, sorma gücünden yoksun kalınca, ölü gibiyimdir, bir daha dirilmemesiye..
(kişisel öneri: sahife 126-bölüm adı: kimi arzulayayım gösterin.)
parmak yerine sözcüklerim ya da sözcüklerimin ucunda parmaklarım varmış gibi.
dilim arzudan titrer. coşku çifte dokunumdan gelir: bir yandan bütün bir söylem etkinliği üstü kapalı, dolaylı olarak seni arzuluyorum diyen tek bir gösterileni ortaya koyar, besler, dallandırır, patlatır(dil kendi kendine dokunarak doyuma ulaşır);
tümevarım. sevilen varlık, bir başkası ya da başkaları özneye onun arzulanır olduğunu gösterdikleri için arzulanır:
ne denli özel olursa olsun, aşk arzusu tümevarımla ortaya çıkar.
1, aşık olmadan kısa bir süre önce, werther genç bir uşakla karşılaşır; uşak ona dul bir kadına duyduğu tutkuyu anlatır; "bu bağlılığın, bu sevginin imgesi her yanda izliyor beni, bu ateş ile kendim yanıyormuşum gibi, eriyip tükeniyorum."
bundan sonra kala kala kendisinin de charlotte'a aşık olması kalır werther'e.
charlotte u da, daha görmesinden önce belirtirler kendisine: baloya gittikleri arabada, nazik bir dost ona lotte'un ne denli güzel olduğunu söyler. 'sevilecek olan bedeni' objektif önceden yakalamış, işlemiş, bir tür "zoom" etkisinden geçmiştir, yaklaştırır, büyütür, özneyi gözlerini üzerine yapıştırmaya yöneltir: usta bir elin önümde ışıldattığı ve beni büyüleyecek, tutsak edecek ışıltılı nesne değil mi bu? bu "duygusal bulaşma", bu tümevarım, başkalarından, dilden, kitaplardan, dostlardan başlar:
hiç bir aşk ilk değildir.
(kitle ekini arzuyu gösterme makinesidir: işte sizi ilgilendirmesi gereken kişi der, sanki insanların kimi arzulayacaklarını kendi başlarına bulamayacaklarını seziyormuş gibi.)
aşk serüveninin zorluğu şuradadır: "bana kimi arzulayacağımı göstersin, sonra çekip gitsinler!": en iyi dostumun sevdiğine aşık olduğum sayısız oluntular: her rakip önce usta, rehber, gösterici,aracı olmuştur.
2, sana arzunun nerede olduğunu göstermek için, önce bunu azıcık yasaklamak yeter(yasaksız arzu olmadığı gerçekse). x.. orada, yanında olmamı, ama kendisini azıcık serbest bırakmamı ister: esnek, bazı bazı uzaklaşarak, ama yakında kalarak: bir yandan yasak olarak hazır bulunmam (yoksa iyi arzu olmazdı), ama aynı zamanda, arzu oluştuktan sonra, kendisini rahatsız etme tehlikesini gösterdiğim anda uzaklaşmam gerekir: kendisi rahat rahat dikişini dikerken, çocuğu çevresinde oynayan, yeterince iyi (koruyucu, hoşgörülü) anne olmam gerekir. "başarılı" çiftin yapısı bu olmalı: azıcık yasak, çok çok oyun; arzuyu göstermek, sonra da bırakmak,
size yolu gösteren, ama eşlik etmekte dayatmayan kibar yerliler gibi.
bozulma. aşk alanında, kısacık bir sürede, sevilen nesnenin karşı-imgesinin oluşması. küçük olayların, incecik çizgilerin akışına göre, özne iyi imge nin birden bozuluvererek tersine çevrildiğini görür..
..
2, imgenin bozulması öteki adına 'utandığım zaman' gerçekleşiyor sanki.
ama utançta bağımlılıktan gelir: öteki, yalnızca benim sezgi ya da taşkınlığımın kavradığı, önemsiz mi önemsiz bir olayın akışına göre, birdenbire kendisi de köleliğe benzer bir duruma 'boyun eğmiş' olarak belirir--açılır, yırtılır, ortaya çıkar, terimin fotoğrafsal anlamıyla-- birdenbire onun kendisini benimsesinler diye kibar çevre törenlerine saygı gösterme, onlara uyma yolunda çabaladığını, telaşlandığını, ya da yalnızca inat ettiğini görürüm (görü sorunu).
