Federico Mayor ve Augusto Forti tarafından yazılmış kitap. Bilim ve iktidar'da insanların öykülerine, kültür tarihine ve bu kültürün yaratıcılarının kişisel tecrübelerine başvurularak bilimin, kendisini çeşitli dogmalardan kurtarmak için kat etmek zorunda kaldığı güçlüklerle dolu ve kimi zaman trajik nitelikteki yol anlatılmaktadır. Mehmet Küçük tarafından türkçe'ye çevrilen 194 sayfalık kitap TÜBiTAK Popüler Bilim Kitapları arasındadır.
Bilim ile iktidar arasındaki ilişkiler toplumun örgütlenme tarzını yansıtır. Bu ilişki II .Dünya savaşından sonra daha çok sorgulanmaya başlamıştır. Günümüzdeki durumu yirminci yüzyılın başlangıcındaki durumla karşılaştırdığımızda, genel hatlarıyla bakıldığında eşitsizlikte hem uluslar arasında hem de uluslar içerisinde bir azalma olduğu açıkça görülebilir. Bu noktada bilim olmaksızın asla gerçekleştirilemeyecek bir ilerlemeyle karşı karşıya gelerek bilim ve iktidar arasındaki ilişkiye dönülmektedir.
Bilim ve iktidar'da insanların öykülerine, kültür tarihine ve bu kültürün yaratıcılarının kişisel tecrübelerine başvurularak bilimin, kendisini çeşitli dogmalardan kurtarmak için kat etmek zorunda kaldığı güçlüklerle dolu ve kimi zaman trajik nitelikteki yol anlatılmaktadır. Bilim ve toplum arasındaki ilişkileri geliştirme ihtiyacının yoğun bir biçimde hissedildiği günümüzde elinizdeki küçük kitabın ilgi
çekeceğini umuyoruz...
Bilim ve toplum arasındaki ilişkileri (toplumun iktidar yapısı dahil olmak üzere) geliştirme ihtiyacı daha önceleri asla bu denli güçlü olmamıştı. Geleneksel olarak bizim doğayı sorgulayışımızla ilişkilendirilmekte olan bilim, doğanın anlaşılabilirliğine duyduğumuz inancı ifade eder. A.N. Whitehead'in sözcükleriyle söyleyecek olursak, bilim, "deneyimimizin her bir öğesini yorumlarken başvurabileceğimiz tutarlı, mantıklı, zorunlu bir genel düşünceler sistemi oluş burma" amacını ifade eder.
Gelgelelim, doğa kavramı kültürden kültüre değişir. Japonya'ya 1953 yılında ilk kez gittiğim de, büyük Japon fizikçi Hideki Yukawa ile tanışma onuruna eriştim. Batı geleneğinde çok başarılı bir bilim adamı olarak kabul edilmesine karşın, Yukawa'nın Batılı doğa görüşünü kabul etmediğini öğrenmek bana çok ilginç geldi. Yukawa, Çince de "doğa" teriminin "kendi halinde olan" anlamına geldiğini vurguladı. Bunun tersine, Galileo'dan Einstein'a dek Batı bilimi "doğa yasaları" düşüncesi üzerinde temellenmiştir. Doğa bir anlamda insan aklının keşfedebileceği ve betimleyebileceği belli kuralları izlemek "zorundadır".
Rönesans döneminin Floransalı mimarı ve hümanisti Leon Battista Alberti, 'istedikleri takdir de insanların her şeyi yapabileceğini' iddia ediyordu. Ama insanlar 'her şeyi' nasıl yapabilirler? Bu sorunun yanıtını Francis Bacon verdi:Doğa yasalarına boyun eğerek. Ama doğa yasalarına boyun eğmek, bu yasaların ne olduğunun bilmeyi gerektirir. O tarihten bu yana her şeyi bilme ve her şeye gücü yetme düşünceleri birbiriyle sıkı sıkıya bağlantılı olmayı sürdürdü. Ayrıca, yine o tarihten bu yana, kesinliğe dayanan bu bilimsel modeli topluma da uygulama yönündeki istek çok güçlü hale geldi. August Comte, belirlenimciligin kalesi olan astronomi üzerinde biçimlenen bir toplumsal fizik modeli kurmayı istedi. Bu aynı zamanda John Stuart Mill'in de amacıydı. iktidarın rasyonel bir temeli olacaktı; toplum, denetlenen, evcilleştirilmiş bir doğayı içeren birgörüşün parçası olacaktı. Gelgelelim, bu görüş bizi doğrudan doğruya Huxley, Kundera ve Orwell'in romanlarında karşımıza çıkan kâbuslarla, yani tarihin durduğu, zaman kavramının bulunmadığı şiddet ve terör tarafından bastırılmış bir toplum kâbusuyla buluşturur.
