beşiktaşlı olmak

entry457 galeri15 video1
    26.
  1. renklerinin vermiş olduğu asaleti taraftarındada görebilmektir.uğruna ölmektir.
    2 ...
  2. 27.
  3. 28.
  4. asalettir beşiktaşlı olmak. durumumuzu en iyi anlatan da çarşının şu sözüdür:

    'siyahı yaşıyoruz, beyazı arıyoruz'
    6 ...
  5. 29.
  6. son senelerde, nisan sonu, mayis baslarinda oyle bos bos takilmaktir. sezon sonu gelmis neyime? havalarinda... ohh heyecan yok, stres yok, mis gibi. * * *

    edit: ayrica hayatin insana verebilecegi en buyuk hediyelerden biridir.
    7 ...
  7. 30.
  8. bambaşka bir şeydir.

    --spoiler--
    beşiktaşlılık, babamdan kalan miras değil, çocuğuma emanetimdir.
    --spoiler--
    6 ...
  9. 31.
  10. maratonda ne konusuldugunu hic merak etmemektir tam suan.
    2 ...
  11. 32.
  12. bırakın birgün herkes beşiktaşlı olmasın, o şeref sadece bizde kalsın sözünde olduğu gibi çok değerlidir. parayla, pulla, transferle ölçülemez.
    2 ...
  13. 33.
  14. yıldırım demirören ve sinan engin e rağmen beliktaşım oley diyebilmektir.
    1 ...
  15. 34.
  16. seninle ağladık, senle güldük biz
    sevdamız uğruna canlar verdik biz
    siyahın zindan olsun beyaz aydınlık
    herkese nasip olmaz beşiktaşlılık...
    1 ...
  17. 35.
  18. doğduğum büyüdüğüm mahalle % 90 beşiktaşlılardan oluşan bir mahalleydi.

    altı katlı binalardan yerlere kadar bayraklar salınırdı. bayraklar yolları kapatırdı.

    bayrak asıllmışsa ve bayrak yolu kapatıyosa o yoldan hiçbir araba geçemezdi.
    çarşı'nın oluşumu esnasında bizim mahallenin abileri çok büyük destek vermişlerdir.

    o zaman küçüktüm şöyle cümleler duyuyordum. çarşı diye birşey oluşturuyoruz
    zamanla çok büyük bir oluşum olacağız.

    çocuk aklı çarşı'nın ne demek olduğunu bilmiyordum pazar gibi birşey zannediyordum.

    hiç unutmam galatasaray şampiyon olmuştu mahallenin abilerinden biri galatasaraylıydı.
    sadece 1 sefere mahsus küçük bir galatasaray bayrağı asılmasına müsade edilmişti.

    bu bahsettiğim mahalle küçükçekmeceye bağlı beşyol mahallesidir.

    beşiktaş sevgidir,aşktır,efendiliktir,dürüstlüktür.
    bize böyle öğretildi büyüklerimizce

    beşyolluyuz beşiktaşlıyız.

    saygılar.
    3 ...
  19. 36.
  20. 37.
  21. anlatmakla yasanmilamayacak hatta hissedilemeyecek bile bir olus halidir.
    2 ...
  22. 38.
  23. Biz sadece sevmeyi biliyoruz. Çünkü siyah beyaz, hayatımız siyah beyaz , Çünkü sevilmeden sevmek dua gibi bir şey ,sevmeden sevilmek ise, sadece bir yük.*
    3 ...
  24. 39.
  25. etliye sütlüye pek bulaşmamaktır. *
    2 ...
  26. 39.
  27. beşiktaşlı olmak tarafsız olmaktır, siyah beyaz yaşamaktır, gönülden baglı olmaktır, paralar yatırmamaktır.
    güzeldir.
    3 ...
  28. 40.
  29. 41.
  30. not: bu entry harfi harfine ekşisözlük'ten kopyalanıp yapıştırılmıştır. çok beğendiğim bu yazıyı bizim sözlük yazarlarının da okumasını istedim. herhangi bir alın teri ve emeğim yoktur. eksisözlük'teki arkadaşın affına sığınarak bizim sözlüğe aldım. (entry çok uzun olduğu için 2 ye bölmek zorunda kaldım)

