Her ne kadar gizlemeye çalışılsa da Musevi asıllı Osmanlı siyasetçi Emanuel Karasu ve onun yeğeni dünyaca ünlü yoğurt şirketi Danone Grubu'nun kurucusu izak Karasu ile akrabadır. Kendisinin evine giden bir yazar emanuel karasunun tablosunun asılı olduğunu onun fark ettiğini görünce perdeyle tabloyu kapattığını anlatmıştır.
Şu sıralar benim yoldaşım olan memleket düşünürü, yazarı. Bir karanlığa çekiyor gibi geliyor, düşündürüyor. Dupduru bir anlatımı, enteresan sözcükleri var. Devri daim olsun.
"küskünlük, dört duvar arasında, bir taşın parçalanamazlığıdır."
Karasu, metinlerinde felsefi sorunları işlemiş ya da onun metinleri felsefi incelemenin konusu olarak görülmüştür. Postmodern romanların önemli isimleri arasında değerlendirilmektedir. (1930, istanbul – 1995, Ankara)
Türk öykü, roman, deneme yazarıdır. Aynı zamanda felsefeci yanı olan Karasu, metinlerinde felsefi sorunları işlemiş ya da onun metinleri felsefi incelemenin konusu olarak görülmüştür. Postmodern romanın Türkiye'deki önemli isimleri arasında değerlendirilmektedir.
yurdumuzda neden bir sabahattin ali, bir oğuz atay kadar tanınmadığını anlayamadığım yazar. Çünkü zordur karasu. herhangi bir öyküsünden öyle gelişigüzel aforizma koparamazsınız. asıl yaratımı kurgudan çok o güzelim dilidir ve bu dilin içinden rastgele bir cümle seçecek olsanız pek anlamsız bir işe girişmiş olursunuz.
günümüz okurunun akıcı(!), sürükleyici(!), derinlik bakımından da bir o kadar kabız öykülere ve estetik yoksunu çaylı, maylı şiirlere meylettiği düşünülürse karasu'nun değerinin bilinmemesi oldukça olağan.
hayatımın bazı dönemlerinde depresiflikten ölüm ölüm ölmek üzereyken o berbat durumdan kurtulmak yerine daha da dibe batmayı seçip kendime fatality çekmek amacıyla günlerce eve kapanıp kitaplarını okuduğum roman yazarı. beni bile bile mutsuz etmesini sevdiğim ve istediğim nadir insanlardan biri. bu adamın dünyasına daldığım an beni haftalarca kimse uyandıramıyor. sürekli kafamda ayrı bir dünya dönüyor böyle. iyice çekilmez kıl bir adam oluyorum. bu yüzden kendisini rutin zamanlarda okumamaya çalışıyorum.
az önce bir kitaba bakarken alakasız bir raftan ilginç bir şekilde başka bir kitap böyle ince ince süzülüp yere düştü. o rafa genelde yakın zamanda okumayacağım kitapları koyarım. elime alıp baktım, üzerinde göçmüş kediler bahçesi yazıyordu. kaşlarım çatılıp moralim yeterince bozulduktan sonra kendisini yavaşça ait olduğu yere, yani gece'nin yanına koydum. ardından şöyle dedim kendime: "dur, henüz değil".
Acı duymadığımı sananlar, beni buz gibi bir insan belleyenler aldanır hep. Varsınlar öyle bilsinler. Ama acı bizi durduracağına göre yapılacak tek şey, hangi yoldan olursa olsun, nasıl bir yöntem uygun görünüyorsa o anda, müshil yutup içinden atar gibi, o acının dibine dek inip işini bitirmektir. Önemli olan o acıyı, yeni bir güne engel olmasını önleyecek hızla atmaktır, yaranı ondurmaktır. Ama ondan da önemlisi, bu sınırı aşarak, dolu dolu sonuna dek yaşamaktır. Düşleri de, olanakları da son damlasına dek kullanmaktır. Altı Ay Bir Güzden.
*sol frame'de son zamanlarda gördüğüm en güzel başlık.
"Bir zamanlar kediymişim ben Halûk. Sonra, herhalde kediler arasında işlenebilecek en büyük suçu işlemişim ki dünyaya bir daha gelişimde insan olmak cezasına çarpılmışım "
ne kitapsız ne kedisiz adlı kitabı okunmaya değerdir. ilginç tespitleri ve güzel bir dili vardır. bence tek sorun çok fazla ara söz ve parantez kullanmasıdır.
Türk edebiyatına yepyeni bir boyut getirmiş yazar. masal içinde masal, öykü içinde öykü. Türkçedeki en güzel, en saf sözcükler. Balkımak, yıldıramak, özek, ımızganmak, esritmek, elgin... Göçmüş Kediler Bahçesi, Gece...
türk edebiyatının gurur kaynağıdır. türkçeyi böylesine güzel kullanan, dile yeni sözcükler katan, yazdıklarının her satırında okuru derin düşüncelere gark eden usta.
"Metin"lerini salt bir türe indirgemekten çekinen yazardır. Bunun uyarısını da "kısmet büfesi" isimli kitabının önsözünden alabiliriz. Bahsettiğim önsöz:
Bu kitaptaki yazılara, dergilerde yayimlanışları sırasinda, metin adını verirken, bunların herhangi bir türe girmediklerini, onları yazarken özgür kalmak istemiş oldugumu vurguluyordum. Yillar sonra, metinlerin bir tür olusturmağa yüz tuttuğu bu sırada, kitabımın bir metinler kitabı olduğunu söylemekten vazgeçiyorum.
Peki "tür" konusundaki bu hassasiyet neden? Hikâye, öykü, deneme, novella veya anlatı denilse ne olurdu? Darwin'in evrim fikri yazınsal "tür" için de geçerlidir. Ve bilge karasu bizde bu evrimi, en derinden hisseden yazarların başında gelir. "Metin"lerini de bu hassasiyet ekseninde kurup, oluşturur.