oldukça basit görünen, zaten de basit olan, ancak üzerinde düşünülmesi gereken bir gerçek.
düşünün. parlak bir ekranın karşısında durup aslında var olmayan, insanların programcılık kodlarıyla ve senaryolarla hazırlayıp bize sunduğu; grafik, hikaye, yeri geldiğinde kendi karakterini "yaratma" gibi şeylerle süslenmiş yapay bir gerçekliğe, bir anlamda bir yalana bakıyoruz. ve bu ortam içerisindeki bir karakteri yönettiğimizi düşünüyoruz.
ancak yönettiğimiz bir şey yok! bu yazılım insanın sadece kendisini kandırmaya, gerçeklerinden uzaklaştırıp insanı ekranlara köle etmeye yarıyor. dış dünyayla bağlantısı kesilen insan sadece ekranlarda, yalanlarda yaşıyor, yalanları yönetip istediği gibi yönlendirebildiği için de gerçeklere dönmek istemiyor. böylece asosyal kavramı doğuyor.
elbette bütün senaryoların, sanatsal yapımların zararlı olduğunu söylemiyorum. filmler, kitaplar ve kontrolü ele alamadığımız diğer yapıtlar bize bir hikaye, bir durum sunar ve onu izlememizi ister. ondan çıkarılabilecek fikirler yalanların içinde yaşamadan çıkarılabilir. ancak bizim yönettiğimizi sandığımız bu yazılımlar istesek de, istemesek de bizi içine çeker. insan gözünün görebildiği kare sayısının kısıtlı olmasına rağmen ekranda milyonlarca kare görmek bile insanın dikkatini dağıtıyorken, buna yönetim duygusunu da katmak insanı kilitler.
bu gerçekliğe ters düşen bir yapım olarak "bilgisayar oyunları" ile ilgili olan* bütün entrylerimi sildim, ve onlara karşı duracağım. gerçeğin içinde, gerçekte yaşayan bir insan olarak şunu diyorum: "bu yalanlara itibar, gerçeğe ve hayata ihanettir."
o zaman film dizi vs izleme onlar da yalan sonuçta hepsi kurmaca ve gerçek değil. televizyon ekranı veya sinema perdesi de sırf görüntü ve ses bi farkı yok...
bilgisayar oyunlarının hepsi kurgu olduğu gibi, hayatın kendisi de bundan farksızdır. biz hayatın içinden bir şeyler alıp kendimize katabiliyorsak, bilgisayar oyunundan da alabiliriz.