son senelerde, nisan sonu, mayis baslarinda oyle bos bos takilmaktir. sezon sonu gelmis neyime? havalarinda... ohh heyecan yok, stres yok, mis gibi. ***
edit: ayrica hayatin insana verebilecegi en buyuk hediyelerden biridir.
doğduğum büyüdüğüm mahalle % 90 beşiktaşlılardan oluşan bir mahalleydi.
altı katlı binalardan yerlere kadar bayraklar salınırdı. bayraklar yolları kapatırdı.
bayrak asıllmışsa ve bayrak yolu kapatıyosa o yoldan hiçbir araba geçemezdi.
çarşı'nın oluşumu esnasında bizim mahallenin abileri çok büyük destek vermişlerdir.
o zaman küçüktüm şöyle cümleler duyuyordum. çarşı diye birşey oluşturuyoruz
zamanla çok büyük bir oluşum olacağız.
çocuk aklı çarşı'nın ne demek olduğunu bilmiyordum pazar gibi birşey zannediyordum.
hiç unutmam galatasaray şampiyon olmuştu mahallenin abilerinden biri galatasaraylıydı.
sadece 1 sefere mahsus küçük bir galatasaray bayrağı asılmasına müsade edilmişti.
bu bahsettiğim mahalle küçükçekmeceye bağlı beşyol mahallesidir.
beşiktaş sevgidir,aşktır,efendiliktir,dürüstlüktür.
bize böyle öğretildi büyüklerimizce
Biz sadece sevmeyi biliyoruz. Çünkü siyah beyaz, hayatımız siyah beyaz , Çünkü sevilmeden sevmek dua gibi bir şey ,sevmeden sevilmek ise, sadece bir yük.*
not: bu entry harfi harfine ekşisözlük'ten kopyalanıp yapıştırılmıştır. çok beğendiğim bu yazıyı bizim sözlük yazarlarının da okumasını istedim. herhangi bir alın teri ve emeğim yoktur. eksisözlük'teki arkadaşın affına sığınarak bizim sözlüğe aldım. (entry çok uzun olduğu için 2 ye bölmek zorunda kaldım)
mehdi
istanbul otogarı viyadüklerin çevrelediği bir örümcek ağıdır. ağlarına
yalnız bahtsızlar takılır. parası olmayanların kaderleri değişmese de
yerlerinin değiştiği bir başlangıç, yada sondur burası. hele öğlen kalkan
yada öğlen ulaşan otobüslerin yolcusuysanız bu hayata sarılma direncinizin
ilk test yeri yine bu otogardır.
öğlen ezanı okunuyordu.nisandı ama hala kaşkollara sarılmış insanlar,
ciğerlerinden çıkan havayı kaşkolun içine üfleyerek ısınmaya
çalışıyorlardı. artvin'e gidecek otobüs yolcuları sigaralarından son bir
fırt çekip, otobüsün basamaklarını çıkıyorlardı. muavin bagaj kapaklarını
kapattı, peron görevlisi içerideki yolcuları sayıp, kafasını arka kapıdan
uzatıp bağırdı.
"22 numara, 22 numara...". 22 numara yoktu. tam o sırada bir ambulans
yanaştı yan perona. ambulanstan gözaltına kadar sakallı bir adam indi.
muavine el kol yapıp otobüsü durdurdu. "bagaj var mı?" muavin. adam
"yok, ama cenazem var" dedi. muavin yıkıldı. çünkü ağzına kadar dolu
bagajı indirip, tekrara yerleştirmek demekti bu. peron zili çalıyor ama
artvin otobüsü hala bagajlarını topluyordu. tabut orta kısma sürüldü,
ambulans sessizce ayrıldı yan perondan. yolcular cama dayanmış, efkarlı
gözlerle izliyordu olan biteni. terden pembeleşmiş yüzüyle muavin adamı
buyur etti içeri, otobüs yola düştü.
