bir kemalettin kamu şiiri; (bakmayınız; film afişi sözü gibi giriş yapmak)
Daha deniz görmemiş bir çoban çocuğuyum
Bu dağların eskiden aşinasıdır soyum
Bekçileri gibiyiz ebenced buraların
Bu tenha derelerin, bu vahşi kayaların
Görmediği gün yoktur sürü peşinde bizi
Her gün aynı pınardan doldurur destimizi
Kırlara açılırız çıngıraklarımızla.
Okuma yok, yazma yok, bilmeyiz eski yeni
Kuzular bize söyler yılların geçtiğini
Arzu, başlarımızdan yıldızlar gibi yüksek
Önümüzde bir sürü, yanımızda bir köpek
Dolaştırıp dururuz aynı daüssılayı
Her adım uyandırır acı bir hatırayı!
Anam bir yaz gecesi doğurmuş beni burda
Bu çamlıkta söylemiş son sözlerini babam
Şu karşıki bayırda verdim kuzuyu kurda
"Suna"mın başka köye gelin gittiği akşam.
Gün biter, sürü yatar ve sararsan bir ayla
Çoban hicranlarını basar bağrına yayla
Kuru bir yaprak gibi kalbini eline al
Diye hıçkırır kaval.
Bir çoban parçasısın, olmasan bile koyun
Daima eğeceksin başkalarına boyun
Hülyana karışmasın ne şehir, ne de çarşı
Yamaçlarda her aksam batan güneşe karşı
Uçan kuşları düşün, geçen kervanları an
Madem ki kara bahtın adını koydu çoban!
Nasıl yaşadığından, ne içip yediğinden
Çıngırak seslerinin dağlara dediğinden
Anlattı uzun uzun.
Şehrin uğultusundan usanmış ruhumuzun
Nadir duyabildiği taze bir heyecanla
Karıştım o gün bugün bu zavallı çobanla
Bingöl yaylalarının mavi dumanlarına
Gönlümü yayla yaptım Bingöl çobanlarına.
şiiri tahlil edecek olursak; "niye edelim" demeyelim bir şiiri okumaktan çok şairi anlamaktır gerçek olan.
kemalettin kamu çobanı dile getirmiş onun duygularına ağız olmuştur:
"Daha deniz görmemiş bir çoban çocuğuyum
Bu dağların eskiden aşinasıdır soyum
Bekçileri gibiyiz ebenced* buraların
Bu tenha derelerin, bu vahşi kayaların
Görmediği gün yoktur sürü peşinde bizi
Her gün aynı pınardan doldurur destimizi
Kırlara açılırız çıngıraklarımızla."
diye başlamış şair. deniz görmenin ne önemi vardır? denizin olduğu şehirler, ticari açıdan gelişmiştir. deniz; medeniyetin simgesidir. dolayısıyla çobanın, medeniyetin ne olduğuna dair fikri yoktur. rahat yaşam nedir, gelişmişlik nedir bilmez çoban. eskiden beri aşinası olmasının nedeni soyu, babası, dedesi de onun gibidir. ferdi duyguarı bir kenara bırakmıştır. onlar ailecek dağların içinde unutulmuşlardır. doğa onlara karşı acımasızdır bunu doğayı vahşi olarak nitelemesinden anlıyoruz. ve günleri sıradandır onların. aynı pınardan su doldurup içer, günlerini geçirirler. bu kısımda sadece kendisinde değil onun gibi aynı mesleği yapan diğer çobanları, orada yaşayan insanları da anlatmıştır.
"Okuma yok, yazma yok, bilmeyiz eski yeni
Kuzular bize söyler yılların geçtiğini"
eğitim imkanının olmadığını vurgular yazar. "biz" zamirini kullanma nedeni; tüm anadolu insanının durumunu vermesindendir. kuzular baharda doğar. tekrar bahar geldiğini, takvimle anlamaz onlar. onların hayatında medeniyete ait bir unsur yoktur. bir yılın geçişini kuzulama mevsiminin gelmesinden anlıyorlar.