Ama bizler bugün, farklı bir doğa ve, bundan dolayı farklı bir bilim imgesi içeren yeni bir duruma ulaşmış bulunuyoruz. Artık devasa bir saat olarak betimlenen dünya imgesine inanmıyoruz. Kesinliklerin sona erdiğini görüyoruz. Gözlemin tüm düzeylerinde doğanın bir anlatı öğesi taşıdığını keşfettik. ister kozmoloji, ister parçacık fiziği, isterse biyoloji olsun, her yerde istikrarsızlığın ve dalgalanmaların egemen olduğunu keşfettik. Klasik doğa görüşü, iyi tanımlanmış koşullar altında bir sistemin belli bir yol izleyeceği ve parametrelerde yapılacak küçük bir değişikliğin, sonuçlarda da buna benzer bir değişiklik yaratacağı yönündeki düşünceyi üstü kapalı olarak barındırıyordu. Şimdi bu düşüncenin yalnızca basit veya ideal durumlarda geçerli olabileceğini biliyoruz. Genelde sistemlerin doğrusal olmayan yasalar uyarınca çalıştıklarını ve apansız geçişler, durumların çok türlülüğü, kendi kendini örgütleme ve öngörülemezlik biçimleri altında karmaşık davranışlar sergilediklerini fark etmemizin sonucu olarak bakış açımızda kökten bir değişiklik oluşmaya başladı.
içerisinde bulunduğumuz yüzyılın bitmesine az bir süre kala, hem bilimle hem de iktidarla ilintili ideolojilerin krize girdiklerini görüyoruz. Tuhaf bir şekilde, bu kriz, fen bilimleriyle toplum bilimlerini birbirlerine daha da yakınlaştırıyor. Aslında, evrimsel karmaşık sistemlerden hareketle önerilen yeni kavramsal çerçeveler toplum bilimlerine tutarlı bir düşünce kümesi sunuyor. Bu düşünceler şunları içerir: farklı gelecekler, seçenek ve çatallanmalar, tarihe bağımlılık, belirsizlik. Bu düşünceler önümüzdeki yirmi yıl içerisinde insanlığın karşılaşacağı meydan okumaları kavramamız ve karar alıcılara yeni araçlar sunmamız açısından önem taşıyor. Birkaç örnek vermek gerekirse: Çevrenin korunması, ulaşım politikaları ve teknolojiye ilişkin değerlendirmelerimizde denge ve optimizasyon varsayımlarının yer aldığı kısa vadeli tahminlere dayan maktayız. Bu argümanlar aracılığıyla tekrar "toplumsal fizik" ve iktidarın "rasyonel" temeli düşüncelerine vardık. Ama bu genişletilmiş fizik ve onun içerdiği rasyonellik, otuz kırk yıl önce düşünebileceğimizden oldukça farklı yeni bir bi çime bürünmektedir.
Kısaca değinmek istediğim başka konular da var. Bilimin kaydettiği şaşırtıcı ilerleme iktidarın işleyişini de dönüştürmüş bulunuyor. Çok çeşitli iletişim biçimlerinin egemenliğindeki, en formasyon temelli bir toplumun doğumuna tanık olmaktayız. Ama toplumun vardığı bu aşama, zor bir tercihin yapılmasını gerektiriyor. Daha önce, ister çevre isterse tıp alanında olsun, insanlık açısından doğrudan bir öneme sahip sorunlara yönelik bu kadar çok potansiyel uygulamaya rastlanmamıştı. Bundan dolayı uygulamalı bilimlerin daha da öne çıktıkları söylenebilir. Ama temel bilimin, özellikle bugün karmaşık ve öngörülemez olduğunu keşfettiğimiz dünyayla ilişkili olarak, çocukluk döneminde olduğunu unutmamalıyız.
(...)
