gayet hüzünlü bir hikaye ama mantık dışı şeylerde var tabi. adamın bir kaç kez birlikte olduğu kadını unutması gibi. ve kadının bu adama kör kütük aşık olması gibi hemde tüm ömrü boyunca, onu hatırlama zahmetinde bulunmayan bir adama. Gerçi bunlarda olmasa okuduğumuzdan tat almazdık klasik bir aşk acısı hikayesi olurdu. https://galeri.uludagsozluk.com/r/1719019/+
--spoiler--
esas kızımızın, mektupta, kendini para için sattığını söylediği kısımda inanılmaz bir sinirle allah senin belanı versin diye kitabı fırlatmıştım. sonra durup düşündüm ve ablamızın zerre kadar suçlu olmadığını fark ettim.
o zaman "r" bey amca suçlu olmalıydı, öyle ya kızı buna mahkum etmişti. tekrar düşününce r'nin de etrafta olup bitenlerden en fazla bir bebek kadar haberdar olduğuna kanaat getirdim.
ortada bir öfke yumağı ile baş başa kalmıştım ama buna sebep olanı bir türlü bulamıyordum.
sonra farkına vardım, suçlu olan insanlar değil hayatın kendisiydi.
--spoiler--
stefan zweig tarafından aşık bir kadının ağzından yazılmış bir mektup. mektup, "sana, beni asla tanımamış sana" cümlesiyle başlıyor ve daha bu noktada insanın içine hüzünlü bir sis bulutu yerleşiyor. bir kadının kendinden yaşça büyük ve ondan asla haberi olmayan bir adama olan saplantılı aşkını ve sonunda hazin son olan intiharını yine bu kadının ağzından anlatıyor. bu his o kadar ilmek ilmek, o kadar tane tane ve o kadar duyguyla işlenmiş ki mektuba, okurken ağladığımı bilirim. kadının çokça kez adamla karşı karşıya gelişi, adamın bunu asla fark etmemesi ve her seferinde kadını farklı biri olarak görmesi, her doğum gününde kadının adam için gönderdiği özel bir hediye. o kadar dokunaklı ki... kadın o kadar sevmiş ki adamı, ikisinin olan çocuğunu bile, sırf kuşkusu olmasın diye söylememeyi tercih etmiş. adamın hayatını etkileyecek ya da sırf çocuk yüzünden isteksiz bir şekilde kadının yanında kalmaması için, ki bu inanılmaz onur kırıcı ve üzücü bir şey gerçekten seven bir kadın için, adamın, o delicesine aşık olduğu adamın, kafasını karıştıracak bir şey yapmamak için kendini hiçe sayma fedakarlığında bulunmuş, bir adamın kaleminden böylesine bir mektup, ki bu bir kadının ağzından yazılmış, inanılmaz etkileyici.
bittikten sonra kadına ve aşkına o kadar saygı duydum ki, aşkından ölecek olsa bile, ki bunun için intiharı bile göze almış, kendine saklamayı ve bir şekilde kalbinin parçalanışını sindirebilmiş zor da olsa.
keşke kitabın sonunda kendisine mektup yazılan bu adamın, mektubu okuduktan sonraki o anlık duygu halini, belki pişmanlığını, belki hüznünü de okuyabilseydik.
"bu korkunç saatlerde seninle konuşmayıp kiminle konuşabilirim, benim için her şey olmuş ve şimdi de her şey olan seninle! belki de çok açık konuşamıyorumdur, belki de beni anlamıyorsundur. fakat bütün gücümü toplamak istiyorum, bir defa, sadece bu defa seninle konuşabilmek için, seninle sevgilim, sen ki, beni asla tanımadın."
Geçen güne kadar Kitaplığımda uzun zamandır duran ve bir türlü elime gelmeyen kitaptı. Bir kitap bakmak için sürekli gittiğim kitapçıya girdim. Görevliyle kitapları konuşuyorduk iyi de sohbetimiz olmuştu. Bana bu kitabı gösterip okuyup okumadığımı sordu. Aldım duruyor dedim. Bence biraz sinirin bozulacak okuyunca deyip güldü. neden diye sorduğumda bir kadın bu kadar mı ezik gösterir kendini, karakteri fazlaca güçsüz bence dedi. Anlam veremedim ancak okuyunca farkına vardım. Kadının kendini bu kadar heba edip, hayatını mutsuzlukla devam ettirmesi beni üzüp aynı zamanda kızdırdı.
Onun dışında stefan Zweig’ın kadının iç dünyasını yansıtmasıyla aynı zamanda da bir platoniğin saplantılı hallerini betimlemesiyle yazmış olduğu güzel bir eser.
