'ben çekik gözlünün filmini sevmem arkadaş' diyen biri olarak zamanında hayran kaldığım, son derece özgün bir konuya sahip olan filmdir. hele bir afişi vardır al duvara as.
susarak aşkı anlatabilen film. esas oğlanın kıza dinlettiği şarkı ise sözlerini anlamadan ağlatabilen sadece 'şarkı' olarak adlandırmanın az kalacağı duygu baloncuğu gibi bir şey. filmin son sahnelerini tanımlamak için yarım saattir kasıyorum ama aklıma gelen tek tamlama 'hüzün dolu mutluluk' oluyor. izlenesi film.
jenerikteki heykele doğru atılan topun önündeki file güzelliğin korunmasını temsil eder, bununla alakalı olarak ana karakterin golf topunu delmesi ve vurması, topun da bağlı olduğu nesnenin etrafında dönmesi şiddetin kontrol altında tutulmasını temsil eder, kızın topun önüne geçtiği zaman erkeğin vurmaması, sonunda vurması ve topun ipi koparıp yoldan geçen bir arabadaki bir kadının başına isabet etmesi kontrol edilemeyen şiddetin oluşturabileceği sınırsız kötü sonuçları anlatır.
erkeğin bir eve girince önce yemek yiyip temizlenmesi, sonrda evi düzeltmesi ve kendi fotoğrafını ev sahiplerinin fotoğrafıyla çekmesi, hapiste hayali bir topa vurması, bu hayal yüzünden biriyle kavga etmesi, kızın evine döndüğünde arap müziği çalması, dayak yerken gülmesi, gardiyanın orda olduğunu bilse de ona hayalet demesi ve filmin sonunda kız ve erkeğin tartıya beraber çıkmasına karşılık tartının 0 ı göstermesi, tasavvuf felsefesindeki ruh-beden bütünlüğü, bedenin acı çekerek ruha odaklanması gibi konuları anlatır.
kim ki duk filmlerini izlemeye başlamak için çok doğru bir seçim olduğunu düşündüğüm, insana kendihayatını çok kalabalık ve derinliksiz hissettiren film.
hayatım boyunca izlediğim en enteresan film. bunda kuşkum yok. kuşkum aşkta benim.
ruhuma kuşku duyuyorum haliyle aşka. ve nasıl oluyor da bir film, bir koreli beni salak sersem ediveriyor.
ben ki tek başımayken susmayan biri bu sessizlikte kendimle demlenebiliyorum.
ben ki sevgilimleyken susmayan biri, nasıl oluyor da onun hayali ile kendi sessizliğimle kendimden geçiyorum.
şibumi'yi andım filmde. bir daha okumalıyım.
taşınmayı özlediğimi farkettim filmde. bu ara yeniden başka pencerelerden bakmalıyım sokaklara.
sanat böyle bir şey demek ki. elin korelisinin filmini dublajsız altyazısız izleyip mest olabilmek demek ki sinema. ve elbet gafsa.
izlenebilecek en hoş aşk filmlerinden biri. uzakdoğu sinemasının yüz akı kim ki-duk'un yönetmenliğini yaptığı, neredeyse diyalogsuz devam eden, izleyiciyi sıkmayan, sonuna kadar merakla izlenen ve "vay be ne aşk ama.." diye iç geçirten masalsı film.
sinema nedir sorusunun karşılığı olan ve sinemanın daha çok replikle değil de görüntüyle ilgili bir sanat olduğunu vurgulayan muhteşem yapıt. gerçekten sinemayı edebiyatta ayıran şey görselliktir. sinemada görsellik üst düzeyde olmalıdır ve bu film bunu başarabilmiştir.
"az şeyle çok şey anlatma" felsefesini benimsemiş usta yönetmen kim ki duk'un özgün tarzını konuşturmuş olduğu gösterişten uzak ve saf, 2004 yapımı bir güney kore filmi.
bu filmde film boyunca başrol oyuncularının ağzından tek bir kelime bile duymuyorsunuz. film izlenmeden "konuşmasız film mi olur, çok sıkıcıdır ya bu" diye düşündürtüyor. halbuki sessizlik filme öyle bir hava katıyor ki sanki oyuncular tek bir kelime etse filmin bütün ihtişamı ve büyüsü bozulacakmış gibi hissediyorsunuz. oyunculuk ise çok fazla kelimenin anlamsız, bakışların ise herşey demek olduğunu açıkça gösteriyor. filmin en güzel sahnesi ise şüphesiz en son sahne: kızın ve erkeğin birlikte tartıya çıkmaları ve ibrenin 0'ı göstermesi. tek bir kare tüm filmi özetlemeye fazlasıyla yetiyor. kesinlikle ayakta alkışlanası bir sanat eseri.
yeni yeni özgün şeyler üretmeye başlayan hollywood'un kim ki duk'a yetişebilmesi için daha çok fırın ekmek yemesi gerekiyor gibi sanki.
içerisinde geçen iki-üç cümleye rağmen en umulmadık kişilere bile kendisini izlettirebilen , iki sevgilinin baskülün üzerindeyken ''hiç''lik ağırlığında olmasını zihinlere ustalıkla nakşeden ''Gafsa'' olmasaydı bu film eksik kalırdı denilen ve ille de izlenilmesi gereken bir eser..
izlenilmezse ne olur?!..izlenildiğinde hissedilecek o derinlik duygusu hiç yaşantılanmamış olur...
Eksik midir bu?...Lunaparktaki oyuncaklara hiç binmemiş olmadan da ömür geçer doğrusu...
Nihayetinde devinimsel bir şey olan sevgiyi,dinginliğin içinde betimlemek sanattır.Ve çok az sanatçı "sevme" yi Kim ki Duk'un Boş Ev'indeki kadar lirik anlatmayı başarabilmiştir.
kim ki duk la beni tanıştıran film. şahane bir film. film boyunca kahramanların hiç konuşmaması, buna rağmen filmin sizi sıkmadan akıp gitmesi ise daha da ilgi çekici ve değerli kılıyor filmi.
ha unutmadan, bu basligin altina entry girip de eternal sunshine of the spotless mind basligina entry girmeyen erkeklerin cuku dusuyormus, kizlarin seluliti oluyormus. benden soylemesi.