çünkü kötü imge kötücül bir imge değildir; "yoz" bir imgedir: ötekini toplumsal çevrenin sırdanlığına kapılmış gösterir bana. ( ya da şöyle: öteki, insanların aşkı değerden düşürmek amacıyla savundukları bayağılıklara uyarsa, bozulur: öteki, sürüden biri olur.)
3, çoğu kez öteki dil yoluyla bozulur; farklı bir sözcük kullanır, birden, korkutucu bir biçimde, başkasının dünyası olan "bütün bir başka dünyanın" uğuldadığını duyarım.
albertine o bayağı "uçkuru kaptırmak" deyimini ağzından kaçırınca, proust'un anlatıcısı dehşete düşer, çünkü kadın eşcinselliğinin, kaba tavlamanın çok korkulan getto sudur bir den ortaya çıkan:
"dilin anahtar deliğinden görülen koca bir sahne".
"sözcük en şiddetli bozulmaları gerçekleştiren incecik bir kimyasal tözdendir":
uzun süre benim kendi söylemimin kozası içinde kalan öteki, ağzından kaçak bir sözcükle, başkalarından alabileceği, dolayısıyla kendisine başkalarının verdiği dili duyurur.
5, aşk söylemi imgeyi tümü ile saran dümdüz bir kılıf, sevilen yaratığın çevresinde yumuşacık bir eldivendir genellikle. sofu ve saygılı bir söylemdir. imge bozulduğu zaman, tapınma kılıfı yırtılır; "bir sarsıntı kendi dilimi yıkar".
kulağına çalınan bir sözden incinen werther, birdenbire charlotte'u bir dedikoducu gibi görür, birlikte çene çaldığı arkadaşları arasına sokar onu (artık öteki değildir, başkaları arasında bir başkasıdır), o zaman horgörüsü ile 'kadıncıklarım' der. birdenbire öznenin dudaklarına bir küfür yükselir ve aşık kutsamasını saygısızca bozar;
kendi ağzı ile konuşan bir cinin elinde oyuncaktır, peri masallarında olduğu gibi, artık çiçekler değil, kurbağalar çıkar ağzından.
imge'nin o korkunç geri çekilmesi.(bozma korkusu yitirme kaygısından da güçlüdür.)
BEKLEYiŞ. küçük gecikmelerin (randevu, telefon, mektup, dönüş) akışına göre, sevilen varlığı beklemenin yarattığı kaygı kargaşası.
1- bir geliş, bir dönüş, vadedilmiş bir gösterge bekliyorum. anlamsız da olabilir, alabildiğine dokunaklıda,
erwarttung'ta bir kadın gece ormanda sevgilisini bekler; ben bir telefon bekliyorum,
ama kaygı aynı kaygı.
herşey abartılı, oran duygusu yok bende.
2- ^içimde^ mosmorum.
(bekleme kaygısı sürekli şiddetli değildir. durgun anları da olur. beklerim ve bekleyişimin çevresinde herşey gerçekdışılığa düşer.... ötekilere bakarım, onlar beklemiyorlar.)
3- bekleyiş bir büyüdür: kımıldamama emri almışım.
4- ...bekleyiş bir sayıklamadır.
gene telefon: her çalışında, çabucak açarım, arayan sevilen kişidir sanırım(beni araması gerektiğine göre); bir ufak çaba daha: sesini "tanırım", konuşmaya girişirim, beni sayıklamamdan uyandıran münasebetsiz e kızıp köpürmek bahasına.
ve aşk ilişkisi yatıştıktan uzun zaman sonra bile, sevmiş olduğum kişiyi sanrısallaştırma alışkanlığımı hep sürdürürüm.
^kesilmiş bacağın sızısını hala duyan bir sakatım ben.^
5- "aşıkmıyım?--evet, beklediğime göre^."
öteki hiç mi hiç beklemez. aşığın kaçınılmaz kimliği yalnızca budur: "ben bekleyenim."
