1
Ellerinle yıkanırdı sebiller
Buyrulduğun günden beri torpağa
Dinmez cihânın şükür salâtı
Semavat ruhunun yolunu gözler
Müstakim! Ayinelerin sürmenelerinden süzülen
Mutmain! Rabbinden razı yetimler gözlerin
Martılar kahkaha koparır mücrimlere
Kaldırımlarda kibrin ayak izleri
Kasvâlarda bir çöküş
Nasıl da belli yerin
Pahadan müşterisi bulunmayan
Afili binaların içindeki boşluk içim
Tarifi meslek sırrı
Edebullahtan nazârın
Oysa düğün derneğiydi göklerin
Yoksa kıyamet evrenin sensizlikten
Çıldırması mı geri dönmen için!
2
Ölene kadar değil, öldükten sonra da!
14 burç, Kâbe’de putlar, bin yıllık nâr
Kurudu Sâve gibi
Leyli fecreyledi Nur
Kayıplara karışan Semâve vadi
Ve buruk necmlerin güzleştiği feza
Bir nefeste toz duman ayyûkun muhbirleri
Ey kamerlerden asil yarılan sadır
Yürüyen yağmur duası çocukluğun
Nerdesin, neredesin, nerelerdesin
Akisi bilinen, sormadan edilmeyen
Bir sayhalar katarı yokluğun
Sireni sâde dâhilden duyulan
Altından damarlar akan bilekler
iştiyaktan pehlivan
Gözleriyle konuşan mustazafları
Gözleriyle dinleyen
Edîbullâha selam!
3
Sonsuz parmağında sonsuz marifet
Kudretullahın, haşmetullahın, yedullahın
Kalbet, kavlet, hıfzet, celbet, refet!
Yaşlandıkça evren, gençleşiyor Furkan
Ey varlığı Zâtından
Varlıktan/yokluktan evvel bulunan
inayet, şehâmet, selamet lutfet!
Yaradılmaz Yaradan
Yaradamaz yaradılan
Vahey! Aralıklar çık aramızdan!
Bizdedir geçiş hakkı
Ben/sen geçmez sırattan
4
Kaybolunca sis, geriye görüntüler
Kaybolunca görünen, görünmeyenler
Ne kalır kaybolursa görünmeyenler!
Caizdir perçemi pençeme küffârın
Umman yanar, volkan üşür, eser sahra
Beyaz duvaklarıyla salınan güverteler
Yaslanıp Hayy zikrüne yığılan dalgateynler
Tilavetlerin bam telinde açan Firdevsler
Karışır birbirine
Ayasofya saatinde
5
Bir beytullah olarak
Dönünce fıtratına
Parlatınca leyâli devletlû lem’alarla
Balkırı şeriatın mecelleyi boğunca!
Gerekmez yeni bir Boğaz teşrifine
Gülüşünle kandilleri dağlaman için
Derdim yâ! Ayasofya! Tik! Tak! Tın!
Şühedâ makberine sığmaz artıkın!
Açıl Fâtihlerin mirası açıl!
Geber ayna ayna söyle banalar
Altı bucak ve dört dal ve beş zaviye
Martılardan bir deniz içerisinde
Ney kıvrımlarında mukaddes kavsının
Erîs gamzesinde elbet bir gün
Yeniden biter ol hilafet mührün!