    mehdi

    istanbul otogarı viyadüklerin çevrelediği bir örümcek ağıdır. ağlarına
    yalnız bahtsızlar takılır. parası olmayanların kaderleri değişmese de
    yerlerinin değiştiği bir başlangıç, yada sondur burası. hele öğlen kalkan
    yada öğlen ulaşan otobüslerin yolcusuysanız bu hayata sarılma direncinizin
    ilk test yeri yine bu otogardır.

    öğlen ezanı okunuyordu.nisandı ama hala kaşkollara sarılmış insanlar,
    ciğerlerinden çıkan havayı kaşkolun içine üfleyerek ısınmaya
    çalışıyorlardı. artvin'e gidecek otobüs yolcuları sigaralarından son bir
    fırt çekip, otobüsün basamaklarını çıkıyorlardı. muavin bagaj kapaklarını
    kapattı, peron görevlisi içerideki yolcuları sayıp, kafasını arka kapıdan
    uzatıp bağırdı.

    "22 numara, 22 numara...". 22 numara yoktu. tam o sırada bir ambulans
    yanaştı yan perona. ambulanstan gözaltına kadar sakallı bir adam indi.
    muavine el kol yapıp otobüsü durdurdu. "bagaj var mı?" muavin. adam
    "yok, ama cenazem var" dedi. muavin yıkıldı. çünkü ağzına kadar dolu
    bagajı indirip, tekrara yerleştirmek demekti bu. peron zili çalıyor ama
    artvin otobüsü hala bagajlarını topluyordu. tabut orta kısma sürüldü,
    ambulans sessizce ayrıldı yan perondan. yolcular cama dayanmış, efkarlı
    gözlerle izliyordu olan biteni. terden pembeleşmiş yüzüyle muavin adamı
    buyur etti içeri, otobüs yola düştü.

    22 numara yolcusunu merakla süzdü otobüs. müsade isteyip yerine oturdu.
    yanındaki yolcu merakını kustu hemen," allah rahmet eylesin, yakının
    mıydı?"

    adam düşündü uzun uzun,
    "mehdi" benim neyim oluyor diye. içini çekip,
    " kardeşim di" dedi. otobüs köprü üzerinden geçiyordu. adam içinden, "
    mehdi, son kez hisset boğazı" diye geçirdi. uzun yol başlıyordu.

    adam kitabını açıp okumak istiyordu ama yanındaki yolcu kıpır kıpırdı.
    sürekli içleniyor, vah vah çekiyordu.

    " kaç yaşındaydı" diye sordu yolcu. adam,
    "tam olarak bilmiyorum, ama ben yaşlarındaydı"
    "yahu kardeşim diyorsun yaşını bilmiyorsun" diye hayret dolu çıkıştı
    yolcu.
    "kardeşim dediysem, öyle değil" dedi adam.
    "ya nasıl" dedi yolcu..

    uzun bir sohbet başlıyordu, otobüs istanbul sınırlarından çıkarken.

    mehdi'yi ilk kez hapishanede gardiyanlarla dövüşürken gördüm. alt
    koğuşlarda, *** fraksiyonunun koğuşlarında kalıyordu. orada kavga çıkınca
    bizim koğuşa postaladılar. *** fraksiyonu ile bizim koğuşun görüşleri ters
    olduğundan kimse yüzüne bakmadı mehdi'nin. en dipte benim ranzanın
    sağ altına yatırdılar onu.. birkaç ay kimseyle konuşmadı. yemek yaptı,
    topladı, çay dağıttı. havalandırmada yalnız dolaşırdı. koğuş eğitimlerimize
    katılmazdı, annamam öyle şeylerden der kenara çekıilirdi.