(bölünen ve kendini vermekte geciken bir buradalığa bağlıyımdır--sanki isteğimi geçirmem, gereksinimimi yormam söz konusuymuş gibi.
"bekletmek": her iktidarın sürekli ayrıcalığı,
insanlığın bin yıllık eğlencesi."
6- bir yüksek görevli bir yüksek yosmaya tutkunmuş. kadın, "yüz gece boyunca bahçemde, penceremin altında bir tabureye oturup beni beklersen, senin olurum," demiş.
ama doksandokuzuncu gece, yüksek görevli oturduğu yerden kalkmış, taburesini koltuğunun altına alıp gitmiş.
"düzenini kurmuş." aşık özne çevresindeki herkesi düzenini kurmuş olarak görür, çünkü hepsi de kendisinin dışında bırakıldığı anlaşmaya dayalı bağıntıların elverişli ve duygusal dizgeciğiyle donanmış görünür gözüne; bu da onda bulanık bir imrenme ve alay duygusu uyandırır.
1- werther düzenini kurmak ister: "ben... onun kocası! ey beni yaratan tanrım, bu mutluluğu bana vermiş olsaydın, bütün yaşamım sürekli bir yarlıgama(bağışlama) olurdu.":
werther önceden tutulmuş bir yeri, albertin i ister. dizgeye katılmak ister. çünkü dizge herkesin bir yeri bulunan (bu yer iyi olmasa da) bir bütündür; eşler, sevgililer, üçlüler, hatta marjinalliklerine iyice yerleşmiş marjinaller (uyuşturucu, kösnüllük): benden başka herkes.
(oyun: bir eksiğiyle çocuk sayısında iskemle vardı; çocuklar dönerken, bir hanım piyano çalıyordu; durduğu zaman herkes koşup bir iskemleye oturuyor, yalnız en az beceriklisi, en az gürültücüsü ya da en az şanslısı ayakta kalıyordu,
şaşkın, fazla:aşık).
2- çevremdeki sistemato' lar hangi konuda imrendirebilir beni? onları görünce, neyin dışında bırakılmışım? bir düş, bir aşk, bir birlik dışında olamaz: düzenlerini kurmuş olanlar dizgelerinden yakınır dururlar, birlik düşü de başka bir beti oluşturur.
hayır benim dizgede düş e dönüştürdüğüm çok alçak gönüllü bir şey (parıltısız olduğu için daha da çelişkin bir düş): yalnızca bir yapı istiyor, bir yapı arzuluyorum ben. hiç kuşkusuz, yapıda bir mutluluk yoktur; ama her yapı oturulabilir niteliktedir, en iyi tanımıda budur belki.
beni mutlu etmeyen yerde de pekala oturabilirim; hem yakınıp hem sürdürebilirim; katlandığım yapının anlamını yadsıyabilir ve kimi gündelik parçalarının (alışkanlıklar, ufak tefek hazlar, küçük güvenlilikler, çekilebilir şeyler, geçici gerilimler) içinden fazla tiksinmeden geçebilirim; dizgenin bu durumundan sapık bir haz bile alabilirim:
düzenini kurmak istemek, yaşam boyu yumuşak başlı bir gözetici edinmek istemektir. destek olarak, yapı arzudan ayrı tutulmuştur: benim istediğim "bakılmaktır" yalnızca, bir kibar orospu gibi.
3- ötekinin yapısının ( çünkü ötekinin her zaman bir yaşam yapısı vardır, ben onun içinde yer almam) gülünç bir yanı vardır: ötekinin aynı alışkılara göre yaşamakta inat ettiğini görürüm: başka yerde tutulduğumdan, donmuş, sürekli görünür bana (süreklilik gülünç bir şey olarak tasarlanabilir).