22 numara yolcusunu merakla süzdü otobüs. müsade isteyip yerine oturdu.
yanındaki yolcu merakını kustu hemen," allah rahmet eylesin, yakının
mıydı?"
adam düşündü uzun uzun,
"mehdi" benim neyim oluyor diye. içini çekip,
" kardeşim di" dedi. otobüs köprü üzerinden geçiyordu. adam içinden, "
mehdi, son kez hisset boğazı" diye geçirdi. uzun yol başlıyordu.
adam kitabını açıp okumak istiyordu ama yanındaki yolcu kıpır kıpırdı.
sürekli içleniyor, vah vah çekiyordu.
" kaç yaşındaydı" diye sordu yolcu. adam,
"tam olarak bilmiyorum, ama ben yaşlarındaydı"
"yahu kardeşim diyorsun yaşını bilmiyorsun" diye hayret dolu çıkıştı
yolcu.
"kardeşim dediysem, öyle değil" dedi adam.
"ya nasıl" dedi yolcu..
uzun bir sohbet başlıyordu, otobüs istanbul sınırlarından çıkarken.
mehdi'yi ilk kez hapishanede gardiyanlarla dövüşürken gördüm. alt
koğuşlarda, *** fraksiyonunun koğuşlarında kalıyordu. orada kavga çıkınca
bizim koğuşa postaladılar. *** fraksiyonu ile bizim koğuşun görüşleri ters
olduğundan kimse yüzüne bakmadı mehdi'nin. en dipte benim ranzanın
sağ altına yatırdılar onu.. birkaç ay kimseyle konuşmadı. yemek yaptı,
topladı, çay dağıttı. havalandırmada yalnız dolaşırdı. koğuş eğitimlerimize
katılmazdı, annamam öyle şeylerden der kenara çekıilirdi.
anladım ki fraksiyoncu filan değil. bir harita metod defterine
gazetelerden resimler kesip yapitırırdı geceleri. her koğuş baskınında
jandarma o
defteri bulur yırtardı. bizim zulayı bilmediğinden her seferinde yeni
defter bulur, bir dahaki baskına kadar çalışmasına devam ederdi. bir
sonraki baskın tiyosu geldiğinde haline acıyıp, defterini bizim zulaya
attım. jandarma döşek altını açıp defteri bulamayınca mehdi hayretler
içinde kaldı.
ona aldığımı söylemedim, merak ediyordum çünkü deftere neler
yapıştırdığını. herhalde karı kız resimleridir, hela için malzeme
yapıyorudur diye
düşünüyordum. öyle ya jandarma bulur bulmaz paramparça ediyordu defteri.
işıklar sönünce zuladan çıkardım defteri. gözlerime inanamamıştım.
koğuşta kimsenin okumayıp bir kenara attığı, ziyaretlerde don, sigara
sarılıp getirilen, iaşe sandıklarının üzerinde gelen ne kadar spor sayfası
varsa ayıklanmış, içlerinden ne kadar beşiktaş ile ilgili haber varsa
kesilip bu deftere yapıştırılmıştı. resimlerin kimilerinin üzerinde domates
çekirdeği vardı, kimileri sonradan ütü vurulup düzleştirimiş
buruşukluktaydı. ama herbirinin altında tarihi düşülmüş, önemli yerlerinin
altı çizilmişti.
ilginç gelmişti bana mehdi.
bir sabah yoklamasında yanında durdum. pantolunuma soktuğum defteri
arkadansıkıştırdım eline. şaşırdı. çocuk gibi sevindi. teşekkür
etmek istedi, konuşmadım onunla. ajan damgası yiyebilirdim koğuşta.
havalandırmada yolumu kesti.
"sağol" dedi. sigara tuttum ona. çömeldik.
"kimsin, necisin, ne arıyorsun siyasilerin mapushanesinde"dedim.
"vallahi bende bilmiyorum, neci olduğumu bende bilmiyorum" dedi mehdi.
"peki anlat o zaman" dedim.
"kimseye demek yok ama, söz mü" dedi.