    anladım ki fraksiyoncu filan değil. bir harita metod defterine
    gazetelerden resimler kesip yapitırırdı geceleri. her koğuş baskınında
    jandarma o
    defteri bulur yırtardı. bizim zulayı bilmediğinden her seferinde yeni
    defter bulur, bir dahaki baskına kadar çalışmasına devam ederdi. bir
    sonraki baskın tiyosu geldiğinde haline acıyıp, defterini bizim zulaya
    attım. jandarma döşek altını açıp defteri bulamayınca mehdi hayretler
    içinde kaldı.
    ona aldığımı söylemedim, merak ediyordum çünkü deftere neler
    yapıştırdığını. herhalde karı kız resimleridir, hela için malzeme
    yapıyorudur diye
    düşünüyordum. öyle ya jandarma bulur bulmaz paramparça ediyordu defteri.
    işıklar sönünce zuladan çıkardım defteri. gözlerime inanamamıştım.

    koğuşta kimsenin okumayıp bir kenara attığı, ziyaretlerde don, sigara
    sarılıp getirilen, iaşe sandıklarının üzerinde gelen ne kadar spor sayfası
    varsa ayıklanmış, içlerinden ne kadar beşiktaş ile ilgili haber varsa
    kesilip bu deftere yapıştırılmıştı. resimlerin kimilerinin üzerinde domates
    çekirdeği vardı, kimileri sonradan ütü vurulup düzleştirimiş
    buruşukluktaydı. ama herbirinin altında tarihi düşülmüş, önemli yerlerinin
    altı çizilmişti.

    ilginç gelmişti bana mehdi.

    bir sabah yoklamasında yanında durdum. pantolunuma soktuğum defteri
    arkadansıkıştırdım eline. şaşırdı. çocuk gibi sevindi. teşekkür
    etmek istedi, konuşmadım onunla. ajan damgası yiyebilirdim koğuşta.
    havalandırmada yolumu kesti.

    "sağol" dedi. sigara tuttum ona. çömeldik.
    "kimsin, necisin, ne arıyorsun siyasilerin mapushanesinde"dedim.
    "vallahi bende bilmiyorum, neci olduğumu bende bilmiyorum" dedi mehdi.
    "peki anlat o zaman" dedim.
    "kimseye demek yok ama, söz mü" dedi.
    "söz" dedim.

    eylül 80 yılıydı. malum stad bir tane. ülke bir savaş yaşıyor ama bizim
    derdimiz kapalıyı kaptırmama savaşı. akşamdan yığıldık, sabahlıyoruz
    kapalının kapısında. kimimizin koynunda şarap, kiminde emanet, kiminde
    yarım somun ekmek. baskın yemeyelim diye üçer üçer erketeye çıkıyoruz
    maçka tarafına, dolmabahçeye, spor sergiye. ben gece üç gibi maçkadayım.
    motorcular geliyordu aşağıdan. son seferinde karşıdan grup indirmiş,
    nümayiş yapacaklarmış dikkat et dediler. bıçkın delikanlıyız o zamanlar,
    semtimizde nümayişe tahammülümüz yok elbet. bir o sokağa dalıyorum, bir bu
    sokağa derken bir baktım, o grup duvara tezahürat yazıyor. allah dedim,
    çektim emaneti üzerlerine yürüdüm. on kişiydiler, dayak yerim ama hiç
    olmazsa bir ikisini iyileştiririm dedim ama beni görünce öcü görmüş gibi
    kaçamaya başladılar, bende arkalarından. meğer benim hemen arkamda polis
    varmış, ben onları kovalıyorum, koşuyorum, polis hepimizin arkasından
    koşuyor.

    girdik bir çıkmaz sokağa, çocuklar durdular, elleri havada, ben hala
    bana teslim oldular diye havalardayım, polis arkadan ışık tutunca uyandım,
    elimde emanet, kolum havada, megafondan "at elindeki silahı" diye
    bağırıyor, ben kala kaldım. içimden sıçtık şimdi dedim ama yırtarız.

