Kanuni devrinde, Alvaryo Gritti adında Venedik elçisinin Taksim tarafında bir sarayı vardı. Kendisine yazılan tüm resmi evraklarda Beyoğlu diye hitap kullanılırdı. Bugünkü Beyoğlu ismi ondan gelmektedir.
insana benzeyen semttir. Tüm güzelliği, karmaşıklığı ve çirkinliği ile insandır. istiklali makyajlı gündüz insanı, arka sokakları insanın derin yaralarıdır. Misafirler onları görmez. Tanıdıkça açılır yaraları. Ah ne çok özledim.
bir ahmet misbah demircan'a bakıyorum, bir aylin kotil'e. yeterlilik, liyakât falan bir kenara da duruşlarda bile fark var. şu ikisi arasında seçim yapması gereken bir insanın ahmet misbah demircan'a oy vermesinin olası iki nedeni vardır.
1- kişi misojinisttir.
2- kişi takım tutar gibi parti tutuyordur.
Orjinal istanbul ambiyanslarından biridir. Gece ayrı gündüz ayrıdır bu ambiyans. Gece üniversiteli barlarına, Jazz bara, irish puba, rock bara vb. Uzayarak giden liste oluşturulup gidilmelidir. Tıpkı şu anda sezonun son erasmus partisi için benim beate gittiğim gibi.
" Yüz yıllık kitapevleri, kamu yararı muğlak denilerek kapı önüne koyuluyor Beyoğlunun tüm tarihi mekanlarıyla birlikte kitapçıları da mutenalaşmanın kurbanı
image
Robinson Crusoe
istanbulun en iyi kitapçılarından biri, Robinson Crusoe, maddi sıkıntılar nedeniyle kapanma tehlikesiyle karşı karşıya Robinson, akıllıca bir çözüm yarattı ve önce öde sonra al kampanyasıyla müdavimlerini yardıma çağırdı.
Robinsonumuzu yalnız bırakmayacağız elbet. Peki Beyoğlundaki diğer kitapçıların hali ne olacak? Pandora, Kelepir Kitap, Bengi ve Ana Kitabevinin de bulunduğu bina el değiştirmiş, otel olacakmış Müdavimleri koşsa bile kurtaramayacak onları.
Korsan kitapla, e-kitapla mücadele eden kitapevleri, kentsel dönüşüm furyasıyla baş edemez. Mutenalaşma harekatının sonuçları bunlar: Her yer AVM, her yer otel! Beyoğlu öylesine pahalandı, öylesine hızlı el değiştiriyor ki, butik kitapevlerinin bile yaşama şansı kalmadı.
Kamu yararı muğlakmış
image
Libraire de Pera
Beyoğlunda kitapçılar için bir dönemin sonunun geldiği, Libraire de Peranın kapandığı haberiyle tescillendi Radikalin haberinde, 1900larda kurulan Libraire de Peranın, Vakıflar Genel Müdürlüğü ile mücadelesinin sürdüğünü öğreniyoruz.
Kitapevinin sahibi Uğur Güracar, restorasyonu üstlenip yerinde kalmayı ve kamu yararının gözetilmesini talep etmiş. Cevap, aslında her şeyi anlatıyor: Kamu yararı muğlak bir şeydir!
Oysa devletimiz için kamu yararının ne olduğu muğlak filan değil. Zira kamu yararı rantla aynı anlama tarif ediliyor artık. Misal, verimli tarım alanlarının yapılaşmaya açılmasının gerekçesi de kamu yararı! Ormanların talanı da kamu yararına yapılıyor Ve elbette, Taksim meydanı da kamu yararı için yeniden düzenleniyor.
Belediye kitapçıya sahip çık!
Kitapçısız, sokakları masasız, tarihi sinemasız bir Beyoğlunun, turistler için de uzun vadede ilginç olmaktan çıkacağını kimse düşünemiyor. Beyoğlunu Beyoğlu yapan her rengini yavaş yavaş yitirmesine aldırmıyorlar.
Turistlerin metrekarelerce uzanan beton bir meydanda dolaşıp, lüks otellerde kalacağını ve bunlarla zenginleşebileceğimizi düşünüyorlar.