doğrul, çığ gibi çökse de cümle gökler tepene
cehennem olup kudursa zemîn, zinhâr düşürme
mübârek sancağı çek, Allah için çek, göndere
kulak ver, şühedâ kefeni dipdiri toprağı dinle
irkil, köklerine dön, dallarını sal ğarîblere
sal, huzûrla yatsın ecdâd, sal, en tekin sipere
habîb için sal, vatan, bilsin ki emîn ellerde
durma, nerde bir yara görsen merhem ol fevkine
dikil, senden de olsa dikil, zulmün üstüne üstüne
yurduna sâhib çıkmayana sâhib çıkacak yoktur
işte islâm kıtası, kahrına taşlar, ne çoktur
yürü, yol yürüyenin, kuşan, pusat giyenindir
kısrak binenin, söz diyenin, erlik erenindir
sen çakıldıkça makber mâzine dar gelecektir
diril, Allah için diril, mazlûmlar mahşerindir
toplayacak cüzleri, hilâlden bir sûra, üfle
dönsün özüne vücûd, uzuvlar, gelsin dile
yapının tuğlaları kaynaşsın tâ temelinden
vaktidir, yetîm ümmet, taşmalı beytinden
yüreklere, mâbedler îmar et ki, yürekten
azmini hiçbir pusu çevirmesin emelinden
ey şehîdoğlu şehîdlere hergün şâhid kesilen
yetmez şehîdoğlu künyen, savul zincirlerinden
sen ki, üç deryâ üzre bir seccâde, anadolum
çınlasın zerrâtında -sâde Rahmân’a kulum-
durumdan değil, safından sorulacaksın, etme
boğazla güdümleri, müslimsen haykır merdâne
nisyandır, tercih zulmeti şerîat kamerine
eğil, ancak rükûda, cân ver, cânânı verme
kıyâmete dek yurdun çiğnensen de çiğnetme
ey Millet-i Muhammed, dön Hakk’ın devletine
dön, Allah için dön, çehreni dînin hükûmetine
silkin, silkinmeyenler seyre pek müstehaktır
davran, değil mâtemler sana rövanşlar yaraşır.
iNCELiKLERiN EFENDiSi
1
kuşu vefat eden çocuğa taziyeye giderdiniz
rengarenk ebabiller yağardı gül şerbeti kıvamında
hıçkırınca yavrular; namazlar, dualar kısaltırdınız
mukaddes Tur-i Sina gibi mübarek sırtınızdan
pak torunların inmek istemeyişi gönlüm, umarsız
gözyaşlarının tadını iyi bilen mecalsiz diller hatrına
geceler, gökadalarca çullanırken yüreğimin boynuna
ruhumun çocukluğu ahlarken gövdemin nağrasında
siz ki hizmetçilerinize dahi öf bile demeyendiniz
söküğünüzü diker, karnınızda taşlarla gezerdiniz
ayinlerinin kibriyle -piştim- der iken nice kavuklu
günde en az yeştmiş defa; aşkla istiğfar ederdiniz
cümle canlılardan; ezilen emekçilerin safındaydınız
ortaya doğru yeşertip öğütleri kimseleri kırmazdınız
kölelerin ki, azadı için hiçbir fırsatı kaçırmazdınız
2
anlatmaktan anlattığını yaşamayı kaçırmalar değildi
yaşamaktan anlatmaya vaktinin kalmayışı sahih sevi
ürkek tavşanların mahzun ceylanlarla buluştuğu
altından saflıklar akan ırmaklar gibi bir geceydi
zarif nehirlerin başını taştan taşa vura vura çağlayıp
uçurumlardan şelale olarak atlarken ki nezaketi
gibi bir havaydı hilalin şavkı vururken alın yazgımıza
meltemlerin korosu, resmi törendi kulak zarlarında
ve hasretin şu dağdan yumruğu gırtlağın yatağında
ve zulüm… suskudan tükenen dilceler kördüğüm
3
vurulan masumların babasından kurşun parası isteyen
otokratları şimdi hangi tarih kabul etsin hafızasına
ey kalbimizin diktatörü siz diktayı bile güzelleştirirsiniz
yeter ki bir işe başlayın, kılınçlar çiçek açar buzulda
gitmeseydiniz, bitmeseydik, tutuşsaydık yağsaydık
Mâşûk’u için kavrulan cehennem gibi küfür tepesine
sessizliğiniz, aniden bastıran mutlak bebek gülüşleri
durgunluğunuz, boraları çekip dindiren kadim kasırga
dolaşırdınız, kuşlar uçardı sanki okyanusların dibinde
canlar sizsiz, şimdi vadilerde şaşkın gezen dilsiz şuara...