    çocuklar bilmem ne örgütünden, ben orada saf saf bir adam, polis
    minibüsünde gayrettepeye vardık. nezarete oturduk, geçmiş olsunlaştık.
    çocuklar duvara yazı yazacakalarmış meğer, ben onları ne zannettim, güldüm
    kendi kendime, bir an önce salsalarda maça yetişsem diyorum hala. nezarette
    çocuklardan ayrılıp duvara yaslandım, sabah oluyordu, sigara tuttu arkamdan
    biri. uzandım aldım, hırsızmış, basılmış evde salak. durumu anlattım güldü
    bana. rakip takımı tutuyormuş, iyi beklememişsin maçı nasılsa koyacaz size
    dedi. ağırıma gitti zırtapoz hırsızın lafı, koyum kafayı burnunun üstüne,
    dağıldı ağzı burnu.

    apar topar çıkardılar dışarı. tehditler savurdu bana. hadi lan ikile,
    kodumun hırsızı dedim arkasından. sabah dokuz gibi sorguya aldılar teker,
    teker. sıra bana geldi. klasik sorgu odası işte. içim rahat, ifadeyi
    verip gideceğim maça. aaa, bir baktım bizim hırsızıda aldılar odaya,
    oturdu
    karşımda. burnu tamponlu, sargı içinde. noldu lan yetmedi dedim.
    koltuğunun altındaki silahı görünce yıkıldım. sivilmiş meğer, nezaretten
    laf almaya karışmış, nasıl yedim bu numarayı diye kendi kendime kızdım.

    diğer çocukları salmışlar mahkemeye kadar, ama bizim kırık burun
    davasından " memura karşı koyma ve darptan" kalakaldık. maç gitti, ama asıl
    giden benim hayatımdı. asker ertesi gün darbe yaptı. memurun raporuna göre
    hala ben örgüt üyesi zanlısıydım. darbenin ilk günlerinde kurulan
    mahkemelere çıkartıldım.

    konuşturmadılar bile. sonrası o koğuş senin, bu koğuş benim. her koğuş
    derdimi anlattıkça bana ajan muamelesi yaptılar. bende kimseyle konuşmamaya
    başladım. dışarıda hala bizim tribünden avukat çocuklar uğraşıyormış ama
    yakalandığım grup çok sivriymiş, çok vukuatı varmış, yırtamaz demişler.

    bende bir umuttur bekliyorum iki yıldır, ama şu gardiyanlara gıcık
    oluyorum, ne olduğumu bildiklerinden ne zaman maç kaybetse beşiktaş abuk
    subuk hareket yapıyorlar, bende dalıyorum, sonrası jandarma dayağı,
    bıktım, ağzımda diş kalmadı.

    otobüs otobanı bitirmiş, yola döner dönmez, mola vermişti. yolcuya
    kalsa hikayenin devamını dinlemek için altına işemeye razıydı. ikide bir
    vah, vah diyor, yorum yapmak istiyordu. adam aşağı indi, bir sigara yaktı.
    hava soğumaya başlamıştı. bagaj sıcakmıdır, diye düşündü. ölüler üşümezdi
    oysa.

    çaylarla birlikte üst üste, hızlı, hızlı sigaralar içildi. ananons
    yapıldı, otobüs mola yerinden ayrıldı. meraklı kulaklar dikildi, vcd'de
    oynayan filmi
    kimse seyretmez olmuştu. adam devam etti.

    mehdi'nin bir arkadaşı olmuştu artık. ben. okumamıştı, ama hayat onu
    yetiştirmişti. bize katıl dedim ona. anlamam o işlerden, sevmem o işleri
    dedi. olsun vakit başka türlü geçmez, gel otur akşamları sende tartış
    bizimle dedim. koğuş sorumlumuza durumu anlattım. ajan olabilir dedi. ben
    kefil oldum mehdi'ye. oturdu o akşam bizimle. kısmetsiz mehdi'nin ilk
    geceside şanssız başlamıştı aramızda. okuma yapılacaktı. zuladan kitaplar
    çıktı. herkes harıl harıl okumaya başladı. yan gözle mehdi'yi
    seyrediyordum, okumak ne kelime, kitaba bakmıyordu bile, sonra harita
    metodunu soktu kitabının arasına, yine kendi dünyasına daldı. ama onu
    bekleyen bir süpriz vardı ki, okunan kitabın bölümü hakkında tartışma
    yapılacaktı geceyarısı.

