"allahım ben yok olamam! her şey olurum yok olamam. parça parça doğranabilirim. tütün gibi kurutulabilir, ince ince kıyılır, bir çubuğa doldurulur, içilir havaya savrulabilirim. fakat yok olamam. madem ki bu kadar korkuyorum, yok olamam. eczahane camekanlarında, ispirto dolu bir kavanoz içinde, düşürülmüş bir çocuk ölüsü gibi , yumruk kadar bir et parçasına inebilir, bir şişeye hapsedilebilirim.fakat şişenin camından yine dışarıyı seyreder, önümden geçenleri görür, kendimi bilir ve duyar, kendimi ve allahımı düşünebilirim. razı değilim allahım! yok olmaya, kalmamaya, gelmemiş olmaya, mevcut olmamaya razı değilim. bu dünyada bırakamayacağım hiçbir şey yok. ne deniz, ne şehir, ne ağaç, ne ev, ne kadın, ne de ben. bu kalıbım, bu zarfım., bu kafesimle ben. onların hepsini bırakabilirim. fakat şuurumu, bilmek, duymak, var olmak şuurumu bırakamam. razıyım bir toz parçası olayım. insanlar üzerime basarak geçsin. canım acısın, duyayım. canımın acıdığıını duyayım. razıyım bir kertenkele olayım. kızgın yaz günlerinde bir bahçe duvarına tırmanayım. tırnaklarımı tuğlalara geçireyim.yeşil ve ıslak sırtımı güneşe vereyim. fakat güneşle sırtım arasındaki öpüşmeyi duyayım. tuğlaların incecik zerreleriini sayayım. kovuklardaki böceklerin, bir boru içinden bakar gibi bana baktıklarını göreyim ve düşüneyim.razıyım bir nokta olayım. fakat o noktaya bütün kainat, bütün mevcudiyle dolsun. ben yok olamam.ağlarım, tepinirim, çatlarım, çıldırırım, ölürüm fakat yok olamam. her şey benm olsun, vereyim, gökler, yıldızlar, gökteki samanyolu, ay, dünya, vereyim. fakat aklım bana kalsın. aklım bana kalsın! aklım!"
"anlayın bu azabı! bir azap ki, kul olduğum için çekiyorum, çekmemek için allah olmak lazım. insana göre değil bu; yok bunu çekecek aza insanda!
yetişir! gelsin artık her şey yerli yerine! verin bana artık dünyamı! salıverin beni kalabalıklara!"
"osman hiç bıçağın deştiği yerden kan akmadığı olur mu?benim de beynimden kan akıyor.ben düşünmüyorum,beynim kaynıyor.görüyorum,gözlerimi yumunca görüyorum.beynimin etten yuvarlağı üstünde her düşünce bir damla siyah kan gibi yuvarlanıyor.ben istemiyorum osman!fakat hiç bıçağın deştiği yerden kan akmaz olur mu?"
"şüphe mi dediniz? bu bana goklerin cezası. bir aralık oyle sandım ki gozlerime akrep kuyrugu gibi sivri bir mil sokuldu.zehirden bir damla akıtıldı. birde baktım ki hiç bir şey eski heyetinde degil. birde baktım ki eskiye ait her şey yanlış. ana, baba, dost, kadın hakkında bildiklerim yanlış, su yüzüne çıkan bir leş sırtı gibi.
bambaşka bir dunya, bambaşka iklimleri, bambaşka insanlarıyle dunyamın yerini aldı.birde baktım ki herşey yeniden muayeneye yeniden tahkike muhtaç! dogrusu bu muydu? ne bileyim?...."
yücel çakmaklı'nın yönettiği bir film.
dün bir sitede siyah beyaz ortamda izledim. sakin bir kafayla dikkatle izlenmesi gereken bir eser. bir nevi demir leblebi. şahsen lisedeyken kitap şeklinde okumuştum ve başım dönmüştü. adama yüksek dozda zihin egzersizi yaptıran güzel bir eser.
