betimleme denemeleri

entry3 galeri1
    1.
  1. Dışarıda hava bir erkeğin sahip olduğu bir kadını aldatabilicek kadar donmuş bir yüreğe sahipti sanki. Ellerimi ceplerimden çıkartamıyordum. Bir gece de babasını kaybeden bir evlat gibi yaşlanmıştı sokaklar , dertli bulutlar boyamıştı saçlarını aklarla. Kaymamak için temkinli adımlar atıyordum.

    tanım: mekan ve olay betimleme denemeleridir.
    0 ...
  2. 1.
  3. Geceyle bütünleştiğinden saçları bembeyaz yüzünü seçebildim uzaktan. Evet bana doğru geliyordu.turuncu sokak lambasının önünde durdu.o da beni görmüş olacak yüzü birden alev aldı. Ya da bu sadece bir ışık oyunuydu. To be continued...
    0 ...
  4. 3.
  5. Tan, gecenin içinden çıkmış, doğdu doğacaktı. Canlılara sonsuz rahmetini bağışlayan gök, tüm ihtişamı ile yeryüzünde duruyordu. Havada asılı duran bulutlarıyla, kasabanın içine hışım gibi yağmurla günün ucundaki tan ile birlikte damlalarını indirmeye hazırlanıyordu.
    Yağmur, rahmetini yeryüzüne  önce damla damla, sonra karşı yüksek dağın tepesinden kopup, köpürerek, gürüldeyerek dağın yamaçlarında yitiyor,  ovaya iniyor, oradan da evlere ulaşıyordu. Dağ, sel olmuş yürüyor, köpüre köpüre aşağıya akıyordu.
    Bir zaman sonra, gökte kulakları sağır edecek bir gürültü... Gök yağmıyor, adeta inliyordu. Bir zaman yeşil gölgelerle kaplı kasaba, karanlığa kesti. Işık, döne döne, aydınlığını savurarak çekti dağların ardına aktı gitti. Göz gözü görmez, işitmez bir karanlık. Hiçbir kara parçası, hiçbir yanda gözükmüyor. Kuşlar kıyamet, dağın üstünde kanat kanata, çığlık çığlığa, bir iniyorlar kalkıyorlar. Neredeyse saldırıp, dünyayı parça parça edecekler...
    Kuş sürüleri sonsuz bir hortumda, bulutlarla karışmış dönüyorlardı.
    Karanlık ve yağmur, kasabanın ve gökyüzünün içinden yavaş yavaş çıktı. Gökyüzüne uzanan dağların üstündeki bulutlar, dağın arkasından yavaş yavaş iniyordu. Gök, bu sefer aydınlığa kesiyordu... Göz açıncaya dek gökyüzünde beliren turuncu ışık, kapayıncaya dek önce dağları, sonra dolanıp çınar ağaçları ile kaplı bütün ovayı ve evleri som turuncuya boyadı. Günün ucu, tepeden yere doğru usul usul inip, kasabalılarla birlikte ufukta görünüverdi.

    Gökyüzünün aydınlattığı ovanın ağaçları, çiçekleri görülmemiş bir cennetin çiçekleriydi. Bilinen çiçeklerin daha görkemlisi, daha renklisi. Dünya'da hiçbir çiçeğe benzemeyen. Dille tarif edilemez büyülü çiçekler. Kırmızısı parlak som kırmızı, sarısı altın, pembesi... Parlak ve renkli. insan, yeryüzünün herhangi bir yerinde böyle çiçekler açtığını bilse, dünyayı diyar diyar dolaşır da bu çiçekleri, Kafdağı'nın ardında da olsa arar bulur da görür... Yaratıcı, bütün çiçek hünerlerini, ellerinin büyüsünü, ışıkları bu çiçeklere dökmüş, aydınlığın üstüne bir cennet bahçesi sermişti. Çiçekler, ışıklı bir denizi çerçevelemişti. Denizin tam ortasında üç tane yelkenli yelkenlerini açmış gözükmeyen sonsuzluklara, uzaklardaki aydınlığa uçuyordu. Üstteki gök de kanatlıydı.
    Deniz çok uzaklarda, kaynaşan ışıklarda son buluyordu. Işıkların üstünde, bir yaprağı mavi göğe ulaşan, ışıktan, belli belirsiz mavileyen bir tek çiçek açmıştı, belki de en büyülü çiçek. Orta yerde, birbirinden uzak iki kuğu sırtlarını ışıktan örülmüş çiçeğe dönmüş, kıyıya doğru geliyorlar, tam ortalarına da kanatlarını dikmiş bir kuğu ilerliyordu.
    Az daha beklese kuğu inecek, gerilmiş kanatlarını şıp diye denize vuracaktı. Merdivenleri hızla indi, deniz kıyısına vardı, yüreği hiç olmadığı kadar atıyordu, derin bir soluk aldı, gözlerini kapadı. Gözlerinin önünden kuğu sürüleri, büyülü, görülmemiş, ışıkla doldurulmuş çiçekler geçti, maviyle yoğrulmuş. Gözlerini açtı, gözleri kamaştı. Işığın denizin üstünde şırıldadığını gördü. Arkasına döndü, denizin kıyısından çakıl taşlarının üstüne basa basa gitti. Taşlar yankılandı.
    Ev, üstüne üstüne bütün çiçekleriyle geldi. Hızla merdivenleri çıktı. Çiçeklerin karşısında durdu.
    Gözleri açık mıydı, kapalı mıydı farkında değildi...
    Akşama doğru, başka bir eve girdi. içini korkuya benzer bir şeyler sardı, ben bu evi istemem dedi. Bu ev karanlıkla bezeli... pencereden karşı tepeye, yel değirmeninin o yanlara bakınca belli belirsiz karartıyı gördü. Bu karartı insan karartısıydı ya, insan karartısıysa neden yanına gelmiyordu? Merdivenleri, ikişer üçer, beşer atlayarak indi. Karartıyı gördüğü yere kadar koştu, yana yöreye bakındı, kimsecikler yoktu. Tepenin üstüne çıktı, her yeri gözden geçirdi, karartıya benzer en küçük bir kıpırtı bile gözüne çarpmadı. Tepenin yamacından inerken birden irkildi, yüreği çarptı kıyıda karartıyı görmüştü. Karartı, kıyıda upuzun durmuş, gittikçe de uzayıp gidiyor, ona el sallıyordu. O da elini kaldırmış, elini sallamaya hazırlanırken karaltı bir gözüktü, bir yitti. Bu karartı benimle oyun oynuyor, diye söylendi. Bu ıpıssız ama bu cennet adayı elimden almak için oynuyor diye bir daha söylendi...
    9 ...
© 2025 uludağ sözlük