    okuma bitti. bölüm bölüm herkes koğuş sorumlusunun soruduğu sorulara
    yanıt veriyordu. sıra mehdi'ye geldi. ben gözlerimi kapadım, çıkacak
    cümbüşü ve mehdi'nin sorumluluğunun bende olduğunu düşünerek başıma
    gelecekleri düşünüyordum. koğuş sorumlusu sordu " mehdi, teoride yenilmek
    kişi benliğinde ideolojiyi zedelermi?" . ben yer yarılsada içine girsem
    diye düşünürken mehdi gırtlağını temizledi, konuşmaya başladı, kulaklarımı
    tıkadım.
    5 ...
  31. 42.
  32. (ilk bölümün devamı)
    " bir harekete taraf olmak, eğer ona aşk ile bağlanmamışsan sana
    kaçacak çok fırsat bırakır. insanın kendi dünyası bencillik üzerine
    kuruludur. benlik, bencillikten türemiştir. teori diye tanımlanan hareket,
    insanın bencilliğini beslemezse kaybolur gider. işte insanoğlu harekete
    saygını yitirmemek için aşkı doğurmuştur, beyninde aşk olmazsa benlik yada
    bencillik, teoriyi zorunluluk haline getirir. teoride yenik düşmek, eğer
    teorinin insana salgıladığı aşk yoksa yenilmektir. ben sevdalarıma hiç
    yenilmedim"

    sessizlik oldu. kulaklarımı diktim sessizliğe. felsefenin temel
    ilkeleri, bir adamın sözleri karşısında yenik düşmüştü. işıklar söndü,
    herkes o gece öğretilen teoriyle aşkını koydu teraziye. birkaç gece geçti.
    koğuş sorumlusu mehdi'yi istedi yanına. ajan olup olmadığını dışarıdan
    sorgulamıştı. hiçbir kayıt yoktu. direk sorgu yapacaktı. havalandırma
    sırasında ben, mehdi'yi karşısına oturttu, hikayesini onada anlattı mehdi.

    "peki, sen bunca felsefe kitabıyla boğuşup vardığımız yargıları, bir
    aşka bağlayıp nasıl sonladın mehdi " dedi koğuş sorumlusu.

    "siz hiç beşiktaşlı oldunuz mu?" diye cevap verdi mehdi ve devam etti.

    " yaşadığımız bu hayatı nasıl yaşayacağımızı biz kitaplardan öğrenmedik
    veya şu doğrudur diye kimse bize destur vermedi. hayatı eğrisiyle
    doğrusuyla yaşadık dibine kadar. ve bizim yaşayışlarımızın bize gösterdiği
    doğrular oldu, yeri geldi bizim yanlışlarımızı doğru uygulaması için abi
    olduk. bir felsefemiz oldu yalnız yaşanmışlıklardan. şimdi siz
    başkalarının hayat deneyimlerinden türettiği felsefe ile değil
    kendinizinkini , bir ülkenin kaderini çizme yarışına giriyorsunuz. peki
    kendinizi, yeteneklerinizi ve harekete olan aşkınızı ne kadar biliyorsunuz.
    veya bu coğrafyada yaşayanlar sizin için ne ifade ediyor" diye konuştu mehdi.

    ben yanılmıştım. üniversiteler okumuştum, kitaplar yutmuştum,
    makalelerim çıkmıştı dergilerde ama mehdi'nin beşiktaşlılık üzerine yaptığı
    küçük bir yorum bile felsefemizin ne kadar kitaba ve teoriye bağlı
    olduğunu bana göstermişti. ileriki günlerde mehdi o bize biraz sığ ve argo
    jargonu ile beşiktaşlılığı anlattı. o zamana kadar sporu, hele hele futbolu küçük burjuva eğlencesi olarak, toplumun afyonu sayan bizler, beşiktaşlılık
    felsefesi içinde fanatik bir taraftar olup çıkmıştık. şimdi
    anlayabiliyorduk mehdi'yi, bu kadar bir futbol takımını sevip, maçlardan,
    seyirden, gazetelerden, radyodan bu kadar uzak kaldığı halde beşiktaş bu
    kadar sevebilmesini. çünkü sahada oynanan oyun değil, taraf olmanın hazzı
    yakıyordu ve bağlıyordu beynini.