kahraman hüsrev bir adam yaratmaya kalkışır ve yaratıcılıktaki zayıflığının anlar. bu onu yaratıca götürür. piyes içinde piyes olarak yazılan bu eser aslında baştan sona eserin sahibinin yaşadığı fikir ızdıplarının ipuclarını verir. hüsrev, kısakürek'in çile şiirini yazmadan öndeki ruh haletidir.
yönetmen yücel çakmaklı müzik seçiminde biraz daha dikkatli olsaydı benden 10 puan alırdı. aynı şey siyah pelerinli adam'ı sinemaya aktaran ismail güneş için de geçerli. senaryo çok güzel olmasına rağmen iskelet iyi giydirilememiş.
gerçi hiç olmamasından elbetteki iyi; ama bu eleştiri hakkımızı elimizden almaz heralde. müzik konusunda mesut uçakan reis bey'in hakkını fazlasıyla vermiştir. aynısını yücel çakmaklı ve ismail güneş için de beklerdik. her neyse.. ismail güneş ayrı bir entry konusu.
bir de piyesteki/filmdeki hüsrev-zeynep aşkı çok enrerasan. zeynep hüsrevin kuzeni. filmde hüsrev tarafından kaza eseri vurulup öldürülüyor. filmin sonlarında nedense annesi son anda bayılıp düşerken duvardaki resmin üstünü açıyır ve hüsrev resme bakarak aşkını ilan ediyor. şeref'in karısını nerdeyse küfrederek kovan hüsrev burda biraz yumuşuyor. aslında izleyici allah arayışı içerisindeki bünyenin beşeri aşka -son anda da olsa- yönelmesini anlamakta güçlük çekmiş olmalı. şahsen ben anlam veremedim. gerçi eserin aslında bu bölüm var mı yok mu, orasını hatırlamıyorum. yine de güçlü bir eser. zaten olaylar kısıtlı ve mekan önemli olmadığından genelde ağırlık diyaloglar üstünde. ufak ayrıntılar da arada kaynıyor.
tiyatroda izlemedim. kuşkusuz o daha keyifli olurdu.
'ben ne yaptım? bir hududu zorladım. kendimin dışına çıkmak isterken, kendime rast geldim.
meğer kul olduğumu anlamak için allahlık taslamalıymışım! meğer nasıl yaratıldığımı anlamak için bir adam yaratmalıymışım.'
insanı bambaşka bir ruh haline sürükleyen , kendisini yaşamanı istese de istemese de sorgulattıran ilk sahneden itibaren koltukta kasılmanızı sağlayan sonunda ise hıçkırıklara boğulmanıza neden olan can yakıcı bir eserdir.
''osman hiç bıçağın deştiği yerden kan akmadığı olur mu?benim de beynimden kan akıyor.ben düşünmüyorum,beynim kaynıyor.görüyorum,gözlerimi yumunca görüyorum.beynimin etten yuvarlağı üstünde her düşünce bir damla siyah kan gibi yuvarlanıyor.ben istemiyorum osman!fakat hiç bıçağın deştiği yerden kan akmaz olur mu?''
Necip Fazıl Kısakürek 'in ilk kez sahneye 1937-38'de Şehir Tiyatroları tarafından konulan ve 'eser mi şaheser mi' sorusuyla gündeme taşınan piyesidir. Ibsenci forma bağlı olarak yazılmış olan oyunun konusu yazdıklarını yaşayan Hüsrev karakteri üzerine kuruludur.
Hüsrev ünlü bir oyun yazarıdır, Ölüm Korkusu isimli basının ilgisini çeken bir piyes yazmıştır. Hüsrev'in yazdığı piyeste bir çocuk silahla oynarken annesini kazara vurur ve bundan duyduğu üzüntüyle kendini bir incir ağacına asarak intihar eder. yazılan piyese göre çoçuğun babası da kendisini bir incire asmıştır. Bir Adam Yaratmak oyunu Hüsrev'in bu piyesiyle ilgili röportaj yapmak için arkadaşı gazete patronu Şeref'in gönderdiği bir gazeteciyle yaptığı konuşma ile başlar;
hüsrev: babası kendisini bir incir dalına asmıştı.
gazeteci: nitekim o da kendisini bir incir dalına asıyor.