"söz" dedim.
eylül 80 yılıydı. malum stad bir tane. ülke bir savaş yaşıyor ama bizim
derdimiz kapalıyı kaptırmama savaşı. akşamdan yığıldık, sabahlıyoruz
kapalının kapısında. kimimizin koynunda şarap, kiminde emanet, kiminde
yarım somun ekmek. baskın yemeyelim diye üçer üçer erketeye çıkıyoruz
maçka tarafına, dolmabahçeye, spor sergiye. ben gece üç gibi maçkadayım.
motorcular geliyordu aşağıdan. son seferinde karşıdan grup indirmiş,
nümayiş yapacaklarmış dikkat et dediler. bıçkın delikanlıyız o zamanlar,
semtimizde nümayişe tahammülümüz yok elbet. bir o sokağa dalıyorum, bir bu
sokağa derken bir baktım, o grup duvara tezahürat yazıyor. allah dedim,
çektim emaneti üzerlerine yürüdüm. on kişiydiler, dayak yerim ama hiç
olmazsa bir ikisini iyileştiririm dedim ama beni görünce öcü görmüş gibi
kaçamaya başladılar, bende arkalarından. meğer benim hemen arkamda polis
varmış, ben onları kovalıyorum, koşuyorum, polis hepimizin arkasından
koşuyor.
girdik bir çıkmaz sokağa, çocuklar durdular, elleri havada, ben hala
bana teslim oldular diye havalardayım, polis arkadan ışık tutunca uyandım,
elimde emanet, kolum havada, megafondan "at elindeki silahı" diye
bağırıyor, ben kala kaldım. içimden sıçtık şimdi dedim ama yırtarız.
çocuklar bilmem ne örgütünden, ben orada saf saf bir adam, polis
minibüsünde gayrettepeye vardık. nezarete oturduk, geçmiş olsunlaştık.
çocuklar duvara yazı yazacakalarmış meğer, ben onları ne zannettim, güldüm
kendi kendime, bir an önce salsalarda maça yetişsem diyorum hala. nezarette
çocuklardan ayrılıp duvara yaslandım, sabah oluyordu, sigara tuttu arkamdan
biri. uzandım aldım, hırsızmış, basılmış evde salak. durumu anlattım güldü
bana. rakip takımı tutuyormuş, iyi beklememişsin maçı nasılsa koyacaz size
dedi. ağırıma gitti zırtapoz hırsızın lafı, koyum kafayı burnunun üstüne,
dağıldı ağzı burnu.
apar topar çıkardılar dışarı. tehditler savurdu bana. hadi lan ikile,
kodumun hırsızı dedim arkasından. sabah dokuz gibi sorguya aldılar teker,
teker. sıra bana geldi. klasik sorgu odası işte. içim rahat, ifadeyi
verip gideceğim maça. aaa, bir baktım bizim hırsızıda aldılar odaya,
oturdu
karşımda. burnu tamponlu, sargı içinde. noldu lan yetmedi dedim.
koltuğunun altındaki silahı görünce yıkıldım. sivilmiş meğer, nezaretten
laf almaya karışmış, nasıl yedim bu numarayı diye kendi kendime kızdım.
diğer çocukları salmışlar mahkemeye kadar, ama bizim kırık burun
davasından " memura karşı koyma ve darptan" kalakaldık. maç gitti, ama asıl
giden benim hayatımdı. asker ertesi gün darbe yaptı. memurun raporuna göre
hala ben örgüt üyesi zanlısıydım. darbenin ilk günlerinde kurulan
mahkemelere çıkartıldım.
konuşturmadılar bile. sonrası o koğuş senin, bu koğuş benim. her koğuş
derdimi anlattıkça bana ajan muamelesi yaptılar. bende kimseyle konuşmamaya
başladım. dışarıda hala bizim tribünden avukat çocuklar uğraşıyormış ama
yakalandığım grup çok sivriymiş, çok vukuatı varmış, yırtamaz demişler.
bende bir umuttur bekliyorum iki yıldır, ama şu gardiyanlara gıcık
oluyorum, ne olduğumu bildiklerinden ne zaman maç kaybetse beşiktaş abuk
subuk hareket yapıyorlar, bende dalıyorum, sonrası jandarma dayağı,
bıktım, ağzımda diş kalmadı.
otobüs otobanı bitirmiş, yola döner dönmez, mola vermişti. yolcuya
kalsa hikayenin devamını dinlemek için altına işemeye razıydı. ikide bir
vah, vah diyor, yorum yapmak istiyordu. adam aşağı indi, bir sigara yaktı.
hava soğumaya başlamıştı. bagaj sıcakmıdır, diye düşündü. ölüler üşümezdi
oysa.