    82 yılında duruşmalarımız hızlanmıştı. kararı çıkan kendi memleketine
    yakın cezaevine naklini istiyor, orada daha rahat edeceğini düşünüyordu.
    mehdi'ye yapışan örgüt davası çok dallanmış, hakkında ağır kararlar çıkar
    hale gelmişti. çok idam vardı ve mehdi hala suçsuzluğunu kanıtlayamıyordu.
    bu arada çok uzun yıllardır şampiyon olamayan beşiktaş şampiyonluğa
    koşuyordu.

    akşam saat yedide herkes haberlere kulak kesmişken mehdi bir an önce
    spor haberlerinin gelmesini bekliyordu.. yaza doğru karar çıktı, devlet
    düzenini değiştirmek amaçlı suç örgütüne üye olmaktan idamı istenmişti
    mehdi'nin. hakim daha önce işlenmiş suçu olmadığından hafifletici
    sebeblerle cezasını müebbete çevirmişti. bu tam bir yıkımdı. mehdi'yi
    sakinleştirmek için yanına gittim. zaten sakindi ama hüzünlüydü.

    "şimdi olacak şey mi bu müebbet. yani ben bir daha hiç beşiktaş maçı
    seyredemeyecekmiyim şimdi?" dedi mehdi ve devam etti.

    "birde benim sevdiğim vardı biliyormusun. o benim sevdiğimin farkımda
    bile değildi ama ben onu çok severdim, bir veda bile edemedim." mehdi
    sevdiği kızı uzun uzun anlattı bana.. yüzünü anlattı, ellerini anlattı,
    gülüşünü anlattı, evini önünü anlattı, bakışlarını anlattı. beynimde
    zehirli bir düşünce, o anlatırken, kızın resmini çizmişti gözümün önüne.
    söyleyemedim ama bende aşık olmuştum o kıza, mehdi'nin kızına.

    karara çıktıktan sonra temyiz istedi ama nafile. artık buralarda
    kalmasının anlamı yoktu. nakil istedi. hemde kimselerin tahmin edemediği
    bir yere, eskişehir'e. ki en kötü şartlardaki cezaeviydi o dönemin. ama
    beşiktaş orada oynayacaktı, şampiyon olacağı maçı. idare seve seve kabul
    etti,
    bir ilk yaz günü elinde bavul, ardında bizleri bırakıp çekip gitti.
    giderken sanki mahpusluğa değil, istanbuldan es-es deplasmanına giden
    çocuklar gibi bir tebessüm vardı yüzünde.

    otobüs geceyarısı samsun otogarına girdi. uykudan ağırlaşmış gözlerde
    bir hüzün vardı. bütün otobüs bu hikayeyi dinler olmuştu artık.

    yemekler yenildi otogarın lokantasında, adam hürmet görüyordu ve
    şoförlerin masasındaydı artık. biran önce otobüse dönüp mehdi'yi dinlemek
    istiyorlardı.oysa mehdi bagajda kendi hikayesinden habersiz, öylesine
    cansız toprağa doğru seyrine devam ediyordu.