Beyoğlu Belediyesi her yıl sahaf festivali yaparak, yayıncılık kültürüne güzel bir katkıda bulunuyor. Varolan kitapevlerini astronomik kiralara karşı koruyan, onları destekleyen bir çözüm bulması çok mu zor?
Özendiğimiz, yarışa girdiğimiz Avrupa kentlerinin hiçbirinde yüz yıllık kitapçılar yüksek kira nedeniyle tahliye edilmez. Yüz yıllık sinemalar acımasızca yerle bir edilmez. Kentin tarihi merkezinin dokusu, kültürü bu kadar hunharca talan edilmez.
image
BiREY HAKKININ GASPI
Anayasanın birçok yerinde "kamu yararı" ifadesi kullanılıyor. Bu maddelerin çoğunda kamu yararı kavramı, birey haklarının devlet tarafından gasp edilebileceği anlamını taşıyor.
Kamu yararının ne olduğuna dair bir görüş birliği yok. Hukukçu Levent Korkut, bu soyut kavramı bir makalesinde ele almış.(Kaynak: ozgurtoplumundegerleri.com)
TÜRKiYEDE KAÇ KiTAPEVi VAR?
Bu yazıyı yazarken, Türkiye ve istanbulda kaç kitapçının olduğunu merak ettim. Tuhaftır, her şeyin dijitalleştiği, rakama dökülebildiği bir çağda, kitapevlerine dair bilgi yok.
Bırakın kitapevini, yayınevlerinin sayısı bile net değil. En son yedi yıl önce, Akademik Yayıncılar Birliği bu soruyla yola çıkmış.
Türkiye ISBN (International Standart Book Number / Uluslararası Standart Kitap Numarası) Ajansının 2006daki beyanına göre, kendilerine kayıtlı 12.704 yayınevi var. Bunlar, yayın dünyasının ancak yüzde 70ini temsil ediyor. "
geldiğinizde her türlü insanı görebileceğiniz, ilk buluşmaların ana mekanı olan, amma velakin içine sıçılmış ilçe. cumartesi gecesi gelmeyiniz efendim.
şöyle başlar. metrodan çıkılır ya da otobüsten inilir meydanda. sonra etraftaki insanların içinden bazen onları inceleyerek istiklal'in girişine gelinir. önce karşıdan gelen büyük bi insan topluluğuna bakılır derin bi nefes alınır ve caddeye dalınır. caddede yürümek zor değildir aslında o alır götürür çünkü seni. güzel bi senkronizasyon vardır insanlar arasında. yavaşça yürünür ve kitapçılardan birine gelindiğinde içeri girilir. yeni çıkanlara, çok satılanlara falan bakılır müzik eşliğinde. ha bu arada kulaklık olmazsa olmazınız unutmayın. gerçi ben beyoğlunun sesini dinlemeyi daha çok seviyorum ama olsun. yürümeye devam edilir. atlas pasajına girilir. belki gözümüze bir şey çarpar da alırız diye beklenir. belki bi fular belki bi yüzük alınır bir yerden. küpe de olabilir. sonra tekrar caddeye çıkılır. ara sokaklar candır. ara sokaklardan birinde güzel bi antikacı bulunabilir ya da ikinci elci. 60lardan 70lerden kalma eşyalar vardır elinde. yaşanmışlığı yüzünden okunan bi adamla gramofon mu pikap mı muhabbeti yapılır. size farklarını anlatır. plaklardan bahsedilir. sonra tekrar caddeye çıkılır galatasaray lisesine gelindiğinde sağ tarafa dönülür. aslıhan pasajı vardır az ilerde. içeri girilir ve kitapların kokusuna bırakılır bünye. bir kaç kitap alınır. belki ikinci el hoş bi anı bulunur. sonra caddeden devam edilir. bi portakal suyu alınır. tünele doğru vitrinler incelene incelene gidilir. bi iki sokak çalgıcısı dinlenir. tünele gelindiğinde geri mi dönsem tünele mi binsem yoksa yürüsem mi üçleminde yürümek tercih edilir genelde ve galata'ya doğru yürünür. oradaki dükkanlar biraz daha farklıdır. çok güzel el yapımı kıyafetler çantalar bulunur müthiş ayakkabılar vardır. galata'nın olağanüstü görkeminin yanında geçilir ve karaköy'e doğru baş aşağı koyverilir.
