dünyayı değiştirenler ve bir anlığına dünyayı değiştirenler vardır.
ben bu gün bir anlığına dünyayı değiştirenlerdendim..
söylediğim sözler duvarlara asılmadı,
kendimle yaptığım küçük çaplı savaşlar kitaplarda yer almadı,
bin kez öldüm en güzeller için onlar bana aşık olmadı,
sürrrekli yürreği erekte dünya nüfuuuusunun yarısı ben,
naparım
gerikalan yarısına aşığım ben
tek başıma
şu anda yaşıyor olanlara değil
hepsine aşığım
lan
kabullenmek zor elbet
le yörögöt
vulevufemtagöl
ihfike
der gibi bir kısmı
geri kalanlarının anne dilini bilmem
e
o zaman yaşamak lazımdı bu anı
kitaplarda yer almadı bu anı
dünyyaa lar benim olsada hani
satın alamam işte bu anı
yada onu
aslında ondan behsetmak için sıvadım bunca duvarı
aslında sen idi tüm mesele dimi
sen öyle san aslında bendim tüm mesele
genede gözümde birdamla aksa tüz gölü seyreltir
damlamı
tüm mesele oymuş aktıkça anlıyorum.
tuzu kuru sağnak kanımın
eridi haspam yaşam svısı kalmayana değin golgi aygıtım.
benden de çıktı bu mesele
hayat memat
oldu canım
cenım dedim
yanlış anlama
kukundan çükünden sanıp dallarda sallanma
ulu babun şükretmiş ona
kutsal olanı yüreğime göndersin işte ondan
dadaist
babaist
sürrealist
yada bir kilim
farkı ne idi yüce bedeninde bir düşün
ona bir kilimden daha fazla değer biçersin amma
beni kandıra bilirsin sanma
ben seni bilirim
dünya senin olsa yetinmezsin
sana gofret versem
skim hıyar diyene
tuzzla koşarsın
bune garabet
uy ulu gaspet
cenabet doğtu sopumuz elbet
anamızdan çıktığımızdan ilelebet
bir ben var
benden içeri
varya
.
.
mazhar alanson'un ali poyrazoğlu ile oynadiği arkadasim seytan isimli filmde mazhar efendi seytanla bir anlasma yapiyordu.
seytan efendi buna ne istediğini soruyordu ve mazhar efendi ise vitrinde gördüğü mankeni istiyordu. gelgelim ki afursa da pofursa da ne yazik ki mazhar efendinin bir türlü istediği norm oturamiyordu. sonuc herşey oldugu gibi kaliyordu.
şimdi bu girizgahtan sonra nedemek istiyor bu diyorsunuz bana.
efendim dünyayi daha iyi bir hale koyacak bir projeniz yahut fikriyatiniz yoksa daha doğrusu ne istediğinizi bile bilmiyorsaniz dünyayi değiştirmek hep hazin olacaktir.
dünyayi ne yazik idealler değil pratik insanlar yönetir.
idealler bir nevi el frenidir.
cogunlukla karamazov kardesler de izahatı olan ispanyol engizisyoncu ile isa sahnesi aklınıza gelsin. hani orda diyordu 'ya umutsuzlarin umudu olmak ama olamamak hakkını nerde buluyorsun' -aşaği yukari böyle birşeydi, bilenler bilir ezberden anca bu kadar oluyor idare edin-
ama olmaz diye birşey yoktur. malum dünyayi değiştiremiyorsan dünyani değiştir diye bir kelam vardi ya hani duvara karsida bunu bir an bile olsa yapabilir insan ki baslığın esas konusuna şimdi vardik.
bu kişiye göre değişir. dünyayi gecici olarak değişik görmek kişiden baslar ve bendeniz genelde amuda kalkarak yahut geri yürüyerek bilemedin caprazli zigzagli yürüyerek yaparim bunu.
bazi zamanlarsa step dansinin masrık-ı azamı hollywood yildizi fred astaire gibi bakkaldan ekmek alirim.
zaten muhim olan kendini kaziklayabilmek değil mi?
kendini kaziklayabilmek için kendimizi bilinçli bir çabayla ilkel sarhosluklara kaptirmiyor muyuz?
kaptiriyoruz o halde haydin bakalım heaven i'm in heaven dizelerini terennüm etmeye...
vel hasıl-ı kelam trompetci solo yap step dansi yapacağim.
- dünyayı değiştirmeden önce, dünyanın seni değiştiremeyeceği sağlamlığa ulaş, demiş şair.
herkesin içinde bir gaz vardır. "ulan şöyle yaparım yoksulluk azalır, insanlar mutlu olur, suçlular azalır..." ki bunu diyen çok az insan vardır.
genelde insan ilk önce kendi götünü kurtarmaya çalışır. genel dediysem bu oldukça genel. 6 milyar insanın 5,999,999,900'ü kadar genel.
geri kalan 100 insan bahsettiğimiz dünyayı bir anlık değiştirebilenlerdir.
nasıl değiştirirler?
finansal güç ile.
herkese bir umut satmak, insanları tüketime alıştırmak, borçlandırmak...
bunlar dolaylı yoldan oluyor tabi. kimse durup duruken size "şunu almak ister misin" demez.
ilk önce reklamı yapılır, medya satın alınır, sizden biriyim insanları televizyonlara çıkarılır. ve bu haber çok hızlı yayılır.(burda bahsedilen sadece dokunup tutabileceğiniz mallar değil aynı zamanda umuttur-ki umut huzursuz bir ortamda çok çabuk gider)
ve herkes bu olguya atlar. çünkü pazarlanan insanı mutlu kılan şeylerdir.
şahsi fikrim;
sıfırdan büyük bir servet yapan, paraya para demeyen insanların dahi, isimlerini bilmedikleri ve hatta hiç düşünmedikleri o 100 kişi tarafından yaratılan ortam sayesinde güçlendikleridir.
ama para, miktarı ne olursa olsun insanı şaşırtır. ve kendisini yaratan insanlara hizmet etmeye başlar.
işte buna kapitalizm denir. ve dünyayı bir anlığına değiştirebilme gücü o azınlıktadır.
ki o azınlık dünyaya hükmetme gibi bir misyonu barındırır. ve hükmeder.
şöyle düşünen olabilir;
"iyi de sonuçta ölüp gidecek bu adamlar, neyin sevdası bu böyle"
işte buna da tutku, nefs, hırs denir. dünya ile oyun oynayabilme zevki denir.
sonuçta her şey bir doğum ile başlar. ya o azınlığın içinde doğar ve dünyayı bir anlığına değiştirirsiniz ya da değişen dünyayı izlersiniz.