    "sonra ne oldu, görüşebildiniz mi?"diye sordu şoför.adam kaldığı yerden
    devam etti.

    bizim koğuş az bir ceza ile yırttı bu işten. üçer beşer yıl yatıp
    çıkacaktık. bu sevince birde beşiktaş'ın eskişehiri 3-0 hükmen yenip
    şampiyon oluşuda eklenince, o gece hem mehdi'yi anmak, hemde şampiyonluğu
    kutlamak için eğlence tertip ettik. bir hafta sonra bende ayrıldım
    oradan.bursa hapisanesinde sevk oldum, iyi bir yerdi. ama eskişehir' den
    inanılmaz haberler geliyordu. kıyım vardı, çok zor haber alabiliyorduk.

    mehdi gelen sevklerle iyi haberlerini gönderiyordu, birde boncukçuluğa
    merak sarmış, çakmak kılıfıydı, anahtarlıktı, siyah beyaz hediyeler
    gönderiyordu bana. ara sıra mektupta yazıyordu, ama yarısı yırtık,
    karalanmış ve silinmiş şekilde. silinmeyen yerlerinde o kızdan bahsediyordu
    yine.küçük bir isyan var diye duyduk eskişehir'de. içim içimden gitti
    mehdi dedim. birşey olmamış ama sürmüşler doğuda bir yere, heber gelmedi
    sonraları. ben tahliye oldum. mehdi'yi aramaya koyuldum ama nafile.
    eskişehirdeki isyanı o başlatmış. o yüzden gittiği yeri söylemiyorlardı.

    avukatlar tuttum, işi kovaladım ama devir bizim devrimiz değildi.
    çaresiz istanbul'a döndüm. içim içimi yiyordu. mehdi'yi bulamıyordum.
    arkadaşlarını buldum, beşiktaş'ta. onlarda kovalıyorlardı işi ama nafile.
    birden karşıma o çıktı. o kız. mehdi'nin sevdiği kız, mehdi'yi sordu.

    büyülenmiştim. konuşamadım bir süre. bir muhallebicide oturduk, uzun
    uzun anlattım ona olup bitenleri. ama içimin yağları eriyordu ona baktıkça.
    sık görüşmeye başladık, bir süre sonra mehdi'den çok birbirimiz hakkında
    konuşmaya başlamıştık.

    adam bunları anlatırken bir homurtu oldu otobüste, yapılır mı bu diyordu
    bir kısmı, diğer yandan niye olmasın diyordu arka taraftakiler. otobüs
    karadenize paralel virajları ala ala, saatler sabaha karşı vakfıkebire
    ulaşmışlardı.adam devam etti, "onunla evlendim. beşiktaş'ta ev tuttuk.

    mehdi'den haber yoktu. işsizdim. zor geçiniyorduk. özal zamanına çabuk
    uymuştu koğuş arkadaşlarım. reklamcı oldular, gazetelerde yazar oldular,
    hepsi yolunu buldu. mehdi geliyordu aklıma ve söyledikleri. hani o benlik
    bencilliğe dönmesi, aşkı,sevdası. nerede kalmıştı o yüce teoriler. hepsini
    bir çırpıda silmişti mahpus dostlarım. çocuğuz da oldu bu sıkışıklıkta,
    adını koymakta tereddüt etmedik.
    " mehdi"
    onun alışkanlıkları bana geçmişti sanki. tribün tayfası olmuştum, bir iş
    buldum sonraları.kalem katipliği gibi birşey belediyede. yıllar geçti,
    mehdi'den haber yoktu. kimileri gördüğüne yemin ediyordu, yeni açıkta. ama
    ben görmedim. izini sürmeyi bıraktım.yıllar geçti aradan. bu sene bir
    maçta yeni açıkta bayrağını siyahbeyaza çeviren partililerin arasında görür
    gibi oldum sanki . saçları beyazlamış bir adam peşinden koştum,
    yetişemedim. o muydu, değilmiydi, çok kuşkulandım. tekrar aklıma düştü
    mehdi.

    araştırmaya koyuldum ve buldum onu. dosyasını çabuk çabuk okudum.
    mardinde, antepte, bingölde yatmış. hastalanmış. yaralanmış. önceden suç
    işlediği maddeler avrupa birliği uyum yasalarıyla ortadan kalkmasıyla
    suçlarıda ortadan kalkmış, sonrada rahşan hanım affından salıverilmiş.