gazeteci ile yapılan röportajın ilerleyen bölümlerinde gazeteci Hüsrev'e yazdığı oyunla hayatı arasındaki benzerliği ima eden sorular sorar. Hüsrev bu soruları "mahremin cazibesini duyan" biri olarak cevaplamayı reddeder ve nazikçe gazeteciyi gönderir. gazeteci giderken Husrev'in görmeyeceği bir biçimde Husrev'in babasıyla ilgili mazisini, babasının nasıl öldüğünü öğrenmek için annesi Ulviye'ye sorular sorar. annesi de Hüsrev'in babasının gerçek yaşamda da kendini incire asarak intihar ettiği gerçeğini anlatır. Hüsrev bunu öğrendiğinde çok kızıyorsa da iş işten geçmiş, gazeteciye mahrem bilgiler verilmiştir. sahne Hüsrev'in yanına en yakın arkadaşı Mansur'un, ardından gazete patronu Şeref, onun karısı ve Hüsrev'in eski metresi -değişen ruh hali sebebiyle Hüsrev artık onu sevmemekte fakat Zeynep'in hisleri devam etmektedir- Zeynep gelir. annesi Ulviye ve Hüsrev ile daha sonra gizliden gizliye birbirlerini sevdiği anlaşılan Selma da ve Hüsrev'in deli doktoru arkadaşı Nevzat da oradadır. konuşma konusu yine Hüsrev'in piyesidir. Zeynep oyundaki kazara vurma sahnesinin inandırıcı olmadığını söyler. Hüsrev bunun aksini ispat için pskiyatrist Nevzat'ın belindeki silahını çekerek o sahnenin inandırıcılığını ispat için temsiline girişir. Önce silahtaki kurşunları boşaltır ve oyununun o sahnesini anlatmaya başlar.
"çocuk silahtaki kurşunları boşaltmış fakat bir sebeple, tutukluk vs ile bir kurşun içeride kalmıştır. ve orada duran annesine doğru iken silah yanlışlıkta ateş alır",
mealinde bir şeyler söylediği anda silah gerçekten ateşlenir ve odadaki Selma yere düşer ve sahne kapanır. oyunda yazdıklarını yaşamaya başlayan Hüsrev yavaş yavaş dengesini yitirmeye her an ölümü düşünmeye başlar. oyun bu olayla birlikte gazetesi için haber almak isteyen Şeref, Hüsrev'i kendi kliniğine yatırıp reklam yapmayı hedefleyen Nevzat'ın gerçek yüzünü görmeye başlamasıyla ilerler. bu süre içinde tek güvendiği ve bu güveni boşa çıkarmayan kişi Mansur'dur. Selma'nın ölümünden sonra günlüğünü kocası sayesinde ele geçiren Zeynep eve gelip Hüsrev' le konuşmaya başlar, onu geri kazanmaya çalışır. Hüsrev Zeynep'i istememektedir;
Hüsrev: sana bir borcum mu var?
Zeynep: yok.
Hüsrev: farzet ki var, çalma bir alacaklı gibi kapımı. sıyrıl, çözül benden,
diyerek kendinden uzaklaştırmaya çalışır. bu tavrı haklıdır.çünkü Hüsrev'e göre Zeynep " tabii isteklerini sıhhatle duyan biridir " , Hüsrev ise dünyaya dönük bir yaşam yaşamamaktadır. bu konuşma gerçekleşirken Şeref gelir ve Zeynep evdeki büyükçe perdenin arkasına saklanır. Zeynep'in orada olduğunu bilmeyen Şeref Hüsrev'le konuşmaya başlar. Hüsrev yazdığı haberler sebebiyle ona kızgındır.Onu bir "kefen hırsızı" olarak görmektedir. Şeref bu haberleri bir gazete patronu olarak yapmasının çok normal olduğu mealinde birşeyler söyler. Hüsrev'de "benzer özel şeyler haber değeri taşısa ve sizinle ilgili olsa yayınlar mısınız?" dediğinde "evet" cevabını verir Şeref. Bunun üzerine Hüsrev perdenin ardından Zeynep'i çekerek "karınız metresimdir,bunu da yazın" der ve sahne kapanır. "gözünden bir takım perdeler kalkan" Hüsrev herkesin kendisiyle çıkar ilişkisi kurduğunu düşünür ve bu düşüncesinde haklıdır. herkesten uzaklaşıp 24 saat ölümle meşguldür. oyunun sonuna doğru babasının özel bir yazısını bulur.
