Yıllar önce okuduğum "Donovan'ın Beyni" adlı kitabın kötü karakteridir mesela.
Ölen mafya babasının henüz canlı beynini akvaryum gibi bir kaba yerleştiren romanın başkişisi bilimadamı, beden olmadan dahi beynin yaşayacağını ispatlamaya çalışır. Araştırmasının sonucunu fazlasıyla alacaktır: Beyin, bırakın yaşamayı, bilimadamını da etkilemeyi ve esas sahibine benzetmeyi başarır. Tıpkı ölen mafya sahibi gibi bilimadamımız da, insanları öldürmeye, işkence etmeye başlar. Bir anlık son gayretle akvaryumu yerinden iter, parçalanan akvaryum sonrasında ortalığa saçılan beyin ıkınna ıkına ölür.
Küçük olduğumdan mıdır nedir beni derinden etkilemişti bu roman.
Yine korkunun babası Stephen King'in Çağrı (The Dead Zone) romanında kaza geçiren kahramanın beyninin bir noktası ölür, tam aksi simetrisindeki bir nokta çalışmaya başlar. Kahraman artık cisimlere, insanlara dokunarak geleceği görebilmektedir ve sonunda dünyayı bir felaketten kurtarır.
Kısacası gizemlerle, sırlarla dolu bir organdır beyin. Üstelik %90'ını kullanmadığımız düşünüldüğünde.
bazı insanların bir hata yapıp çıkardığı( artık yastığının altına mı dolabının en ücra köşesine mi koymuş bilemem) ve bir daha takmadığı(onlarda haklı nasıl akıl edebilir ki) önemli bir organdır.
beynimiz biziz... Butun bilincimiz, kim oldugumuz, duygularimiz, anilarimiz... Her sey beyindir... Beyin giderse, kaput, o insan da beraberinde gider... Beyin, kisi icin her seyin basi ve sonudur...
bütün davranışlarımızın ve belki de kapasitemizin özü. varlığımızın tamamında bizimle olmasına rağmen onu tam olarak kullanamadan yokolacağımızı bilmek ne kadar acı.
- beyin nerde
- bilmiyom abla, daha gelmedi boyu devrilesice. kimbilir nerde zıkkımlanıyo
- geçenlerde melahatin evinden çıkarken görmüşler
- yok o melahati zikmez. Amı kokuyomuş, öyle dediydi bi kerem
- ???