    demek doğruymuş, oymuş. sonra muhtarlıkları dolaşıp kaydını aradım.
    bulamadım. ta ki geçen haftaya kadar.
    uyku çökmüştü otobüse.. artvin gözüküyordu ama viraj, viraj, viraj.
    ulaşılamayan bir kartal yuvasını andırıyordu artvin. adam yorgunluktan
    kısılan sesi ile bitiriyordu hikayesini.

    geçen hafta iki polis geldi evime. polis gelince bir korku aldı beni ,
    mahpusluktan kalma alışkanlıkla. bir kağıt tutuşturdular elime. istinye
    devlet hastanesinden çağırıyorlardı beni. ne için diye sordum, tesbit
    dediler. ceketimi aldım çıktık. hastanenin bodrum katına indirdiler beni.
    morg odasına bir sürgü açılmış, beyaz bir çarşafın başında bekliyordu morg
    bekçisi beni. çarşafı kaldırdı, yatan mehdi'ydi. öylesine yaşlanmış,
    saçları beyaz, mutlu ve ihtiyar ceset yatıyordu sedyede.

    "başınız sağolsun, giriş kaydına sizin isminizi yazmış yakını olarak,
    kardeşinizmiş, allah sabırlar versin"

    morg kadar soğumuştu damarlarımdaki kan. yıllardır aradığım adam
    karşımdaydı, sarıldım ona çaresiz . evrakları hazırladılar, işlemleri
    yaptırdım. ben ve bir tabut gecenin yarısı başbaşa kalmıştık. doğum yeri
    gözüme çarptı mehdi'nin. artvin. ertesi gün onu artvin'e götürüp gömmeye
    karar verdim.
    "peki kimi kimsesi kalmamış mı garibin istanbul'da"dedi muavin.
    "yok, ölmüş hepsi, eniştesi de devlet memuru olduğundan başım belaya
    girmesin diye bulaşmadı cenazeye" diye cevap verdi adam.
    artvin otogarına girdi otobüs.. omuzlar üzerine alındı mehdi. yukarı
    mahallede bir camiye götürdüler. otobüs yolcuları cemaat olmuştu. imam
    sordu, "nasıl bilirdiniz?" hepbir ağızdan "iyi bilirdik" sesi yankılandı.

    yalçın bir kayalık gibi mezarlıkta, kartal yuvasında buluştu toprakla
    mehdi. ama aşkı hiç ölmedi. istanbul otogarı viyadüklerin çevrelediği bir
    örümcek ağıdır. ağlarına yalnız bahtsızlar takılır.. parası olmayanların
    kaderleri değişmese de yerlerinin değiştiği bir başlangıç, yada sondur
    burası.

    kaynak : medyakartalları
    6 ...
  33. 43.
  34. hayatın ta kendisini yaşamaktır sonuna kadar. kan kusup kızılcık şerbeti demektir. yıllarca şampiyonluk görmese bile takımının arkasında olmaktır. her şeye kızıp, stada sırtını dönse bile slogan atıp bir sonraki maça yine aynı heyecanla gelebilmektir.

    --spoiler--
    ben sonsuz aşkın sırrını çözmek değil
    aşkı yaşamak için burdayım sonuna kadar
    --spoiler--
    demektir en içten gelen hali ile, ve o aşkı ölümüne yaşamaktır..
    1 ...
  35. 44.
  36. 45.
  37. aşk değildir, sevgi hiç değildir, başka bişeydir bu.. hiçbir şey koyamazsınız bunun yerine... *
    1 ...
  38. 46.
  39. (bkz: 12 nisan 2009 galatasaray fenerbahçe maçı)
    bu maçtan sonra beşiktaşlı olmakla ne kadar övünsek azdır.
    iyi ki bizim derbiler dünya derbisi değil,
    iyi ki taraftar sayımız az,
    iyi ki beşiktaş'lıyız.
    8 ...
  40. 47.
  41. 48.
  42. bu yıl şampiyon olacak takımın taraftarı olmaktır.
    1 ...
  43. 49.
  44. takımınla her zaman gurur duymaktır.
    1 ...
© 2025 uludağ sözlük