öyle güzeldir ki hüznüm benim, tanısan; sarılıp öpüp koklayasın gelir.. öyle naif öyle narin öyle kırılgan öyle temizdir ki; çekip çerçeveleyip dünyanın geri kalanından koruyasın gelir.. öylesi bir inançla bağlıyımdır ki üzüntüme, hala böylesi inançlar olduğu için geçip karşıma insanlık adına sevinesin gelir.. sevinesin gelse de sen gelme.. yoksa biter bu dört başı mamur hüzün.. ben böyle iyiyim; gelme istemem..
sevgi çoğunluktadır insanlık içinde, aşk her daim azınlıkta.. sevgi hoş görür sevdiğini, aşk şehvetle direnir sevdiğine.. sevgi tek başına iktidar olabilir; aşk her daim kendi başına muhalefettir.. laf anlamaz dinlemez, dinlerse adı aşk olmaz.. vaz geçmez.. direnmek aşkın ibadetidir.. cenneti eliyle itip, cehennemi tercih etmesi işte hep bu yüzdendir..
dört yapraklı hüzünlerim var benim.. ortasında çiçek açsa, çevresindeki yapraklardan özür dileyecek kadar mütevazi.. utangaç.. sıradan.. yalın.. yalnız.. ve sakin.. işte bu yüzden gelme.. aşkın şatafatlı gelir benim hüznüme.. bozulur dengem.. karışır aklım.. dönüşür dinginliğim.. beni fırtınalarla aynı destede derme.. korktuğumdan değil.. istemediğimden sadece..
öyle yiğit bir hüznüm var ki benim.. kemik tozu gibi pürüzsüz, altın tozu gibi kıymetli.. dört metre karelik bir odada, dört adamlık bir genişlik içerisinde.. öyle cesur ki, siler ömrünü bir kerelik gülümseyişine.. kusura bakma sevgili.. aşık olmak dururken, sevemem ben seni.. işte o yüzden gelme..
şimdi mis gibi hasret.. fırından yeni çıkmış sıcacık bir özlem.. bir dilim yürek.. yanında bir bardak uzaktalık.. dalından topladığım biraz ben.. hatıraların bağında yetiştirdiğim organik bir sen.. bana sorarsan; gelme istemem.. ama ille de geleceksen.. köşedeki büfeye uğra.. evde kalan son huzurum da bitti.. sanki bilmiyormuş gibi: “hiç tatlı yok mu?” diye sorarsan; mahçup olmak istemem sana.. fazla almana gerek yok.. bir tatlı kaşığı huzur yeter bana.. varlığınla mayalayıp çoğaltırım ben onu nasıl olsa..