şimdi kimsesizliğin anıtı Gököz irkintileri
Şehzâde Mustafa türbesinde asırlar deviren yas
yüzyıllardır ağlaşan Ulu Cami şadırvanında
hüznün gözyaşlarıyla alınan mahzun abdestler
külahtan kevsere inen cayır cayır katreler
her taşlığı başka bir matem şölenine dönüştüren
şimdi ne desen gecikmiş bir Murâdiye saati
fildişi kaftanları aşkına hassasiyet müzelerinin
sıyrıklar hatrına; börklerden kubbelerin iliklediği
ve toylarda oylanan güneş yüzlü hükümler
tuğrul ruhlu, akın yürekli hünkarlar hayratına
öyle bir hû çek ki bağırdan; dem-i devranı deprem vura
zülfikâr imanlı yeniçeri gülleri yeniden soylana boylana
“baş üryan, sîne püryan”
gayrı kılınç kınına ziyan!
oysa tam burada; çınarlara, çimçeklere karışmış çiniler
buçuk kalmış rüyanın uykusuzlarını çağırmakta ısrarla
mükellefiyetler, muvaffakiyetler, mazhariyetler
berhudarlar, alemdarlar, mihmandarlar mahareti
aleyhtar çoğunluğa yeter güzelliğin azınlığı mümtazlar
akıncı canlar bilge hakanlarını bekler fetih meydanında
o vakit gün sizin gündüzünüzdür ey Müstahzar
gayrı geç ey Muhafız
bahadır ruhlar ordusunun başına
serden geçer gibi geç kaçınılmaz kader eyerine
yan bakmayasın; ne sağa ne sola
işte düşman Gargat ehli karşında
vur pençeni Kahhâr aşkına şenlensin çelik bilekler
vur mazlumlar hatrına vur dile gelsin dilsiz gökler
yamalı sandukalar, ihtiyar revaklar hep seni
hevesi kursağında döşlerin burnunda tüter nezih kalbin
dallarında kandillerle duada Emir Sultan hazîresi
ve Geylânî hazretlerinin sevdası muska bağrında
bir mezarı bile olmayan medreselerin buruk hayaleti
karabasan celladı olup çökerken sılamızın boynuna
gürbüz gürzler, mahşerî marşlar devri gelmiştir
şahid iznik surları, şahid Bursa kalesi
ikbalin aynasıdır Osmangazi nahiyesi
derviş nehirleri ummanlara delta kılan esrarı vefanın
coşsun da taşsın Oylat şelalesi gibi hararetler üstüne
fetretin bitiş mührü Yeşil Külliye
muştulasın müstakbel meşalemizi
hakikat şarabıyla kendinden geçmek
kendine gelmek, özüne dönmektir bize
Hakk dostlarından cesur yiğit mi var alemde
sırra kadem basışları izdir, ufkumuza
mülk, şöhret, evlat, içtikçe susatan derya
gerekmez, aşkın nehrinde arınan toklara
ancak harabeler bilir asıl hazineyi
yalnız zeki canlar anlar sonsuz saltanattan
bilinmezler diyarında bilen öz bilgiye
zirve göklerde değil köklerde, derindedir
ey cevher, daha kaç can verecek nefsin
ne zaman cesaret edeceksin soyunmaya
hikmet kaftanı üryan olmadan giyilmez
bu hiçlik ateşinde üşümeden pişilmez
kök sağlamsa derinde, boy atarsın zirveye
şu mânâ göğünde çınar olmadan uçulmaz
islam ruhuyla canlanan şah soylular ki
mesihtir birbirine, yürümeden bilinmez.