çaylarla birlikte üst üste, hızlı, hızlı sigaralar içildi. ananons
yapıldı, otobüs mola yerinden ayrıldı. meraklı kulaklar dikildi, vcd'de
oynayan filmi
kimse seyretmez olmuştu. adam devam etti.
mehdi'nin bir arkadaşı olmuştu artık. ben. okumamıştı, ama hayat onu
yetiştirmişti. bize katıl dedim ona. anlamam o işlerden, sevmem o işleri
dedi. olsun vakit başka türlü geçmez, gel otur akşamları sende tartış
bizimle dedim. koğuş sorumlumuza durumu anlattım. ajan olabilir dedi. ben
kefil oldum mehdi'ye. oturdu o akşam bizimle. kısmetsiz mehdi'nin ilk
geceside şanssız başlamıştı aramızda. okuma yapılacaktı. zuladan kitaplar
çıktı. herkes harıl harıl okumaya başladı. yan gözle mehdi'yi
seyrediyordum, okumak ne kelime, kitaba bakmıyordu bile, sonra harita
metodunu soktu kitabının arasına, yine kendi dünyasına daldı. ama onu
bekleyen bir süpriz vardı ki, okunan kitabın bölümü hakkında tartışma
yapılacaktı geceyarısı.
okuma bitti. bölüm bölüm herkes koğuş sorumlusunun soruduğu sorulara
yanıt veriyordu. sıra mehdi'ye geldi. ben gözlerimi kapadım, çıkacak
cümbüşü ve mehdi'nin sorumluluğunun bende olduğunu düşünerek başıma
gelecekleri düşünüyordum. koğuş sorumlusu sordu " mehdi, teoride yenilmek
kişi benliğinde ideolojiyi zedelermi?" . ben yer yarılsada içine girsem
diye düşünürken mehdi gırtlağını temizledi, konuşmaya başladı, kulaklarımı
tıkadım.
(ilk bölümün devamı)
" bir harekete taraf olmak, eğer ona aşk ile bağlanmamışsan sana
kaçacak çok fırsat bırakır. insanın kendi dünyası bencillik üzerine
kuruludur. benlik, bencillikten türemiştir. teori diye tanımlanan hareket,
insanın bencilliğini beslemezse kaybolur gider. işte insanoğlu harekete
saygını yitirmemek için aşkı doğurmuştur, beyninde aşk olmazsa benlik yada
bencillik, teoriyi zorunluluk haline getirir. teoride yenik düşmek, eğer
teorinin insana salgıladığı aşk yoksa yenilmektir. ben sevdalarıma hiç
yenilmedim"
sessizlik oldu. kulaklarımı diktim sessizliğe. felsefenin temel
ilkeleri, bir adamın sözleri karşısında yenik düşmüştü. işıklar söndü,
herkes o gece öğretilen teoriyle aşkını koydu teraziye. birkaç gece geçti.
koğuş sorumlusu mehdi'yi istedi yanına. ajan olup olmadığını dışarıdan
sorgulamıştı. hiçbir kayıt yoktu. direk sorgu yapacaktı. havalandırma
sırasında ben, mehdi'yi karşısına oturttu, hikayesini onada anlattı mehdi.
"peki, sen bunca felsefe kitabıyla boğuşup vardığımız yargıları, bir
aşka bağlayıp nasıl sonladın mehdi " dedi koğuş sorumlusu.
"siz hiç beşiktaşlı oldunuz mu?" diye cevap verdi mehdi ve devam etti.