"ölüme ilaç ölümdür" yazmıştır babası. bir adam yaratmaya kalkan Hüsrev'in Allah'ın varlığına inanmasıyla devam eden oyunda Hüsrev
"ben sanatı hayattan başka birşey sanıyordum. orada kulluktan çıkıyor gibiydim[...]ne yaptım? bir hududu zorladım. kendimden kaçmak isterken kendime rast geldim. [...]körlüğü zedeledim. şimdi görünen şeye nasıl bakarım.[...]meğer kul olduğumu anlamak için Allah'lık taslamalıymışım. yaratıldığımı anlamak için bir adam yaratmaya kalkmalıymışım" şeklinde sorgulamalara devam eder. annesi Ulviye Hüsrev'in delirdiğini düşünmesi ve babası gibi kendisini de asmasından ötürü endişesi sebebiyle bahçesindeki incir ağacını kestirir. bunu öğrenen Hüsrev bir başka "kefen hırsızı" Nevzat'ın kliniğinde yatmaya razı olur ve klinikten kendisini almaya gelen hasta bakıcıların kolunda annesine bakarak "ne yapayım. kestiniz incir ağacını "der ve oyun biter.
2002 yılında Mahmut Gökgöz tarafından sahneye konan oyun Hüsrev'in orjinal metinde olan ve kadere inanması, Allah'ın varlığını bulmasıyla ilgili bir çok bölüm çıkarılmış, Mahmut Gökgöz oyunu bir nevi iğdiş etmiştir. iyi bir dekora sahip olan oyunda sahnede bir incir ağacı da mevcuttur fakat ıkı katlı bır yalıda geçen oyundaki ikinci kat 2002'de sahneye konan oyunda yoktur. büyük bölümünün çıkarılmasıyla bile oyun olağan üstü olma niteliğini kaybetmemiştir.
edit: yukarıdaki tırnak içinde verilen ifadeler bu satırların sahibi yani benim aklımda kaldığı ölçüde fakat aslına son derece uygun biçimde verilmiştir. sadece eser yanımda bulunmadığından doğruluğunu kontrol etme şansım şu an için bulunmamaktadır.
söyledikleri ve söyleyiş şekliyle bir başyapıttır. siyasi açmazları bulunan ve taraf olan kişiler beğenmezler ve kötülerler, aynı şekilde siyasi açmazları bulunan ve taraf olan diğer kişiler kutsarlar oysa gerek yoktur bunlara. yüksek sanatın olduğu yerde siyasi görüşün esamesi okunmaz.
varoluşla alakalı en derin eserlerdendir dünya üzerindeki. tabi siyasi amaçla tiyatroda sunulması sesinden bir şeylerin yitirilmesine neden olmuştur. oyunu necip fazıl ın diye sahneleten şehir tiyatroları oyunun niteiğinden habersiz olduğundan oyunu iki saate indirmiş ve oyun bütün gücünü yitirmiştir.
vakti zamanında bu oyunu kimlerin sergilediği ve ne tepki aldığı biraz araştırılırsa görülecektir.
türk tiyatrosunun bir başyapıtı olmayıp herhangi bir tiyatro oyunudur. yakın tarihte şehir tiyatroları'nda sahnelenmesi ise ayrı bir hikayedir. belediye yönetimince siyasi baskılarla sahnelenmiştir bu oyun. bu ve bunun gibi oyunların sahnelendiği dönemde şehir tiyatroları genel sanat yönetmeni şükrü türen görevinden alınmış ve şehir tiyatroları siyasi bir bataklığın içine sokulmuştur. aynı tiyatro daha sonradan mazlum kiper ile biraz olsun kendine gelse de geçen sezon sonunda eski genel sanat yönetmeni görevine geri dönmüştür. gelecek seneler muallak.