"Bilimin amacı nedir?" sorusuyla sık sık karşılaşırız. Hiç kimsenin buna verecek yanıtı yok elbet. Ama yine de yirminci yüzyılda yaşanılan tüm dramatik olaylara rağmen iyimser olmayı sürdürdüğümü kanıtlayan kişisel bir ütopyamı sizinle paylaşmak istiyorum. Dünyanın tüm bölgelerinde uygarlığa geçiş, işbölümünün, kast sistemlerinin ve toplumsal eşitsizliğin belirmesiyle eşanlı olarak gerçekleşti. Mısır'daki piramitlerin ya da Çin Seddi'nin inşa edilmesi için kölelerin çalıştırılması zorunluydu. Şiddet, uygarlığın ayrılmaz bir parçası olageldi. Bilim, şiddetin gerekmediği bir uygarlık ütopyasını, eşitsizliğin toplumsal bir zorunluluk olmadığı bir dünya ütopyasını, yaşatmamızı sağlamaktadır. Günümüzdeki durumu yirminci yüzyılın başlangıcındaki durumla karşılaştırdığımızda , genel hatlarıyla bakıldığında eşitsizlikte hem uluslar arasında hem de uluslar içerisinde bir azalma olduğu açıkça görülebilir. Bu noktada bilim olmaksızın asla gerçekleştirilemeyecek bir ilerlemeyle karşı karşıya gelerek tekrar bilim ve iktidar arasındaki ilişkiye dönüyoruz. Bilim ve iktidar arasındaki ilişki, geleceğimiz açısından temel öneme sahip bir araştırma alanıdır.
Bilim ve bilimin uygulanışlarıyla doğrudan doğruya bağlantılı sorunlar yalnızca bilim adamları ve politikacılar açısından değil, aynı zamanda hemen her ülkenin yurttaşları açısından da gündelik bir tecrübe haline geldi. Toplumumuzun yaslandığı temel etik sorunları etkileyen bir tartışmanın kaynağı olan genetik mühendisliğinden, Ebola ve HiV virüslerine karşı girişilen mücadele ye, açlık ve fakirliği kökünden yoketme umudundan, kirliliğin yol açtığı çevreyle ilgili felaketlere ya da bizim öngörme yeteneksizliğimizin yol açtığı doğal afetlere kadar tartışmaların merkezinde yatan konu daima bilim, bilimin uygulanışları ve iktidarla ilişkileridir. Bu esnada verilen kararlar sıklıkla aceleye gelir ve kimileyin yanlıştır.
(...)
Bilim, bizim korku, umut ve bazen de dehşetten oluşan karma duygularla bakışlarımızı yönelttiğimiz bir Pandora'nın kutusuna benziyor. Ama yine de bilim gündelik hayatımızın ana bileşenlerinden biri haline gelmiş durumda.
(...)
Bilim, kültürümüzün temel bir bileşeni olarak kabul edildiği zaman bile, ideolojiler tarafından kuşatılma tehlikesine karşı ya da politikacıların ve iktidarın ya da ekonomi lobilerinin ölümcül cazibesine karşı kendisini savunmak zorunda kalmasından ötürü, bu mücadele devam etti.
(...)
Özellikle biyoloji bir ideolojik sömürü aracı olarak kullanıldı. Hitler, Mein Kampf ta (Kavgam) biyolojik bir temel ve biyolojik bir amaç olmaksızın politikanın tamamen başıboş kalacağını ilan etti. Bugünlerde çeşitlilik kavramından sık sık söz etmekteyiz, ama "insanların çeşitliliği biyolojik bir temele sahiptir" sözünde açıkça özetlendiği gibi, bu ilke nasyonal sosyalist ideolojide de aynen savunulmaktadır. O nedenle, asıl hayati nokta çeşitliliğin tanınmasından ziyade hem çeşitliliğin hem de eşitliğin kabul edilmesidir. Ama kimilerinin yaşamayı haketmesine karşılık kimilerinin bunu haketmediğini iddia eden temel eşitsizlik düşüncesi üzerinde kurulmuş bulunan faşist ideoloji, eşitlik kavramına karşı çıkar. Aslında, Nazi döneminde Almanya'da devletin öjenistleri Öjenist: Irkın kalıtsal özellikleri üzerine hakim etkileri inceleyen bilim dalı uzmanı. (ç.n.), psikiyatrları, antropologları ve doktorları istihdam etmesinin amacı, her bir yurttaş için, yaşamayı hakettiği düşünülen Almanları, Yahudilerden, çingenelerden ya da öbür azınlık gruplarından gelen insanlardan ayırmaya yarayacak bir biyolojik/kalıtım belgesi düzenlemekti.Bu arada Stalin'in yönetimi sırasında yaşanan Lisenko olayını da unutmamalıyız.