ötekini birdenbire yapısı(sistemato) içinde gördüğüm her seferde, büyüleniveriyordum: bir "öz" ü gördüğümü sanıyordum, evlilik özünü.
tren yukarıdan hollanda kentlerinin içinden geçerken, herkesin, binlerce yolcunun gözleri önünde değilmiş gibi kendi içli dışlılığını yaşar göründüğü, iyice aydınlanmış, perdesiz evlerin içine dalar yolcunun bakışları: o zaman bir aile özü görülebilir;
hamburg ta arkalarında kadınların sigara içip bekledikleri camlar boyunca yürüken gördüğümüz de orospuluğun özüdür.
yapıların gücü: belki de budur onlarda arzuladığımız.
atopos. aşık özne sevilen varlığı "atopos" (sokrates'e söyleştiği kişilerin verdiği nitelik), yani sınıflandırılmaz olarak, hep beklenmedik bir özgünlük olarak benimser.
1- sokrates'in atopia'sı eros a (alkibiades sokrates e kur yapar) ve torpilbalığına (sokrates menon u elektriklendirip uyuşturur) bağlanır. sevdiğim ve beni büyüleyen öteki atopos tur. onu sınıflandıramam, çünkü tek tir o,
mucizemsi bir biçimde gelip arzumun özgüllüğünü karşılamış olan tekil imge dir. "gerçeğimin" betisidir, hiç bir kalıba (kalıplar başkalarının gerçeğidir) sığmaz.
gene de bir kaç kez sevdim, seveceğim de. arzum ne denli özgül olursa olsun, bir "tip"e bağlanıyor da ondan mı ki? arzum sınıflandırılabilir bir şey mi ki? bütün sevdiklerim arasında "işte benim tipim!" dememi sağlayan ortak bir özellik mi var ki? tek bir özelliklik, önemsiz mi önemsiz bir özellik (bir burun, bir ten, bir hava)?
"tam benim tipim!" "hiç de benim tipim değil": "tavlayıcı" sözü: aşık bütün yaşamı boyunca "tip"ini arayan, daha güç beğenir bir tavlayıcı mıdır yalnızca?
gerçeğimi karşıt bedenin hangi köşesinde aramam gerekir?
2- ötekinin "atopia" sını, orada onun günahsızlığını, büyük günahsızlığını okuduğum her seferde, yüzünde yakalarım: bana verdiği --ya da, daha düz bir biçimde söylemek gerekirse, çektirdiği-- acıyı hiç mi hiç bilmez. günahsız, sınıflandırılmaz (böylece ancak kusurlar ı sınıflandırabildiği yerde "kendini bulan" her topluma göre kuşkulu) olan değilmidir?
x... in kendisini sınıflandırmayı kolaylaştıran "kişilik özellikleri" vardı (boşboğaz, düzenbaz, tembel vb.), ama birkaç kez gözlerinde öyle bir günahsızlık (başka sözcük kullanılamaz) anlatımı okumuştum ki, ne olursa olsun, "onu bir bakıma kendi kendisinin, kendi kişiliğinin dışına yerleştirmekte dayatıyordum." her türlü yorumdan bağışık tutuyordum onu.
günahsızlık olarak atopia, betime, tanıma karşı, maya olan, adlar ın (kusurlar ın) sınıflandırması olan dile karşı direnir. atopos olduğundan, öteki dili titretir:
onun konusunda onun üzerine konuşulamaz:
her türlü niteleme yanlış, acılı, aykırı, rahatsız edicidir: öteki nitelendirilemez(atopos un gerçek anlamı bu olmalı).
3- ötekinin ışıldayan özgünlüğü karşısında, kendimi hiç bir zaman atopos bulmam, sınıflandırılmış bulurum daha çok (fazlasıyla bilinen bir dosya gibi). gene de bazı bazı eşitlikten uzak imgelerin oyununu askıya almayı başardığım olur( neden ben öteki kadar özgün, öteki kadar güçlü olamıyorum!);
anlarım ki, özgünlüğün gerçek yeri ne ötekidir, ne de ben; "ilişkimizin kendisidir".
ilişkinin özgünlüğüdür fethedilmesi gereken. çoğu yaraları genel kalıp açar içimde: herkes gibi aşık olmaya zorlarım kendimi: herkes gibi, kıskanç, bırakılmış, yoksun olmaya.
ama ilişki özgün olduğu zaman, kalıp sarsılmış, aşılmış, boşalmıştır, ve bu yersiz, topos'suz, "topo"suz --söylemsiz-- ilişkide, örneğin kıskançlığın yeri kalmamıştır.