kırımlarda, beraber katledilirken
evladına kefen olmuş valide cesetleri
çünkü anneler, şu zamanda bile
çabalar, vefatı nazik göstermeye
kınalı kekliğine, kırkı çıkmamışken
bambaşka yörelerde, apaynı sahne
hiçbir şey olmamış gibi devam etmek hayatına
günde milyarlar kere, çok kahkaha, az insanlık
nafile değil, hoyrat sokak köpeklerinin
gittikçe daha fazla imtinası, gelip geçenden
oysa gümlememiş ketum füzelerden
saksılar, oyuncaklar çıkaran mustazaflar
etti mi hicret, kuşunu, kedisini unutmayan
işte bu sessizlere, cevrederken tiranlar
masumu terörist, teröristi kahraman
vatanseveri hain, haini yurtsever kılan
anırırken ıslah diye bozgun üzre bozgun çıkaran
bir çeperi, bakışlara çekmek istiyordu
oysa tam bu zamanlarda tam bu noktada
hayır, değil -az sonra, yok -şimdi reklamlar
tuzakların üstünde bir tuzak vardır gerçeği
usanmadan asırlardır, devreye giriyordu
cerenlerin sıcacık gülüşünü
bölüşürken erenler, şurada
helak olmuş bir kavim gibi gözler yeşeriyordu
ertesi nesillere, ibret mirası, kalan talan
ağarırken ağır, erkler, bükümler, hendeseler
cümbüşler, tin saatleri sanrı köşklerinde
esrardan savruk, cismiyle bir tan vakti garb
şarka dönüşecektir, yeter ki çemren
çünkü asla dönmeyecek faytonlar balkabağına
sabretmek, yarısıdır dikey zaferin...
zeytin ormanları, gam leylekleri
sazlıkta salınan nazlı sandallar
Apolyont gölünde mahzun gökada
Ağlayan Çınarını ağlaşmakta
sevdaya pervane yel değirmeni
Eleni’yle Mehmed’i anlatmakta
yerinden yurdundan eden acılar
bazı mevsimler çınarın göğsünden
birkaç damla kan olur göğe damlar
uğultular duyulur Rum evinden
derler ki; aşkları ah olup tozar
çığlıklar yükselir harabelerden
ey devrik ulu çınar; bir bilseler
ne sırlara şahid ihtiyar gövden
koynunda can veren nice hasretler
hesap günü için bir mahşer bekler
miras hatıralar, Mübadele’den
yüreklerce çarpar zerrelerinde
çığırsın mayanı Zambak Tepesi
dallarında; Taş Mektep öksüzleri
Kazım Paşayı hayırla yad etsin
dağlan hey Gölyazı, ağla ve çağla
saplı durdukça tarihin bağrına
sönmez hakkın hilali karalarda.
yorgunlukta beyaz kurdelalı kalbin
ensarla muhacirin yoklukta paylaştığı
eski medine evleri kokuyor şimdi
kusacak kadar fazla bolluğun ortasında
hayatın damarlarında tıkanırcasına
üstü kocaman bir kışla kaplı dağlar gibi
akıyorsun tünelden bükülmüş sırtınla
bebeklerin henüz açılmamış gözlerinden
sebepsiz gülüşlerinden öpüyorsun
hoyrat yontların yelesine bir öpüş sanki
çul kilimlerde yer sofraları kalbin
göğertide gökekinler, harman nefesi
helal lokmalar gibi kursağa dizilmeyen
üryan yavruların nasırlı avuçlarında orak
ütüsüz yüzlerinde pürüzsüz memleket
pak soluklarında düğürcük çorbaları
köy gibi nezihtik hep güzeli düşlerken
güğümleri binbir çilesiyle kaynatan
hevesi tandır egişe takılı nenelerce
tütünü kucaklarcasına saran atalar
kalaysız tasta bayat somunlar kalbin
tığları tesbih çekercesine nakışlatan
teyzelerin dillerinde dilsiz nağmeler
hep saflığı çağırır kıdemli ısrarla
yağmurunu bekleyen toprak misali
çünkü anadolum tutunamaz içtensiz
ve bakma pehlivan durduğuna
naylonlar küresinde duramaz ruhsuz
salıncak gözlerinde acılar sallanır
çocuklara bakarken iki misket sanki
usanmadan yüreğine yuvarlanan
hafızan kaybetmek istiyor kendini
sen hep o tel örgülerle çevrili
çocuklukların düşlerini yıldızlayan
dışardan cennet, içerden cehennem
pek nazlı pek havalı çokça yangın
ulaşılmaz lojman parkıydın.