(...)
Bugün bilim ve iktidar arasındaki karşılaşma, özgürlüklerine düşkün bilim adamları ve bilim ile onların araştırma faaliyetlerinin belli başlı mali kaynağı olan ve dünyanın en iyi amaçları doğrultusunda olsa bile sıklıkla bilimi suiistimal etmeye hazır olan hükümetler arasında cereyan eden bir tartışma biçimine bürünmüştür.
iktidardan savaştakiyle eşit ölçüde etkili olması bekleniyordu. Dünyanın dört bir yanındaki ülkeler, bilimsel altyapıyı yeni duruma uygun olarak iyileştirme ya da yoksa bilimsel bir altyapı yaratma kaygısıyla kendi bilimsel kaynaklarını yeniden değerlendirmeye başladı. Endüstrinin yeni teknolojilerden yararlanma konusunda son derece başarılı olduğu ve hızlı hareket ettiği Amerika Birleşik Devletleri'nde, savaşın kazanılmasına faydası dokunan temel gelişmelerin birçoğunun Avrupa'daki bilimsel araştırmalardan kaynaklandığı fark edildi. Bundan dolayı, temel araştırma sistemlerinin güçlendirilmesinin, zorunlu olduğu düşünüldü.
Başkan Roosevelt, müstesna başarılar kaydetmekle birlikte savaş dönemine özgü geçici bir kuruluş olan OSRD'nin başkanına, savaş sonrasında da en az savaş sırasında olduğu kadar faydalı olacak bilimsel araştırmalar konusunda görüş bildirmesini isteyen bir mektup yazdı. Bu görüş alışverişi, fiilen (bkz: Ulusal Bilim Vakfi)'nı doğuran tarihsel öneme sahip Science the Endless Frontier (Sonsuz Sınır: Bilim) başlıklı Bush Raporu'yla sonuçlandı.
Bizler bilimin gücünü her geçen gün daha fazla tanıtlamakta olduğu bir çağda yaşıyoruz. Bilimin bize sağladığı bilgi, uzaklığı ortadan kaldırdı, insan istekle ini doyurdu, hastalıkları azalttı ve doğanın gizemlerini anlamamızı sağlayacak kapıları araladı. Hakikati şeylerin ardında yatanı keşfetmeye yönelik bir alet olarak bilimin bir eşi daha yok. Ama yine de bilimin zaferlerini kutlarken eleştirellikten çok uzak bir tutum içinde olmaktan sakınmalıyız, çünkü bu zaferler dengesiz bir biçimde dağılmıştır.
Doyurulmamış istekler bolluğun ortasında durur; doktorların uzun süredir tedavi edebildikleri hastalıklar hâlâ fakirlere ve imtiyazsızlara musallat olmaktadır; ve bilim doğal fenomenleri düzenli bir şekilde açıklarken birçok insanı etkileyememekte, hatta bir çoklarına yabancı görünmektedir. Bilimin bize anlattıkları doğru olabilir, ama önemli olan yalnızca hakikat değildir.
O nedenle bilim adamlarına ağır bir sorumluluk düşüyor. Yazık ki bilim adamları gözlerinin önünde olup biten korkunç felaketler karşısında genellikle sessiz kalmışlardır. Bilim adamları, gezegenimize, gelecek kuşaklara ve imtiyazsızlara karşı da sorumluluk taşıyorlar. Bugün karşı karşıya bulunduğumuz durum, Nobel ödülüyle onurlandırılmış olan Dennis Gabor'un şu sözün de gayet iyi özetleniyor: "Bizim şimdiki medeniyetimiz maddi açıdan olağanüstü başarılı bir teknolojiye yaslanıyor, ama manevi açıdan pratik olarak yaslanacağı hiçbir şey yok."