Şehir olması gereken ilçedir. Içinde bulunduğum ilçedir de ayrıca. Beyoğlu denince akla (bkz: istiklal caddesi) gelir. Istiklal caddesinin kardeşi ise (bkz: taksim) dir. Ayrıca (bkz: haliç) de beyoğlunun semti olan (bkz: kasımpaşa) nın yakınlarındadir. Bunların hepsini içine alan ilçedir beyoğlu.
sefil ara sokakları , giderek bozulan mimari dokusu, unutulan incelikleri, lümpenliğe yenik düşen eğlence atmosferiyle kanserli bir hücre gibi günden güne ölüme yaklaşan, Bizans'ın bağlık bahçelik Pera'sı.
son zamanlarda boku çıkarılsa da ipini koparan gelse de yine de vazgeçemediğim nişantaşı cihangir gibi sevdiğim diğer semtlere yakınlığı ile benim için merkez konumuna oturan gece hayatının eğlencenin kaçınılmaz adresidir. tamamen piyasa olmuş mekanlarının yanısıra nev-i şahsına münhasır kafeleri barları da vardır.burda reklam yapmamak için isim vermeyeceğim. beyoğlu aynı anda sanat cümbüşüdür benim için. sokak müzisyenleri çalgıcılar grafiti ustaları ressamlar grublar daha nice sanatçı eserleri ile görücüye çıkar burada. cadde üstündeki galerilerden dışarı taşar çağdaş sanat. son kertede beyoğlu beyoğludur işte. bir beyoğlu düşüdür yaşadığımız bunu da en güzel atıf yılmaz sineması ve demir özlü kitabı anlatmıştır. her yer pera ile dolup taşar pera oteli pera lokantası pera müzesi... beyoğlunu anlatmaya sözlükler yetmez anlayacağınız. kısacası beyoğlu dostluklar ve kutu kutu bira...hayat bunlardan ibarettir orada...ha bana bir de teomanı anımsatır hep.
türkiye'nin cennet ve cehennem şubesi. bazı bölgelerinde sizi cennette gibi hissettirebilecekken, bazı bölgelerinde ise cehennem azabını hat safhada yaşabileceğiniz ilçe.
adalar bisiklet, arnavutköy piknik, bakırköy kaos, beşiktaş candır.
kumkapı rakıdır, kadıköy dershanedir.
nişantaşı pahalı bir kahve ve vitrin, bebek sahildir.
üsküdar ezan, beykoz ağaç, avcılar deprem, şile güneştir.
levent takım elbise ve gökdelen, fenerbahçe sükûnet ve köpektir.
çatalca uzaktan olan ama sevilen bir akraba, eyüp açlıktan ağzı kokmuş bir sokak çocuğudur.
ve hepsi bir yana beyoğlu istanbuldur.
beyoğlu istanbul un ruhudur. başka bir sehire gittiğiniz zaman bile beyoğlu na benzer yerler arar gözleriniz ama hiç biyer de yoktur eşi. hayat beyoğlu nda 24 saat durmaksızın devam eder. her sokağın da ayrı bir tat, farklı bi tarz vardır. belirli bir kesime ait değildir beyoğlu. enteli, rockcısı, metalcisi, yazarı, şairi, koministi, ülkücüsü, krosu, tikkysi.. hepsini kucaklayan yer beyoğlu.
anlatiyim:eskiden tramvayları atlar çekerdi lakin şişhane yokuşunda 2 at yetmez azapkapıdan takviye 2 at daha alırlarmış.taksime varınca takviye atlar bu gün fransız konsolosluğunun taksim meydan tarafındaki sokaktan girerseniz görebileceğiniz tramvay bakım istasyonunun bulunduğu yerde bir ahırda dinlendirilir sonra da boş bir şekilde azapkapıya götürürürlermiş.bu ahırı dingo isimli bir rum vatandaş işlettiği ve gün boyu paldır küldür atlar girip çıktığı için bu deyim ortaya çıkmış.