" yaşadığımız bu hayatı nasıl yaşayacağımızı biz kitaplardan öğrenmedik
veya şu doğrudur diye kimse bize destur vermedi. hayatı eğrisiyle
doğrusuyla yaşadık dibine kadar. ve bizim yaşayışlarımızın bize gösterdiği
doğrular oldu, yeri geldi bizim yanlışlarımızı doğru uygulaması için abi
olduk. bir felsefemiz oldu yalnız yaşanmışlıklardan. şimdi siz
başkalarının hayat deneyimlerinden türettiği felsefe ile değil
kendinizinkini , bir ülkenin kaderini çizme yarışına giriyorsunuz. peki
kendinizi, yeteneklerinizi ve harekete olan aşkınızı ne kadar biliyorsunuz.
veya bu coğrafyada yaşayanlar sizin için ne ifade ediyor" diye konuştu mehdi.
ben yanılmıştım. üniversiteler okumuştum, kitaplar yutmuştum,
makalelerim çıkmıştı dergilerde ama mehdi'nin beşiktaşlılık üzerine yaptığı
küçük bir yorum bile felsefemizin ne kadar kitaba ve teoriye bağlı
olduğunu bana göstermişti. ileriki günlerde mehdi o bize biraz sığ ve argo
jargonu ile beşiktaşlılığı anlattı. o zamana kadar sporu, hele hele futbolu küçük burjuva eğlencesi olarak, toplumun afyonu sayan bizler, beşiktaşlılık
felsefesi içinde fanatik bir taraftar olup çıkmıştık. şimdi
anlayabiliyorduk mehdi'yi, bu kadar bir futbol takımını sevip, maçlardan,
seyirden, gazetelerden, radyodan bu kadar uzak kaldığı halde beşiktaş bu
kadar sevebilmesini. çünkü sahada oynanan oyun değil, taraf olmanın hazzı
yakıyordu ve bağlıyordu beynini.
82 yılında duruşmalarımız hızlanmıştı. kararı çıkan kendi memleketine
yakın cezaevine naklini istiyor, orada daha rahat edeceğini düşünüyordu.
mehdi'ye yapışan örgüt davası çok dallanmış, hakkında ağır kararlar çıkar
hale gelmişti. çok idam vardı ve mehdi hala suçsuzluğunu kanıtlayamıyordu.
bu arada çok uzun yıllardır şampiyon olamayan beşiktaş şampiyonluğa
koşuyordu.
akşam saat yedide herkes haberlere kulak kesmişken mehdi bir an önce
spor haberlerinin gelmesini bekliyordu.. yaza doğru karar çıktı, devlet
düzenini değiştirmek amaçlı suç örgütüne üye olmaktan idamı istenmişti
mehdi'nin. hakim daha önce işlenmiş suçu olmadığından hafifletici
sebeblerle cezasını müebbete çevirmişti. bu tam bir yıkımdı. mehdi'yi
sakinleştirmek için yanına gittim. zaten sakindi ama hüzünlüydü.
"şimdi olacak şey mi bu müebbet. yani ben bir daha hiç beşiktaş maçı
seyredemeyecekmiyim şimdi?" dedi mehdi ve devam etti.
"birde benim sevdiğim vardı biliyormusun. o benim sevdiğimin farkımda
bile değildi ama ben onu çok severdim, bir veda bile edemedim." mehdi
sevdiği kızı uzun uzun anlattı bana.. yüzünü anlattı, ellerini anlattı,
gülüşünü anlattı, evini önünü anlattı, bakışlarını anlattı. beynimde
zehirli bir düşünce, o anlatırken, kızın resmini çizmişti gözümün önüne.
söyleyemedim ama bende aşık olmuştum o kıza, mehdi'nin kızına.
karara çıktıktan sonra temyiz istedi ama nafile. artık buralarda
kalmasının anlamı yoktu. nakil istedi. hemde kimselerin tahmin edemediği
bir yere, eskişehir'e. ki en kötü şartlardaki cezaeviydi o dönemin. ama
beşiktaş orada oynayacaktı, şampiyon olacağı maçı. idare seve seve kabul
etti,
bir ilk yaz günü elinde bavul, ardında bizleri bırakıp çekip gitti.
giderken sanki mahpusluğa değil, istanbuldan es-es deplasmanına giden
çocuklar gibi bir tebessüm vardı yüzünde.
otobüs geceyarısı samsun otogarına girdi. uykudan ağırlaşmış gözlerde
bir hüzün vardı. bütün otobüs bu hikayeyi dinler olmuştu artık.
yemekler yenildi otogarın lokantasında, adam hürmet görüyordu ve
şoförlerin masasındaydı artık. biran önce otobüse dönüp mehdi'yi dinlemek
istiyorlardı.oysa mehdi bagajda kendi hikayesinden habersiz, öylesine
cansız toprağa doğru seyrine devam ediyordu.