Bilimin ve bilimsel bilginin, içinde yaşadığımız insan topluluğunu şekillendirmede güçlü aletler olduklarını kabul ederek bilimin ve teknolojinin toplumsal işlevine daha fazla kafa yormak gerekiyor. Franco Ferrarotti'nin işaret ettiği gibi, bu işlevlerin en önemlilerinden biri enformasyondur. Enformasyon insanın gelişiminin zaruri önkoşulu haline geldi. insanın insan tarafından sömürülmesi onsekizinci ve ondokuzuncu yüzyıllar boyunca dolaysız ve aşağı yukarı nicelleştirilebilir bir özellik taşıyordu. insanın insan tarafından sömürülmesi, kol emeği, çalışma saatleri, ücret düzeyleri ve fabrika disipliniyle ilintiliydi. Oysa bugünkü senaryo bundan epey farklı. Kapital'in birinci cildinde sunulan betimleme günümüzde savunulamaz. insanın sömürülmesinin yeni değişkenleri, yalıtılma, ayrı tutulma, yalnızlık, ihmal edilme ve dışlanmadır. Modern dünyada sömürülenler, topluluk hayatının kıyısında kalanlar, topluluk hayatları tükenenlerdir. iktidar bugün dolaysız eyleme başvurarak degil, basitçe görmezden gelerek, müdahale etmede yetersiz kalarak, önlem almayı reddederek, hukuki biçimciliğin ve politik felcin birbirini takviye ettiği karmaşık ve mükemmeliyetçi uygulamaların arkasına sığınarak sömürmekte ve baskı altına almaktadır.
Ama bugün bilime katılabilmemiz için bilim konusunda daha fazla öğrenim görmeye, okuyup yazmaya ve bilimsel bilginin politikacılara ve gazetecilere daha fazla yaygınlaştırılmasına ihtiyaç duyuyoruz. Politikacıların ve gazetecilerin, önemli kararların tabanında yer alan bilimsel olguları açık seçik ve kavranılabilir bir tarzda su nabilmeleri gerekir; böylece karar verme süreci ne yurttaşların hepsi katılabilecektir.
içinde bulunduğumuz yüzyılın başlangıcında iktidarın rasyonel bir tabanı olması genel kabul görmüştü. Bu durum yukarıda söz ettiğim toplumun bilimselleştirilmesi ve rasyonelleştirilmesi şeklindeki aşırı sonucu ve bizi Huxley, Kundera ve Orwell'in romanlarında gayet iyi betimlenen zaman dışı bir toplumun k karşı karşıya getiren belirlenimci yaklaşımı doğurdu.
Ama 1920'li yıllarda ikinci bir dönüm noktası da ha yaşandı. Heisenberg ve diğerlerinin ortaya koydukları çalışmalardan bu yana, bize dünyaya ilişkin tamamen yeni bir görüş açısı sunan yeni bir bilimin yükselişe geçmesine tanık olduk.Devasa bir saat olarak dünya imgesine bugün artık inanmıyoruz. Farklı bir doğa imgesine ve bundan dolayı da farklı bir bilim imgesine sahibiz. Kesinliklerin sonuna geldik. Bilimsel gözlemin tüm düzeylerinde, doğanın bir anlatı öğesi içerdigini keşfettik. Ister kozmoloji, ister parçacık fiziği ya da isterse biyolojide olsun, her yerde istikrarsızlıkları ve dalgalanmaları keşfettik. iyi tanımlanıp sınırlandırılmış koşullar altında bir sistemin benzersiz bir yol izleyeceği ve parametrelerde yapılacak küçük bir değişikliğin benzer şekilde sonuçlar açısından da küçük bir değişme üreteceği yönündeki düşünce, klasik doğa görüşünde üstü kapalı bir şekilde yer almaktaydı. Şimdi bu düşüncenin yalnızca basitleştirilmiş, idealleştirilmiş durumlar için geçerli olduğunu biliyoruz. Sistemlerin genelde, doğrusal olmayan yasalar uyarınca işlediğinin ve ani geçişler, durumların çok türlülüğü, kendi kendini örgütleme ve önceden kestirilemezlik biçimleri altında karmaşık davranışlar sergilediğinin farkına varılmasıyla birlikte perspektifimizde kökten bir değişme oluşmaktadır. Böylelikle, yüzyıl sona ererken hem bilimle hem de iktidarla bağdaştırılan ideolojilerin krize girdiklerini görebiliyoruz.