"Arzu, başlarımızdan yıldızlar gibi yüksek
Önümüzde bir sürü, yanımızda bir köpek
Dolaştırıp dururuz aynı daüssılayı*
Her adım uyandırır acı bir hatırayı!"
bu kısımda ahmet haşim'in etkisi yüksektir. onların da arzuları var ama bunlar erişilmez yıldızlar gibi uzak gelir onlara. olması imkansız gibidir onlara göre. sıla hasreti yaşar, vatanında memleketinde, evine yakın olmasına rağmen. bunu nedeni kırlarda yaşadığından evine gidemiyor. evinin yakınında ama evinden uzaktır. her gzediği yerde bir hatıra ile karşılaşır ama tüm anıları acıdır. bunu bir sonraki bölümde anlatmaya başlar:
"Anam bir yaz gecesi doğurmuş beni burda
Bu çamlıkta söylemiş son sözlerini babam
Şu karşıki bayırda verdim kuzuyu kurda
"Suna"mın başka köye gelin gittiği akşam."
doğduğu günü ve babasının öldüğü günü acı bakımından eşit tutar. ona göre doğumu başlı başına acıların başlamasına neden olan şeydir. talihi kabul eder ama isyan etmekten kendini alamıyor. bir çoban olarak mesleğinde yapmaması gereken hatayı yapmış kuzuyu kurda kaptırmıştır. hatadır çünkü o kuzular ona ait değildir. o sadece bir çobandır. mazereti vardır o da; suna başka bir köye gelin gitmiştir. bu doğumu kadar acıdır.
"Gün biter, sürü yatar ve sararan bir ayla
Çoban hicranlarını basar bağrına yayla
Kuru bir yaprak gibi kalbini eline al
Diye hıçkırır kaval."
yine ahmet haşim imajı görülür. ay, sarı renk , hicran...
günü tamamlamıştır., sürünün başındadır. bu ayrılığı yayla gibi bağrına basar. "yayla gibi" terimi şunu anlatır: yayla büyük, serin, geniş ve sığınaktır. bu acı duygular o kadar büyüktür ki çoban yayla gibi hepsini bağrına basmıştır. kaval çalamaya başlar ve melodiler ona şunu söyler: "kendi duygularını iyice değerlendir, hayattan ne bekliyorsun?" kalbini bir kuru yaprak gibi eline almak ise; kuru yaprak nasıl ki ele alıp sıkıldığında paramparça olur kalbinde öyle olacaktır.
"Bir çoban parçasısın, olmasan bile koyun
Daima eğeceksin başkalarına boyun
Hülyana karışmasın ne şehir, ne de çarşı
Yamaçlarda her aksam batan güneşe karşı
Uçan kuşları düşün, geçen kervanları an
Madem ki kara bahtın adını koydu çoban!"
duygularına söz geçiremediğinde şunları düşünür: kadere karşı gelmemeliyim, kaderimde bunlar varsa çekmeliyim. aklıma medeniyeti, şehri getirmeyip sadece o hayal ettiğim yerlere gidecek kuşlara, kervanlara bakabilirim ama asla oraya ulaşamam. kaderine boyun eğme temi işlenmiştir.
buraya kadar çobanın duygularını şair anlattı buradan sonra şair kendi düşüncelerini söyler:
"Nasıl yaşadığından, ne içip yediğinden
Çıngırak seslerinin dağlara dediğinden
Anlattı uzun uzun.
Şehrin uğultusundan usanmış ruhumuzun
Nadir duyabildiği taze bir heyecanla
Karıştım o gün bugün bu zavallı çobanla
Bingöl yaylalarının mavi dumanlarına
Gönlümü yayla yaptım Bingöl çobanlarına. "
çoban nasıl yaşadığını, çıngırak seslerinin dağa dediklerini uzunca anlatmıştır. ve yazar bu satırları yazdığı günde beri kendini çoban gibi hisseder. halk- aydın kaynaşmasını anlatır. çoban halkın, şair aydının temsilcisi olmuştur bu şiirde. yayla nasıl genişse , yazarda gönlüne çobanın acısını, kaderini almıştır. onunla bütün olmuştur. geniş zaman kullanma nedeni ise; çobanın değişmeyen, değişmeyecek olan hayatıdır.