--spoiler--
Tek solukta okunacak bir kitap zaten 60 küsür sayfa. O yüzden öykü dedim zaten. Kitaptaki kişisel nitelemeler ve olayların anlatılma tarzı (betimleme-öyküleme) o kadar iyi ki, zweig e bir kez daha hayran kalmamak elde değil. Eşsiz ve çaresiz bir aşkın: bir çiçek misali tomurcuklanıp, yeşillenip,açıp-koku yayıp... en son doğaya boyun eğip, solup yok'olması gibi anlatıldığı çarpıcı, sürükleyici ve yer yer yürek burkan güzel bir eser.
--spoiler--
stefan zweig'ın ucuz melodram tadındaki romantik öyküsüdür.
max ophuls öyküyü 1948'de filme almış; louis jourdan ve joan fontaine'in oynadığı film de klasikler arasına girmiştir.
güzel de bir film. ama ilk izlediğimde yedi yaş civarında olmama rağmen öyküdeki tutarsızlık gene de beni rahatsız etmişti.
yani estetik cerrahi ve plastik makyajın olmadığı bir devirde bir adam nasıl olur da bir kaç yılda bir karşılaştığı bir kadını hatırlamaz. sonra yaşadıkları aşkı her defasında unutur.
yani tamam adam çapkın ve popüler. ama aynı zamanda ya ağır geri zekalı ya da alzheimer hastası falan olması lazım.
bir de kadının enayiliği var. bir insan nasıl olur da kendisine mendil kadar değer vermeyen bir adamı onlarca yıl boyu sever.
hadi ilk aşık olduğunda çocuk yaştaydı. zaman içinde insan bir olgunlaşır, kendini geliştirir. moron gibi "aşkım da aşkım" diye kısır döngüye kapılıp kalmaz.
uzun sözün kısası otobiyografik "dünün dünyası" eserini hayranlık ve üzüntüyle okuduğum zweig'ın özellikle de bu öyküsü benim için koca bir hayal kırıklığı olma özelliğini korumaya devam ediyor.
bence bu öykü yeşilçam uyarlaması olan 1973 yapımı siyah gelinlik'le dengini bulmuş. buram buram melodram.
Bana erzurum seyahatimde eşlik etmiş harika bir eser, gerçekten çok iyi yazılmış. ister istemez etkisi altına giriyorsunuz. bir çırpıda okuyup, değişik duygu değişimleri yaşayabiliyorsunuz. duygusal olarak çabuk etkileniyorsanız, bu kitabı yalnız olduğunuz bir ortamda okumanızı tavsiye ederim...
dakikalar içinde okunan muhteşem ötesi bir kitap. ilk okuduğumda yüreğime oturmuştu. bu defa romantizmin dibine vurup var mı böyle aşklar demedim. bir kadının kalbinden bakıp acaba bende böyle sevebilir miyim dedim.
“ Beni ölüm döşeğimden çağırsan bile, kalkıp seninle gitme gücünü toplardım. “
Kitabın tam ve net özeti bu,
Bir insan bu kadar sevilir mi? Bir insan ne kadar sever? Der gibiydi.
"Sen, beni asla, asla tanımayan, bir su birikintisinin yanından geçercesine yanımdan geçip giden, bir taşa basarcasına üstüme basan, hep,ama hep yoluna devam eden ve beni sonsuz bir bekleyiş içerisinde bırakan sen, kimsin ki benim için?"
gibi bir cumleyi icinde bulunduran muhtesem kitap.
Bir adam bir kadinin duygularini bu kadar mi iyi ve akici anlatir? Okurken etkilenmemek elde degil.
aslında toplamda 50-60 sayfa içerisi kelimelerle dolu bir kitap.. ama bakış açısına göre doğrular ve yanlışlar olarak bir çok şeyi tartışılabilir kitap.
böyle seven birisi olabilir mi?
birisi böyle seven bir kadını nasıl görmeyebilir?
umutsuzluk içinde bile sevebilir mi insan?
sevdiği için vazgeçebilir mi bütün herşeyden?
ya da bedeninden, kendinden.. hayatından ve daha başka bir çok şeyden..
"Biliyorum, biliyorum, çocuğum dün öldü -şimdi artık benim için yalnız sen varsın dünyada, yalnızca sen, benimle ilgili hiçbir şey bilmeyen sen, bu arada hiçbir şeyden haberi olmayanı oynayan veya her şeyi ve herkesi alaya alan sen. Evet, yalnızca sen, beni asla tanımamış olan ve hep sevdiğim sen."