"sonra ne oldu, görüşebildiniz mi?"diye sordu şoför.adam kaldığı yerden
devam etti.
bizim koğuş az bir ceza ile yırttı bu işten. üçer beşer yıl yatıp
çıkacaktık. bu sevince birde beşiktaş'ın eskişehiri 3-0 hükmen yenip
şampiyon oluşuda eklenince, o gece hem mehdi'yi anmak, hemde şampiyonluğu
kutlamak için eğlence tertip ettik. bir hafta sonra bende ayrıldım
oradan.bursa hapisanesinde sevk oldum, iyi bir yerdi. ama eskişehir' den
inanılmaz haberler geliyordu. kıyım vardı, çok zor haber alabiliyorduk.
mehdi gelen sevklerle iyi haberlerini gönderiyordu, birde boncukçuluğa
merak sarmış, çakmak kılıfıydı, anahtarlıktı, siyah beyaz hediyeler
gönderiyordu bana. ara sıra mektupta yazıyordu, ama yarısı yırtık,
karalanmış ve silinmiş şekilde. silinmeyen yerlerinde o kızdan bahsediyordu
yine.küçük bir isyan var diye duyduk eskişehir'de. içim içimden gitti
mehdi dedim. birşey olmamış ama sürmüşler doğuda bir yere, heber gelmedi
sonraları. ben tahliye oldum. mehdi'yi aramaya koyuldum ama nafile.
eskişehirdeki isyanı o başlatmış. o yüzden gittiği yeri söylemiyorlardı.
avukatlar tuttum, işi kovaladım ama devir bizim devrimiz değildi.
çaresiz istanbul'a döndüm. içim içimi yiyordu. mehdi'yi bulamıyordum.
arkadaşlarını buldum, beşiktaş'ta. onlarda kovalıyorlardı işi ama nafile.
birden karşıma o çıktı. o kız. mehdi'nin sevdiği kız, mehdi'yi sordu.
büyülenmiştim. konuşamadım bir süre. bir muhallebicide oturduk, uzun
uzun anlattım ona olup bitenleri. ama içimin yağları eriyordu ona baktıkça.
sık görüşmeye başladık, bir süre sonra mehdi'den çok birbirimiz hakkında
konuşmaya başlamıştık.
adam bunları anlatırken bir homurtu oldu otobüste, yapılır mı bu diyordu
bir kısmı, diğer yandan niye olmasın diyordu arka taraftakiler. otobüs
karadenize paralel virajları ala ala, saatler sabaha karşı vakfıkebire
ulaşmışlardı.adam devam etti, "onunla evlendim. beşiktaş'ta ev tuttuk.
mehdi'den haber yoktu. işsizdim. zor geçiniyorduk. özal zamanına çabuk
uymuştu koğuş arkadaşlarım. reklamcı oldular, gazetelerde yazar oldular,
hepsi yolunu buldu. mehdi geliyordu aklıma ve söyledikleri. hani o benlik
bencilliğe dönmesi, aşkı,sevdası. nerede kalmıştı o yüce teoriler. hepsini
bir çırpıda silmişti mahpus dostlarım. çocuğuz da oldu bu sıkışıklıkta,
adını koymakta tereddüt etmedik.
