öyle vinçlerle ve büyük büyük kamyonlarla değil. hatta, onlarca işçi kiralayıp da paldır küldür taşımalarını izleyip onlara emretmekle de değil. "Aman arkadaşım, o biblolar ilk yılımızın anısına alınmıştı. dikkat et kırılmasınlar. aman hocam lütfen biraz daha yumuşak davranın o çerçeve ve içindeki fotoğraf ilk randevumuzun tek somut kanıtı" diyememenin acısıdır.
tek kişilik bir savaştır bu. düşmanın da kendinsindir, dostun da. ve, en kötü tarafı, savaş alanı yüreğindir. kanlardan bakılmaz olunur bazen. bazense ıssızlığın orta yeridir. sessizlik kulak zarlarını zorlar. uğuldar her şey. bir melodi çok tanıdık gelir, karanlık sokaklarda tek başına yürünülürken. ilk dans edilen şarkıdır bu. beyoğlu'nun arka sokaklarındaki bir bardan gelir. içeriden küfürler de gelir. konsmatrislerin pezevenklere ettiği küfürler. sen ise sadece o şarkıyı duyarsın. o muhteşem gece, dans ederken o'nunla, ayaklarına basmamak için dikkat ettiğin o gece hayatınızın fon müziği olan şarkıdır bu.
koşar adımlarla uzaklaşırsın o ara sokaktan. ne ağır bir yüktür bu. ve, ne büyük bir yıkım. en aşağılardan sesler duyarsın. yıkılan bir aşkın enkazı altında kalmış olan hayallerin sesleridir bunlar. bir bebeğin ağlamasını anımsatır. gerçekleşemeyecekleri için can veren hayallerdir bunlar. her biri acı çekerek can verirken banyoya koşulur. çırılçıplak bir şekilde eller duvara yaslanıp su açılır. tepeden aşağı inerken buz gibi su ağlanılır. gözleri kırpmadan. ve yüzün şeklini bozmadan. suya karışır gözyaşları. doyana kadar ağlanılır.
yorgun argın bir hastane odasında açılır gözler. o kadar ağır ve yorucu bir görev üstlenilmiştir ki, o kadar yorucu ve zorlu bir eylemmiş ki bir aşkın enkazını kaldırmak, yoğun bakıma alınmıştır ruh. sol tarafta onlarca cihaz vardır. sağ tarafta ise anne!
dudaklar açılıp bir şey söylenmek istenir anneye. belki, "seni çok seviyorum" cümlesi. belki de "özür dilerim."
dillendirilemez hiçbir şey. insan olmanın ne kadar zor bir zanaat ve sanat olduğu kabul edilir o hastane odasında. çıkılmak istenmez dışarıya. dünyaya. hayatı yaşamaktan korkulur. onun içindir ki, "anne" denilir sessizce. o melek de size yaklaştığınızda tek bir ricada bulunulur:
soğuk havanın en acımasız olduğu gecelerden biriydi.. battaniyeyi dizlerimize, karanlığı üstümüze örtüp birlikte ilkdefa şarkılar söylemiştik.. sobadan yansıyan ışıklar tavanda bize bişeyler anlatırken, biz birbirimzie dokunmaktan ne çok ürkmüştük.. şarkılarımız giderek sadece sese, sesimiz sadece sesin çıktığı dudaklara, dudaklarımızsa kıvranan sancılara dönüşmüştü.. titreyen kirpiklerin için bir beste yaparken aklımdan, sen denizin kumsalı yalaması gibi öpüvermiştin beni burnumun ucundan.. ve bir çığın bir köyün üstüne inişi kadar ölümcül bir iniş yapmıştı dudakların dudaklarıma.. soba, soğuk hava, battaniye, şarkılar, odanın duvarları bile olan şeyi anlamış gibi ateşböceklerine seslenip susturmuşlardı hepsini. sonradan farkettik.. bir kış gecesi ateşböceklerinin sesini duyan ilk kişilerdik.. bizim için yaz; o öpücükle başlamış, aynı öpücükle sona ermişti.. şimdi her bahar yaz gelecek diye benim ödüm kopuyor..
altında kaldığın aşkın değil hatıraların enkazıdır aslında..
birsürü planların vardır onunla bir geleceğe dair. hepsi yarım kalmıştır yada hiç başlanmamış.. toparlanmaya çalışırsın yeni planlar kurmaya, onsuzluğa alışmaya çalışırsın ama her kalkışta enkazdan bir parça daha düşer üzerine yeniden yaralanırsın.. küfürler savurursun yanlızlığa..
--spoiler--
aslında çıkarmışsınızdır onu artık hayatınızdan ve aklınızdan. bilirsiniz yaşanan güzel günlerin, harika gecelerin, unutulmaz anıların çook geride kaldığını, tıpkı onun gibi. önceleri "baş tacı" olanın, artık bir yerde gördüğünüzde "nasılsın, hayat nasıl gidiyor?" olması çok da üzmez aslında sizi.
artık o da sizi, sizin onu unuttuğunuz gibi unutmuştur. zaman ikinize de farklı hayatlar, tatlar, mekanlar, insanlar sunmuştur. arada bir aklınıza "acaba iyi mi?" diye, son derece arkadaşca takılır. "o kendine iyi bakmasını bilir" dersiniz, "iyi dilekler" sunar, devam edersiniz hayatınıza.
ama hayattan payınıza düşen puştluğu elbet alacaksınız ya...
gecenin 1:30' unda çalan telefondaki ses, o'nun artık olmadığını söyler. pek anlam veremzsiniz önce. "hasstır lan, sıçarım şakana gece gece" diye çıkışırsınız arkadaşınıza. ağladığını duyunca, aslında olayların ne kadar gerçek, hayatın ne kadar acımasız olduğunu anlarsınız, gencecik yaşınızda...
tekrar aklınıza gelir o yaşanan güzel günler, harika geceler, unutulmaz anılar...
yeni hayatınızda, eskiyi hatırlarsınız, özlersiniz onu...
tekrar inanamazsınız, ararsınız, ulaşılamaz telefonuna...