" mehdi"
onun alışkanlıkları bana geçmişti sanki. tribün tayfası olmuştum, bir iş
buldum sonraları.kalem katipliği gibi birşey belediyede. yıllar geçti,
mehdi'den haber yoktu. kimileri gördüğüne yemin ediyordu, yeni açıkta. ama
ben görmedim. izini sürmeyi bıraktım.yıllar geçti aradan. bu sene bir
maçta yeni açıkta bayrağını siyahbeyaza çeviren partililerin arasında görür
gibi oldum sanki . saçları beyazlamış bir adam peşinden koştum,
yetişemedim. o muydu, değilmiydi, çok kuşkulandım. tekrar aklıma düştü
mehdi.
araştırmaya koyuldum ve buldum onu. dosyasını çabuk çabuk okudum.
mardinde, antepte, bingölde yatmış. hastalanmış. yaralanmış. önceden suç
işlediği maddeler avrupa birliği uyum yasalarıyla ortadan kalkmasıyla
suçlarıda ortadan kalkmış, sonrada rahşan hanım affından salıverilmiş.
demek doğruymuş, oymuş. sonra muhtarlıkları dolaşıp kaydını aradım.
bulamadım. ta ki geçen haftaya kadar.
uyku çökmüştü otobüse.. artvin gözüküyordu ama viraj, viraj, viraj.
ulaşılamayan bir kartal yuvasını andırıyordu artvin. adam yorgunluktan
kısılan sesi ile bitiriyordu hikayesini.
geçen hafta iki polis geldi evime. polis gelince bir korku aldı beni ,
mahpusluktan kalma alışkanlıkla. bir kağıt tutuşturdular elime. istinye
devlet hastanesinden çağırıyorlardı beni. ne için diye sordum, tesbit
dediler. ceketimi aldım çıktık. hastanenin bodrum katına indirdiler beni.
morg odasına bir sürgü açılmış, beyaz bir çarşafın başında bekliyordu morg
bekçisi beni. çarşafı kaldırdı, yatan mehdi'ydi. öylesine yaşlanmış,
saçları beyaz, mutlu ve ihtiyar ceset yatıyordu sedyede.
"başınız sağolsun, giriş kaydına sizin isminizi yazmış yakını olarak,
kardeşinizmiş, allah sabırlar versin"
morg kadar soğumuştu damarlarımdaki kan. yıllardır aradığım adam
karşımdaydı, sarıldım ona çaresiz . evrakları hazırladılar, işlemleri
yaptırdım. ben ve bir tabut gecenin yarısı başbaşa kalmıştık. doğum yeri
gözüme çarptı mehdi'nin. artvin. ertesi gün onu artvin'e götürüp gömmeye
karar verdim.
"peki kimi kimsesi kalmamış mı garibin istanbul'da"dedi muavin.
"yok, ölmüş hepsi, eniştesi de devlet memuru olduğundan başım belaya
girmesin diye bulaşmadı cenazeye" diye cevap verdi adam.
artvin otogarına girdi otobüs.. omuzlar üzerine alındı mehdi. yukarı
mahallede bir camiye götürdüler. otobüs yolcuları cemaat olmuştu. imam
sordu, "nasıl bilirdiniz?" hepbir ağızdan "iyi bilirdik" sesi yankılandı.
yalçın bir kayalık gibi mezarlıkta, kartal yuvasında buluştu toprakla
mehdi. ama aşkı hiç ölmedi. istanbul otogarı viyadüklerin çevrelediği bir
örümcek ağıdır. ağlarına yalnız bahtsızlar takılır.. parası olmayanların
kaderleri değişmese de yerlerinin değiştiği bir başlangıç, yada sondur
burası.
hayatın ta kendisini yaşamaktır sonuna kadar. kan kusup kızılcık şerbeti demektir. yıllarca şampiyonluk görmese bile takımının arkasında olmaktır. her şeye kızıp, stada sırtını dönse bile slogan atıp bir sonraki maça yine aynı heyecanla gelebilmektir.
--spoiler--
ben sonsuz aşkın sırrını çözmek değil
aşkı yaşamak için burdayım sonuna kadar
--spoiler--
demektir en içten gelen hali ile, ve o aşkı ölümüne yaşamaktır..
(bkz: 12 nisan 2009 galatasaray fenerbahçe maçı)
bu maçtan sonra beşiktaşlı olmakla ne kadar övünsek azdır.
iyi ki bizim derbiler dünya derbisi değil,
iyi ki taraftar sayımız az,
iyi ki beşiktaş'lıyız.