özlersiniz, belki de o an sevdiğiniz insandan çok o'nu...
bilirsiniz, yok artık o...
bilirsiniz dönmeyeceğini, n'olur gel diye yalvarırken...
özlersiniz sadece, özlersiniz...
dön, ne olur...
11 saat sonra gelen gözü yaşlı edit: boşver "melek"im, burası çok çirkin, çok pis. tertemiz bulutların üzerinde koşturmalısın sen artık, buradan koparılmak; ödüldü belki de senin için...
şimdi sen orada oturuyorsun ya..ve aramızda bir masa bir kaç da sandalye var ya..akşam olmak üzere ve pencerelerde aralık kalmış ya.. içimi ürperten birşeyler var ya..anlatamıyorum sanırım.. diyorum ki; tenini görebildiğim tek noktan boynun ve omuzbitimin arasındaki o kızıla yakın yer ama ben sanki uyluklarını da, kasıklarındaki kemikleri de, titreyen göğüslerini de, dizkapaklarının ardındaki gamzeleri de görebiliyorum.. ve içimi en çok birtürlü görmeyi, gözümün önüne getirmeyi beceremediğim sırtın ürpertiyor.. biliyorum uykusuzsun iki gecedir.. biliyorsun ağır bir gribi yeni atlattım ben de.. ve biliyoruz ki dokunmamalıyız tenlerimize..bu büyük bir yangının başlangıcı olabilir.. içim ürperiyor.. bahar belki şimdi başlıyor ikimiz için..cemre belki odamızın tam ortasında biryerde.. içim üşüyor.. sırtın kamaşıyor.. göremesem de titriyorum sırtının ortasındaki çukura benzer çizgiye çarpınca düşlerim..
güneş batmak üzere sevgilim.. aramızda şimdi bir masa, birkaç da sandalye var. ve içimde büyüyen dokunma isteği giderek dayanılmaz bir hale bürünüyor. aramızdaki bütün duvarlar titriyor en az içimin titrediği kadar. ve ne yazık ki senin ölüm yıldönümün bugün.. aramızda bir mezar, bir kara tabut, binlerce selvi var..ve hiç gelmeyecek bir yaz var..üstadın dediği gibi ayrılığımızın kışı başlıyor sevgilim. sırtında gezinen solucanlar var.. göğüslerinde emzirdiğin başka ölü aşıklar var..şimdi sen orada çürürken sevgilim; içim ürperiyor.. ve seni yıllar öncekinden daha çok istiyor tenim.. ve kokun daha bir sarhoş ediyor düşüncelerimi. seni çok istiyorum sevgilim.. ve aklımdan çıkaramadığım bir şey daha var; sen de orada üşüyor musun, senin de için ürperiyor mu sevgilim...
bu işte çok usta olunmadığı sürece denenmemelidir. usta olmak için de geçmişte epey bir yıkıma uğramak gerektiği için bu ihtimal gözardı edilerek şu söylenebilir ki; enkazı kaldırırken yapılan en ufak bir hata kalıntıların üzerinize devrilip enkazdaki yerinizi sağlamlaştıracağından bırakın sizinle yaşasın enkazlarınız, yanınızda kalsın. hayatta yeni bir yere, gönlünüz aşkta yeni bir yere yerleştiğinde o enkaz artık size acı veren bir yıkıntı olmaktan çıkıp hatırladıkça tebessüm edip yanınızdakine sıkı sıkı sarılmanızı sağlayacak bir anı olarak kalacaktır.
alışkanlıktı bu aşk. ruhumun en sonsuz bağımlılığıydın sen. en çokda bu yüzden kalbimi kanatsan da ruhum ayrılmadı ve ayaklarıma hükmedip beni hep yanına götürdü , ellerime hükmedip hep sana dokundu ve dudaklarıma hükmedip hep sana aşkımı haykırdı. sen ne yaptın? beni ve emeklerimi , hatıraları , onca güzel zamanı yırtıp attın. oysa daha 5gün öncesiydi canım benim , çok güzelsin deyişin. sen bunları sık söylemezsin bilirim , yalnızca içinden gelince dökülür dudaklarından , yalnızca içinden geliyorsa o günkü gibi sarar kolların sımsıkı , yalnızca içinden gelirse gece üşütmez tenin ve her uyandığımda senin üstün açık benimki sımsıkı örtülü olur gece yarısı.
şimdi bu evde senden kalanlara başbaşayız. aldığın kazak sımsıkı sarılmıyor,resimlerin "canım benim" demiyor, t-shirtün gece üstümü örtmüyor ve sen benden çok uzakta , kimbilir hangi gün hangi aşka adım atacaksın , kimlere söyleyeceksin bunları ve kim yatacak yanında , kalbinde.
hiçbir enkaza benzemez bu yıkım. taşıdığınız yük bir fincan türk kahvesidir , fincana baksanız kahve dökülür , yere dökülenlere baksanız kalbiniz sökülür... iyisi mi varın gdin yeni binalar yapmaya
ordan da bi şişe passiflora verin bana....